ZULMET


Ey sen Ki şimdi şüpheli bir şekl-i pür-hayâl oldun Bu semâ-yı mesânın altında! Gecenin mevti ufku bağlamadan Susmadan her teneffüs-ü zinde. Ey sen Ki sönmemiş zer-i zülfünde son ziyâ-yı bahâr, Bu genç elinle bu yorgun cebîn-i lâlimi sar, Ve sonra git. Bana bî-va’d olan bu yollar hep Adımlarınçün açılmış pür-incilâ-vü-zehep… Bırak leyâle bu cism-i garîb ü merdûdu, Dizim eğildi; soğuk bir deniz gibi zulmet Ağır ağır boğuyor bende ömr-ü bî-sûdu. Diken ve taşları üstünde bir çetin râhın Dağıldı nesc-i harîr-i ümmîd-i mahrûmum Ve mutlakâ gelecek gölgelerle şimdi ölüm… Lâkin sen Ki gözlerinde güler nûru bir gümüş mâhın Eğilme, git Ve eyle gölgede pâ-yı şebâbını tespît… Beni bir tûde eyliyen zulmet Sana hüsn-i hayâli nakş edecek: Oldu çeşmin nücûm ile mâlî, Onların iştiâl-i seyyâli Seni gûyâ karanlık üstünde Etti bir heykel-i ziyâ gibi hâk. Sen git Ve eyle dâ’vet-i ilkîm-i rûhuna rağbet. Bu yol, bu yol, bu derin yol ki dâimâ mümtet Bu yol uzun ve benim dizlerim eğildi; gözüm Kapandı. Da’vet-i yeldâla titriyor rûhum; Bırak ve git, beni mevt-i leyâle tevdî et. Büyük, derin ve soğuk bir deniz gibi zulmet Etti eşkâl-i arzı bî-hareket, Ve döktü rûhuma rü’yâya benzeyen bir mevt Büyük, derin ve soğuk bir deniz gibi zulmet: Lâkin sen Dudakların yine pür-hande, gözlerin pür-zer Saçın nücûm ile meşbû, ve müşteil yine ter Bırakma rûhunu düşsün bu öldüren hisse, Ve git Ve eyle gölgede pây-ı ümmîdini tesbît… O belde-i zer-ü-hülyâda bekliyen gözler “Nerde?” derlerse “Ne oldu, nerede o?” derlerse, âh o gözler eğer, Miyâh-ı sâyede mevt-i fecîimi anlat.

Ahmet Haşim
( 1887 - 1933 )

Pür: çok, bol
Semâ-yı mesâ: akşam vakti gökyüzü
Mevt: ölüm, dünyadan göçmek
Teneffüs-i zinde: genç nefes
Zer-i zülfünde: altın saçında
Ziyâ-yı bahâr: baharın ışığı
Cebîn: alın
Lâl: al, kırmızı
İncilâ: cilalanmış, parlamış
Zehep: altın
Leyâl: geceler
Merdûd: reddedilmiş
Ömr-ü bî-sûd: faydasız hayat
Râh: yol
Nesc: dokunuş, yaratış
Harîr: ipekten yapılmış
Ümmîd-i mahrûm: ümitsiz
Mâh: Ay
Şebâb: gençlik, civanlık
Tûde: yığın
Çeşm: göz
Nücûm: yıldızlar
İştiâl: tutuşma, parlama
Seyyâl: akıp giden, akıcı
Heykel-i ziyâ: ışıktan heykel
Hâk: şekillendirmek, yontmak
Mümtet: uzayan, sürekli
Yeldâ: uzun
Tevdî: emanet
Eşkâl-i arz: yeryüzünün şekli
Bî-hareket: hareketsiz
Hande: gülüş
Zer: altın
Nücûm: yıldızlar
Meşbû: doymuş, kanmış
Müşteil: yanan tutuşan
Ter: taze
Miyâh: sular
Sâye: gölge
Mevt-i fecî: çok acıklı ölüm


Ahmet Haşim, Hayatı, Sanatı ve Seçilmiş Şiirleri, S. 68-69





ŞİİR PARKI