Yıllar yılı, dağ Bayır dolaşıp derlediğim kutular dolusu halk türküleri ses bandlarından birinin listesinde "15-210 - Ahmed Arif: Ben de bu dünyaya geldim geleli ve Ahmed Arif'in kendi sesinden şiirleri" yazılıdır.
Kutular dolusu türkü bandlarının arasında, Ahmed'in, kendine has deyişiyle "Ben de bu dünyaya geldim geleli" türküsünün hemen ardından, sanki halkın yüreğinden fışkırmış şiirler vardır, Ahmed'in, kendi sesiyle.
Ahmed Arif'in şiirleri soylu halk türküleri ağıtlar gibi, arı, keskin, acı ve namusludur. Bunları, yani Ahmed'in şiirlerini, dinleyenlere bakmışımdır köyde, odalarda, obalarda en ufak bir yadırgama görmemişimdir. Halk, iyi bir türkü dinlermiş gibi, kendi sesini, kendi acı burukluğunu, zaman zaman çaresizliğini ve zaman zaman yaşama sevincini, karşı koyma ve dayatma gücünü, o soylu umudu bulmada bu şiirlerde. Onun için işçisiyle, köylüsüyle halk, asla yadırgamaz Ahmed'i.
Evime gelen ak saçlı, başından kaç kez sürgünler, iskânlar, çeşitli belâlar geçmiş bir Doğulu milletvekili bandları dinlerken birden "dur" demişti. O'na bir türkü dinletmek istiyordum... "Dur hele..." Durmuştum...
Makinada Ahmed'in şiiri dönüyordu, şiir bitince bir daha, bir daha tekrar ettirdi. Gördüm ki, koca adam, usul usul ağlıyor! Unutamam bunu...
Aynı şey, Roma'da, Budapeşte'de, Sofya'da da oldu... Türkçe bilenler, bilmeyenler, anlayanlar, anlamayanlar tam deyimiyle "çarpılıyor ve tarifsiz bir haz" duyuyorlardı bu şiirleri dinlerken. Tek kelime dilimizi bilmeyen William Saroyan ile Konstantin Simonov da bu hazzı duyanlar arasında.
Ahmed bir başka okur şiirlerini. O'nu dinlediğim zaman kitaptan okurken aldığım "haz" dan çok daha öte duyular içine girerim. O'ndan gayri birinden dinlediğim zaman ise hep "Amma berbat okuyor" diye kızarım içimden. Şivesinden mi, kendine has uzatmalardan, vurgulardan mı bilemem. Bildiğim bir şey varsa şiiri O'nun kadar "duyan" ve duyuran birine bugüne kadar raslamadığımdır.
Bir gece Sivas'ın köylüğünden gelen bir halk ozanı Ahmed'in okuduğu "Leylim Leylim"e sazla eşlik ediyordu. Ahmed, "Kırk Düğme" yeleğini hafiften çözmüş, şiirini gürül gürül okuyordu. Halk ozanı, sazına abanmış dokunuyordu sarı tellere. Hepimiz bi-hoş olmuştuk. Halk ozanı, dayanamadı, o biçimli başını küt küt diye duvara vurmaya başladı. Şaşırmıştık. Ahmed, daha bir içten başladı, kaldığı yerden... Aşık Feyzullah Çınar, belki de ömründe en güzel tezeneyi o gece vurdu sazın döşüne. Şiirden çarpılıp da başını duvara vurduktan sonra...
Konuklar gittikten sonra bi kez daha düşündüm, Ahmed'in şiirleri ile halkın yaşantısı arasındaki ilişkileri, duygu benzerliğini, acı gerçeği.
Halkın, köylüsünün kentlisinin, okumuşunun, okumamışının bu şiirlerden neden böylesine etkilendiğini düşündüm. Ahmed halkın kendisidir, sesidir, yüreğidir, hasretidir. Evet ezilen, horlanan, yıllar yılı kurşunlanan, parçalanan, talan edilen ama yine de ayakta duran, iyi ve mutlu günler düşleyen halkın ta kendisidir Ahmed.
Ahmed Arlf'i, yıllar öncesi, Diyarbakır'dan bir dergiye gönderdiği yazılardan tanıdım ilkin, korkusuz, zehir zenberek yazılardı bunlar. Sonra, Ankara'da "Adiloş Bebenin Ninnisi"ni ve "33 Kurşun" destanını kendisinden dinlediğim an sarsılmaz bir dostluk kuruldu aramızda. O gün, bu gündür, Ahmed'in kendisi, yaşantımızın bir parçası oldu. Üç bebem, Ahmed'in şiirleriyle büyüdü. Ahmed, evde çocuklar katında, ne "amca"dır, ne de "dayı". Bebelerim O'na "Ahmed Arif" derler salt. Bebelerle "bebe", ariflerle "arif" tir Ahmed. Ve bebelerle oynaşır, şakalaşırken öyle mutludur ki dünyada bir benzeri zor bulunur bu halin...
Ben burada Ahmed'in, şiirini, sanatını anlatmıyorum, bu cânım şiirleri yazan bir kardeşimi, bir can dostumu anlatmak istiyorum.
Ne bileyim, belki kızar, belki gönül kor, belki katılmaz ama, bencileyin Ahmed'in şiirleri bir çeşit "LSD" dir sanki. insanı öyle çarpar...
Doğu'ludur Ahmed Arif ve bundan onur duyar. Doğu Anadolu insanlarında apaçık görülen mertlik, sertlik, gönlü yücelik, birleşir, kaynaşır ve sel gibi şiirine katılır.
Doğduğu topraklara ve o toprakların halkına, yiğit ve namuslu insanlara yürekten vurgundur Ahmed Arif. O'nun asıl mesleği vatanseverliktir. Bunda ustadır da. Ve der ki:
"Biz ki ustasıyız vatan sevmenin
Umut, saklımızda ölümsüz bayrak
Kırmızı, kırmızı
Dalga dalgadır."
"Namuslu ve yoksul halk"a yüreğinin olanca sevdasıyla vurgundur dedik. Halkla soluk almak, her an bu namuslu ve yiğit halkı yaşamak, duymak ve bu halka onurlu, mutlu bir gelecek düşünmek, hazırlamak kolay olmamıştır, olmuyor da...
Ahmed Arif, çatal yürekli bir devrimcidir. Ve de ustura gibi keskin... Yaşayan ozanlar içinde apayrı bir sestir. Gerçek bir halkçıdır, sözüyle, sohbetiyle, yazısıyla, şiiriyle ve yaşantısıyla.
Benim gibi çok yakın bir iki dostundan başka kimse bilmez ama çilelerin, acıların en korkuncunu çekmiştir. İşkence dehlizlerinde, zindanlarda geçmiştir en güzel baharları. Zincire vurulmuştur. Ve hasretinden prangalar eskitmiştir. Öyle işkencelere katlanmıştır ki bunun hikâyesini dinleyecek çok kimsenin dudağı uçuklar... Ölümü göze almış ama arkadaşlarına, inancına, insanlığa ihanet etmemiştir... Çıldırması için "dört yanı puşt zulaları" ile çevrilmiş, çıldırması için akla hayale gelmez, korkunç şeyler yapılmıştır. Şiirlerindeki o zehir zıkkım acılık, o korkunç öfke ve sonsuz derinlik, içe dönüklük, acep bundan m'ola derim kendi kendime...
Devrimci bilinci, vatan tutkusu, hakkından kopmazlığı, doğruluğu, usta kalemi, namuslu dünya görüşü ve bilgisidir, Ahmed'i ozan eden, Ahmed Arif eden.
Düşmanlarına karşı Ahmed'in en ağır küfürü "aşağılık burjuva" yahut "pis faşist" tir. Bundan başka hani şu "ayıp" dedikleri soydan ama kendine özge küfürleri de vardır. Bir bakıma tadına doyum olmaz küfürlerdir bunlar ama, burada yazmanın, anlatmanın oluru, olanağı yok. Yüreksizlere, iki yüzlülere apaçık "has...tir" çektiği için zor sevilir. Ödün vermek nedir bilmediği ve dobra dobra olduğu için zor sevilir ama, bir kez sevilince de, öl dese ölünür.
Çiğ köfte yoğurmakta ustadır. Evine patates, makarna ve hamur işi besin girmez. Kendi deyimi ile "Etoburdur". Cıgarayı bırakalı yıllar oldu, rakıyı ancak kendisini gerçekten sevenler arasında ayda yılda bir içer. "İşçiyiz" der. "Her akşam içmek bize göre değil. Sabah erken işe gitmek gerek... Karaciğeri de çürütmek, kavgadan bir çeşit kaçmak değil mi?" Namuslu, cevherli şairlere hiç toz kondurmaz. Ama "Soytarı" dediği yeteneksiz ve şarlatan şairleri hiç mi hiç hoş görmez ve yüzlerine karşı basar kalayı.
Bir yıl oldu evereli. İşten eve, evden işe, "Kırar boynunu yürür..."
"Belinde Diyarbekir Kuşağı, zulasında kim bilir hangi hınç, hangi mısra. Yürür namus bildiği yolda..."
"Budur ol hikâyet... ol yiğit Ahmed..."
Ankara, 22 Aralık 1968
FİKRET OTYAM
Hasretinden Prangalar Eskittim, S. 23-26

ŞİİRLERİ