Kalın ve kaba lodos, sokak lambalarını sallıyordu; gölgelerimiz bir sağa kayıyordu, bir sola; İzmir’in ışıkları, pır pır, uzaktan titreşiyorlardı; savaş yılları ama, henüz ‘karartma’ başlamamış. Lise kasketinin güneşliği altından, bir çift mavi göz, ciddi ve meraklı, bana bakıyordu; yağmurluğunun anlaşılmaz bir yerinden çıkardığı dergi tomarını, uzattı, fısıltıya yakın bir sesle dedi ki: "... bunlar, ‘Ses’ dergileri! Oku, kimseye gösterme sakın!”
141/142’nin hışmına uğramış, lise öğrencisiydim: Hapisten çıkalı bir kaç ay olmuş, okuldan ‘tardedilmişim’; herkes ‘vebalıymışım’ gibi benden uzak duruyor. Karşıyaka’nın tek kitapçısında, ‘Yeni Ses’ dergisini bulup alıyorum ya, merakım başka: daha önce yayınlanan ‘Ses’i nereden bulacağım? Uzaktan benimle ilgilenen iki öğretmen, merakımı, o akşam giderecektir: ellerindeki bütün sayıları göndermişlerdi.
‘Ses’ Abidin Dino’nun yönettiği, toplumcu bir dergi, hayli büyük boy, handiyse ‘tabloid’; deseni bol, çoğu Abidin imzalı; şiirler, iri punto dizilmiş; atılgan, gözüpek ve heyecanla yüklü! Dergileri, çatı katındaki küçük odanın, taban tahtaları altında saklamıştım, geceleri, herkes uyuduktan sonra, gizlice çıkarıp okuyorum. En çok da şiirleri: daha önce, ‘1+1=Bir’ adlı kitabı bulamadığım için, sadece adını bildiğim Şair Nail V.’yi. işte o loş ve yağmurlu gece okumalarında tanıdım: “Mavzer / omuzda / Kellemiz, bir bomba gibi / koltuğumuzda!”
Şimdi, yarım yüzyıl sonra, Nail V., bazı şiirlerini hâlâ ezberimden okuyabileceğim üç şairden biridir; öteki ikisi, Nâzım Hikmet ve Hasan İzzettin!
’O kanlı çorapları...'
1950 kışına kuşkulu ümitlerle, ağır 'sukut-u hayallerle giriliyor: Vakit Yurdu’nda, ‘Gerçek’ gazetesini çıkarıyoruz; bazı nöbet geceleri, demli çay, nemli kâğıt ve matbaa mürekkebi kokuları arasında, Nail V.’den bana, ‘Sarı’ Mustafa bahsediyor:
“-... KUTV’da okudu, Taisa diye bir karısı vardı, Rus orada kaldı! Çok çile çekmiştir; bilhassa, Müdüriyet’te; bir ziyaret dönüşü Hâlet’in elinde, onun kanlı çoraplarını görmüştüm!... ”
Yıllar sonra, o ‘çorapların’ çıktığı ‘ayakların’ acı hikâyesini, ‘Örümceğin Ölümü’nde okuyorum:
“...sanki bacaklarını, düşünmeden, bilmeden, farkında olmadan kendine doğru eskiden ekli durdukları gövdeye, kendi gövdesine çektiği zaman, adeta ayaklarını orada unutmuş, adeta bu ayaklar, yine yerli yerlerinde, eskiden oldukları, eskiden durdukları aynı uzaklıkta kalakalmışlardı gibi geldi ona. Bacaklarının ucunda ayaklarının varlığını... bu ayakların her zamanki ağırlığını duyamaz olmuştu, adeta. Âni, anlatılmaz bir kâbus, eğer bacaklarını yine yerli yerlerine, ayaklarıyla eski durdukları aynı yere hemen uzatıp, orada tek başlarına kalakalan ayaklara hemen ulaştıramazsa, eğer azıcık daha beklerse... iş işten geçecek, bacaklar ayaklara hiç, hiçbir daha kavuşamayacakmış... ve o hep, her zaman, oldum olasıya ayaksız kalacakmış gibi acayip bir kâbus içine düştü...”
(Nail V. / Daha Çok Onlar Yaşamalıydı, s. 119 / Scala Şiir Dizisi.)
O ‘Kâbus’un nasıl bir ‘Kâbus’ olduğunu, ancak Sansaryan Hanı’nın numaralı hücrelerinde ‘misafir olarak bulunmuş ’ işçiler ve aydınlar bilir.
'Atatürk taptığımız insandı...'
Ya kader ortaklığına ne demeli? Meğer Nail V.’nin başı da, aynen benim gibi, ‘Siyasi Polisle daha lisede okurken derde girmiş, şu işe bak!.. Lise’nin son sınıfında çıkardığı ‘Halka Doğru’ dergisindeki ‘Alev Yağmuru’ adlı şiiri, Konya Emniyet Müdürlüğü’ne ihbar edilir:
“...ihbar üzerine, Konya Emniyeti tarafından gözaltına alınır; tam da bakalorya (Olgunluk) sınavlarına hazırlanmaktadır. Sorgulamalardan sonra, onun yanında, yetkililerle Ankara arasında bir telefon konuşması geçer; telefonun öteki ucundan verilen tâlimatı, çok net olmasa da, duymuştur: ‘...bırakın çocuğu! Ayıptır!..’ Atatürk’tür bu tâlimatı veren” (Aynı eser, s. 17).
Nail V. diyor ki: “...ben bu şiirde Atatürk’ü değil, Muğla’daki ağaları benzetmişim derebeylerine! Atatürk biz gençler için müthiş bir dehâ, taptığımız bir insandı. Ona hakaret etmeyi düşünmem bile mümkün değildi, işgüzârın biri şiiri ters yorumlamış ve nezâret’e attırmıştı beni, sınavlara polis refakatinde gidip geldim...” (Aynı eser, s. 18)
Hep söylemez miyim? ‘Eski Tüfekleri’, Gâzi aleyhine konuşturamazsınız: onlar, hem yurt hem millet bilinciyle mücehhezdirler, yâni tarih bilinciyle!
ATTİLÂ İLHAN
Cumhuriyet Gazetesi, 16.5.1997
Taha Toros Arşivi, 001517074006

ŞİİRLERİ