Attilâ İlhanın ilk şiirlerini okuduğumdan bu yana on sene geçti. Bu zaman zarfında şair eser olarak (Sokaktaki Adam) isimli bir romanla (Duvar) ve (Sisler Bulvarı) isimli iki şiir kitabı vermiş bulunuyor. Bunlardan gayri muhtelif dergilerde tenkitleri, seyahat hatıraları (Abbas Yolcu), makaleleri ve şiirleri neşredildi.
On senedir yazı hayatını yakından takip ettiğim, zaman zaman bazı şiirlerini de sevdiğim Attilâ Ilhan’ı yalnız son şiir kitabı olan Sisler Bulvarı ile değil bütün yazı ve şiirleriyle tanıtmak istiyorum.
Attilâ İlhan çok cepheli, fakat durulmamış bir şairdir. Durulmasını beklemek te kanaatımca boş olur, o daima böyle boz bulanık akmakta devam edecek ve bir gün cılız bir nehir gibi yatağında kuruyup gidecektir. Bu peşin hüküm ağır ve biraz da insafsızca olmakla beraber; şair hakkında zamanın ve vicdanların vereceği hükümlerden daha munis ve daha iddiasızdır. Ben hiç değilse Attilâ İlhan’ın şairliğine inanmış bir insandım, inanamadığım ve sevemediğim onun garip, sevimsiz ve modası geçmiş fikirleri ve şairliğini bu fikirlere feda edişidir.
Esasen bir yazısında “Biz Marksistiz, edebiyat işleriz” diyen, diyebilen bir şairden, şairliğini her türlü politika oyunlarından ve ideloji çığırtkanlıklarından üstün ve münezzeh tutması beklenemezdi. San’at birçok kereler ve bir çok kimseler tarafından bir propaganda vasıtası olarak istismar edilmiş, fakat hiç bir zaman gerçek bir pıopaganda vaşıtası olamamıştır. Bu istismarcıların arasında Attilâ İlhan’ın da bulunması, sanatseverler için kelimenin en hafif mânası ile hazindir. Ondan bir şair, bir vatan evlâdı olarak (Türkiyem, Gavur dağlarından rivayet) ayarında şiir bekliyenler Sisler Bulvarı’nda hüsranla karşılaşmışlardır. Bazı pasajlarını neşrettiği (Şafak vakti dünyada) bu hüsranın daha büyük olacağını ve Attilâ İlhanın bir şair olarak gönüllerden ve hafızalardan silineceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Bir Sosyal Realizm’dir tutturmuş gidiyor... İnsanın sen bir garip kişisin nene gerek senin Sosyal Realizm’ler, Marksizim’ler diyeceği geliyor. Kendisine sorarsanız bu herşeyden evvel Atatürkçülüktür!.
Uğrunda şairliğini feda ettiği ve çığırtkanlığını yaptığı bu dâvanın Atatürkçülükten ne kadar uzak olduğunu şairin kendi mısralarında görmek kabildir.
Attilâ İlhana göre Türkiye sefalet, işsizlik ve esaret içinde bir yerdir.
Bu kan mıdır kızılcık mıdır mum gibi veremliler
Ölüm gezer gölgeniz misali arkanızdan,
(Sisler Bulvarı S. 12)
Gazi Anadolu'm
Gaziler gibi yaralıdır büyüktür.
Her köşesi bir çare bekler kendi derdine
Karnında sıtma göğsünde verem
gözlerinde trahom
Saz benizli köylülerimiz yaprak yaprak dökülür.
Yol bulunmaz iz bulunmaz köylerine.
Telgraf tellerimiz dile gelir karış karış
Kimsesizlikten hekimsizlikten.
(Sisler bulvarı S. 161)
Sayende sayeban olduk İstanbul şehri,
Sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk.
Sefalet akıyor gürül gürül sokaklardan
Yol üstünde bir şehvet çarşısı tıklım tıklım
Yol üstünde sevda pazarlığı aşk pazarlığı
Kurtulmadık gitti bu denlü kepaze hayattan.
Sağımız sefalet solumuz ölüm,
İşte geldik gidiyoruz
Kahrolasın Kahrolasın İstanbul şehri.
(Sisler bulvarı S. 28/29)
Yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal
Hani bir vakitler kubilayı kestiler
Çün buyurdun kesenleri astılar
Sen uyudun asılanlar dirildi
O bize öğretmedi kazan kaldırılmasını
Günahı vebali öğretenin boynuna
(Sisler bulvarı S. 31)
Zehir pamuk ırgatlığı gavur gündelikçilik
Azıktan yetimin öley diley katıktan öksüz
Dirliksiz düzensiz hanidir hürriyetsiz.
(Sisler bulvarı S. 41/42)
Elimiz böğrümüzde Kahpe felek ağzımızı mühürledi
Nefesleri gök, yumrukları dünya kadar,
Onlar yine mütebessim ağladılar, gözyaşı döktüler
Onlar: Yine kahramandılar, büyüktüler.
Taşkın geldi: Bulak bulak döküldü.
Taşkın geldi: Hürriyet öldü.
(Duvar S. 36)
Bitmemiş anlaşıldı, bitmemiş maceramız.
İşte şahin hazır. Haydi bin! Uçalım.
Dünyayı çavuş dünyayı kurtaralım,
(Duvar S. 34)
Bu kabil satırları daha da çoğaltmak mümkündür. Fakat yukardaki misallerden de şairin Türkiyeyi nasıl bir atmosfer içinde gördüğü ve
göstermek istediği kolayca anlaşılabilir. Bugün için (Türkiyemizin hiç bir noksanı, derdi yoktur. Türkiye güllük gülistanlık bir yerdir) demek ne kadar safdillikse, onu tamamen aç, fakir, dirliksiz, düzensiz ve hürriyetsiz göstermek te o kadar insafsızlık olur. Sosyal realizm dediği şeyin hiç bir zaman Atatürkçülük olmadığını Attilâ İlhan da bilir, fakat itiraf edemez. Çünki o büyük adamın ismile ideolojisini maskelemektedir.
Diğer taraftan Attilâ İlhan ifratla tefrit arasında bocalayan, realitelere gözlerini kapamış bir şairdir. Yukarıda aldığım misaller onun realiteden ne kadar uzak olduğunu ve dâvasına nasıl körükörüne saplandığını göstermeğe kâfidir. O halde (sosyal realizm) dediği dâvâ ve doktrini sosyal meselelerde realiteden mahrum olduğuna göre (Reel sosyalizm) şeklinde değiştirmek mümkündür. İşte Reel Sosyalizmi Sosyal Realizm adı altında benimseyen Attilâ İlhan evvelâ kendisini, sonra etrafında toplananları aldatmakta, başkaları tarafından istismar edildiği gibi, başkalarını istismar etmeğe çalışmaktadır. Bu gayesinde ne dereceye kadar muvaffak olacaktır? Bilinemez? Sözü zamana bırakarak, biraz da Attilâ İlhan’nın şair ve romancı tarafını tahlil edelim :
Şiirlerinin mânâ ve muhtevası:
Attilâ İlhan’m şiirlerindeki en kuvvetli taraf kanaatımca mânâ zenginliğidir. En güzel şiirlerinden biri olarak gördüğüm “Sisler Bulvarı” isimli şiirinden :
"Sisler bulvarı bir gece haykırmıştı,
Ağaçları yatıyordu yoksuldu.
Bütün yaprakları sararmıştı
Bütün bir sonbahar ağlamıştı
Ağlayan sanki İstanbul'du
Öl desen belki ölecektim
İçimde biber gibi bir kahır
Bütün şiirlerimi yakacaktım,
Yalnızlık bana dokunuyordu"
mısralarını okurken yalnızlığın büyük kahrını şairle beraber duyup hissetmemek elden gelmiyor.
Türkiye şiirinde ise diğer şiirlerinden ayrı ve daha samimi, dokunaklı bir hava içinde vatan dile gelmektedir;
Türkiye! Türkiye! Dağlarını duman almış,
Üzümler memleketi, tütünler memleketi.
Türkiye! Türkiye! Çok gülmüş, çok ağlamış,
Sabırlı, bağrıyanık insanlar memleketi.
Bulut gibi köpürmüş topraktan bereketi
Pehlivan dağlarında şafaklar büyümüş
Ve o nehirler: Delirip gür gür gelirler
Bir şarkı gibi, dağdan denize yürümüş.
Eğer şair her şiirinde vatanı bu derece olgun ve gerçek bir deyişle anlatabilseydi; kendisine karşı besleyeceğimiz takdir ve hayranlık
duyguları sonsuz olurdu. Ondan; kendi tabiriyle “Gazi Anadolunun” kaderini ve kederini içinde sevimsiz ideolojiler kokmıyan gerçek mısralar halinde duymayı ne kadar isterdik.
Attilâ İlhan’ın şiirlerinin en bariz vasfı hümanizmadır. Şair milliyetçiliğe yer vermemekte, insancılığı terennüm etmektedir. Bu kabil şiirleri arasından bazı misaller alıyorum.
Evet! Ne kadar çok sevilecek insan mevcut
Kabil değil vaz geçebilmek hiçbirisinden.
(Duvar-Benim İçin S. 18)
Hiç bir zaman bu kadar yürekten istemedim
Beş kıtayı dolduran iki milyar insanın
Kucaklayabilmek tekmilini birden.
(Duvar-Hiç bir zaman S. 18)
Ben örsün kerpetenin şairi
İstanbul limanından Marsilya limanına kadar.
Kurşun döker gibi döktüm
Mısra mısra
Bütün nâmuskâr
Bütün insancıl şiirleri
(Sisler bulvarı)
Bununla beraber şairin bazı şiirlerinde insanlardan, şehirlerden nefret ettiğini görmek mümkünse de bütün eserlerinin en bariz vasfının (insanlık sevgisi) olduğunu söyleyebiliriz.
Duvar’da ki vatani şiirlerin, Sisler Bulvarında yerini insanlık şiirlerine terkettiğini görüyoruz. Artık şairin iç aleminde Mehemmet’ler, Ümmühan’lar, Veli’ler Deli Süleyman’lar, Şahin’ler
yoktur. Bunların yerini Pia’lar, Pablo’lar, Tatyoslar ve café-chantant kızları almıştır. Şair uzun uzadıya Paris’ten ve Parislilerden bahsetmektedir. Aşağıya misal olarak aldığım satırları anlamanın ve sevmenin imkânsızlığını okuyanların takdirine bırakıyorum.
Seine sanki petrolmüş gibi iştahlı ve obur akıyor
Dupont'daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar
Utriilonun bir sokağından seni çektim çıkardım
Elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
Sana mardi-gras için bir japon maskesi aldım
(Sisler bulvarı S. 76)
Bistroya yıkılır çırıi çıplak quantro içerdim
Lucie-anne neden gelir neden bana senden bahsederdi
(Sisler bulvarı S. 84)
Attilâ İlhan bir çok şiirlerinde büyük bir hercümerç ve tezat içindedir.
Bunları okurken şairin bir ruh hastası olduğu zehabına kapılarak üzülüyorsunuz, fakat bir de bakıyorsunuz ki o sizin acıma duygularınızla da alay etmektedir. Mukaddes bildiğiniz her şey onun şiirlerinde değer ve mânasını kaybedip soysuzlaşmakta, adileşmektedir. Hülâsa; Duvar ve Sisler Bulvarı şairinin mânâ ve muhayyile genişliği yanında, öylesine bir tezat ve keşmekeş havası vardır ki; bu havayı teneffüs ettikten sonra en sevdiğiniz şiirleri dahi bu hava içinde eriyip kaybolmaktadır.
Şiirlerindeki ritm ve teknik:
Gerek Duvardaki gerekse Sisler Bulvarındaki bütün şiirler âhenkden, ritm’den tamamen mahrumdur. Öyleki; bazı satırlar konuşma lisanında dahi kullanmıyacağımız bir serbesti ve laübalilikle söylenilmiştir.
Samaritain'in ışıkları ocağıma düşmüş yalvarıyor
Bir roman için fevkalâde oldukları düşünülebilir
Sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi gauloise
Bense on frangımı Amerikan bilârdosuna kaptırdım
(Sisler bulvarı S. 81/82)
Ellerim memelerinde kaldı yoksul Türkanın
Türkanı görmeyin Türkanı köpekler gibi pişman
(Sisler bulvarı S. 87)
Cinayeti kör bir kayıkçı gördü
Ben gördüm kulaklarım gördü
Vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
Hiç biriniz orada yoktunuz.
(Sisler bulvarı S. 89)
Ben burnumu şaraba sokmuştum
Katiyyen sarhoştum kirpiklerim yanıyordu
Santa-lucia civarında bir karanlık
Bir iştahsız orospu bulmuştum bilmem neden.
(Sisler bulvarı S. 97)
Yıldızların dökülmesi hazâ kandilli temennadır
zambaklar beyaz haza beyazlar zambak
durgun sularda sinekler milyon çoğalıyor
Böcekler möcekler hemişe koyun koyuna.
(Sisler bulvarı S. 60)
Bizde din taifesi boş buldu meydanı
Hem bunlar: Hazret-i Akife meydan okutuyor.
Sabi sübyan için din mektebi açmak
Ve yirminci asır?
(.....)
Ve şehnaz makamı.
__ Bir kaç yıl nedir ki insan ömründen?
— İşte akşam! Sürgünlerin akşamı.
— Yağmur mu sokakta çırılçıplak yağmur?
— Bedrettin Simaviyi hatırlarmısınız?
— İnsan nasıl unutur?
— Ya duvardaki mısralar, ne demişti serseri şair?
Duvar (S. 27/28)
Cehennem olup gitsin o bi-vefa sevgilisi
Garson, değiştir şunu kardeşim, Allah aşkına yeter.
Duvar (S. 29)
Şiirlerinde serbest vezni tercih eden şair, kafiyeye biraz yer vermekle beraber tamamen şekilsizlik içindedir. Serbest vezinle yazmak kanaatımca aruz ve hece ile yazmaktan çok daha zordur. Çünkü aruz ve hecede belli kalıplar vardır, bu kalıplar içinde söylenen sözler az çok ahenklidir kulağa hoş gelir. Halbuki serbest vezinde ahengi, ritmi yaratmak doğrudan doğruya şairin ustalığına kalmış bir meseledir ki; bunu şiirimizde Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Fazıl Hüsnü, Cahit Külebi gibi şiir tekniğine tamamen ve bihakkın vakıf şairler yapabilmişlerdir. Attilâ İlhan teknik ve ustalık bakımından su götürmez bir fukaralıktan sıyrılamamıştır. Şairin teknik fukaralığı yanına bir de şiir söylemedeki laübaliliğini ve itinasızlığını katarsanız şiirlerinin edebi kıymeti kolayca meydana çıkar. Öyle ki hiç beğenmediği ve hazret-i Akif diye alay ettiği Mehmet Akif bu kadar şiirden ve şiir dilinden uzak şeyler yazmamıştır.
Şiirlerindeki lisan hercümerci:
Tarz-ı kadim isimli hezeyannamesinde: (Ayıptır bu zamanda yâr deyip yâr işitmek) diyerek aklınca divan şiirini hicveden şair bir çok şiirlerinde divan şiiri istilâh ve terkiplerini aynen kullanmaktan çekinmemiştir.
Sisler bulvarındaki, “yıkılası hânede sekiz boğaz avcuma bakar” satırı “Viran olası hanede evladü iyal var” mısra’ının kötü bir kopyasından başka nedir?
Yine Sisler bulvarında; “diyarı gurbete düştüm yarim batıda kaldı,” satırındaki yâr kelimesine ne buyurulur?
Türkiyem şiirinde “Şehirler padişahı canım İstanbul” diyen Attilâ İlhan, “kahrolasın İstanbul” dediği Kirli Yüzlü meleklerde bakın ne şahane bir dil kullanıyor:
"Sayende sayeban olduk İstanbul şehri
Sayende sebil olduk aç kaldık sefil olduk
Yıldızlar dem çekti güvercinler gibi başucumuzda
Ve yaktı perişan eyledi sinei sad paremizi
Saplanıp hançer misali bir hilal"
Yine Sisler Bulvarı’nda Öküz şiirinden (!)
Gidinin imansızı yabanın domuzu ho
Ho öküz koca öküz ruşenâ öküz
Kaşında çifte lamelif gözünde kudretten yazı
Ho öküz koca öküz ebedâ öküz
Divan edebiyatı şairleri vezin zaruretiyle (O) yerine (Şol) kelimesini kullanırlardı. Attilâ İlhan da bir çok şiirlerinden bu kelimeyi bol bol kullanmıştır. Meselâ;
"Şol derecik viran çayı akar ekmek deyu deyu
Şol mübarek erkek eller yarattılar köprüyü"
(Sisler bulvarı S. 40)
Bu eski terimler, arabça farsça terkip ve kelimelerin yanında, yine o kadar bol miktarda halk ağzı kelime ve benzetmelerle yabancı kelime ve isimler var ki; insan kendini babil kulesinde zannediyor.
Yine Sisler bulvarındaki Öküz şiirinden; (!)
Bir su içer bilin mi hele yarabbi şükür
Aşka gelir bilin mi ulam ulam böğürür
Salyası iplik iplik boynuzları mıhladız
Bilhassa duvar’daki şiirlerinde halk ağzıyla söylenilmiş mısralara daha çok rastlıyoruz.
Şimdi bir türkü yakılmaz mı adına
Dal boylu, dalyan vücutlu çilekeş Ümmühan'ın?
Pehlivan ile birleşmiş macerası
Birinin bağrı oyulmuş, diğeri üryan kılınmış
Derken ağızdan ağıza yayılmış türküsü
Eksilmez dağların yağarı
Köz düşmüş yanar ciğeri
Var mola bundan beteri?
Pehlivan yıkıldın Ümmühan gibi Düştün mü Ümmühan pehlivan gibi.(Duvar S. 11 Ümmühan'dan)
Şüphesiz bu çeşit şiirleri frenkçe veya arapça-farsça kelimelerle dolu olan diğerlerinden çok daha ehveni şer, çok daha bizdendir.
Şimdi şairin Sisler Bulvarı ve Duvar’ından gelişi güzel aldığım yabancı kelimeleri sıralıyorum.
a) Arapça ve farsça olanlar:
Sulh-u müebbet, sayeban, cadde-i kebir, ebedâ, temennâ, sabi sübyan, rüşenâ hengame, yar-i vefakâr, şehrayin, dil-ruba, afâk, ser, erkân v.s.
b) Halk dili kelimeleri:
Yalap, eylim, usul, şaban, ılgıt, çatal matal, hoples, ataş, dellenmek, buğda, mintan, kirve, sağdıç, ulam, hınzır, gocunmak, gövermek v.s.
c) Batı dillerinden kelime ve isimler:
Raspail bulvarı, orfevre rıhtımı, la donna e mobiii, terra del fuego krapfen, lafayette, avenue wagram, chatelet, mardi gras, Concorde, kadet- ral, vini-prix, v.s.
Bu misallerden de şairin ne çeşit bir dil karışıklığı içinde bulunduğu kolayca anlaşılabilir.
Diğer taraftan Sisler Bulvarında hiç bir işaret ve büyük harf yoktur. Bununla şair bir orijinalite yaratmak istemişse de sadece gülünç olmuş ve bu konudaki bilgisizliğini ortaya koymuştur.
Netice:
Bütün bu yazdıklarımdan sonra Attilâ İlhan’ın yarına kalacak gerçek ve usta bir şair olmadığını söyleyebilirim. Kendisine şairlik vasfı az çok mevcut olmakla beraber ifade ve şiiriyet bakımından zayıf oluşu yarına kalmasına mâni teşkil edecek sebeplerin başında gelmektedir. Bu arada bazı güzel şiir ve mısraları varsa da, Attilâ İlhan şiir adı altında bütün yazdıkları ile mütalâa ve tahlil edilecek olursa: hüküm ve netice biraz acı ve aleyhinde olacaktır.
Fikir yazıları ve tenkitleri ise hiç bir zaman müptedi bir yazarın basit kalem denemeleri mahiyetinden öteye geçememekte ve sosyal realizm diyerek bağlandığı davanın acemice çığırtkanlığı intibaını vermektedir.
Romancılığına gelince:
Sokaktaki adam güzel bir roman sayılabilir. Attilâ İlhan’ın, kuru ve sevimsiz şiirlerinin yanında, bir roman tekniğine sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Bir zamanlar şairliğine inandığım Attilâ İlhan’ı kötü bir şair olarak yermek ne kadar acı ise, iyi bir romancı olarak takdir etmekte o kadar yerindedir.
Sokaktaki adam’ın romancılık tekniği bakımından tenkidi bana düşmez, ben sadece lalettayin bir okuyucu olarak onu hazla okuduğumu söyliyebilirim. Attilâ İlhan’ın kendisini tamamen romancılığa vermesi kanaatımca en yerinde bir hareket olacaktır.
Sokaktaki adam sağ olupta Sisler Bulvarı'ndan geçse idi, kendi haline muhakkak kendisi de ağlar ve Sisler Bulvarı'na lanet ederdi.
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Hisar, Sayı: 54, Ekim: 1954, S. 8-12

ŞİİRLERİ