20-21. yüzyıl Türk edebiyatının önde gelen şairlerinden Abdurrahim Karakoç, 46 gündür akciğer enfeksiyonu
tedavisi gördüğü Gazi Ü Tıp Fakültesi Hastanesinde 7 Haziran 2012 Perşembe günü solunum yetmezliği
sonucu son nefesini verdi, Hakk’a yürüdü. Cenazesi, 8 Haziran 2012 Cuma günü Ankara Kocatepe
Camisi’nde kılınan Cuma ve cenaze namazlarının ardından Bağlum Mezarlığı’nda Şeyh Abdülhakim
Arvâsi (1865-1943) Türbesi’nin yanında toprağa verildi.
Cenaze namazını, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez kıldırdı. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, TBMM
Başkanı Sayın Cemil Çiçek ve Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan, şairin kaybı dolayısıyla Türk ulusuna
ve ailesine birer başsağlığı mesajı yayımladılar.
Karakoç, 7 Nisan 1932 tarihinde Kahramanmaraş Elbistan ilçesinin Ekinözü (Cela) köyünde (1991’de
ilçe oldu) doğdu. Babası; halk şairi, çiftçi Ümmet Efendi, annesi ise Fadime Hanım’dır. Ünlü şair ve yazar
Bahaettin Karakoç’un kardeşi, şair ve eğitimci Ertuğrul Karakoç’un da ağabeyiydi.
Ekinözü Köyü İlkokulunu bitirdi (1944). Ortaokula gidemedi. Marangozluk öğrendi. Bir süre köyünde
çiftçilik, marangozluk yaptı. 1958 yılında Ekinözü’nde belediye teşkilatı kurulunca, muhasebeci olarak belediyede
memuriyete başladı. Mart 1981 ayında emekliye ayrılıncaya kadar bu görevini sürdürdü. Emekli
olunca ailesiyle Ankara’ya yerleşip Sincan’da sanat çalışmaları yaptı. Gazetecilik, köşe yazarlığı, şairlikle
geçimini sağladı.
Dedesi ve babası da şairdi. Ayrıca, Elbistan’da çok sayıda halk şairi yaşamaktaydı. Bu sebeple, halk şiiri
ikliminde doğup büyüdü. Küçük yaşlardan itibaren şiir yazmaya başladı. İlk şiirleri Elbistan’da yayımlanan
Engizek gazetesinde basıldı (1955). 1958 yılına kadar yazdığı şiirleri beğenmeyerek yok etti. 1958’den sonra
yazdıklarını Hasan’a Mektuplar adıyla 1964’te yayımlayınca ünü yayıldı. Âşık tarzı şiir tekniğini benimsedi. Hece ölçüsüyle mahallî söz dağarcığı ve ağız özelliklerini ustalıkla kullanmayı bildi. Ancak, bağlama çalmayı öğrenememişti. Mahlas almayı da düşünmemişti. Çok az şiirinde Karakoç mahlasına yer verdiği görülmüştür. Az sayıda serbest vezinli şiiri de vardır.
Şiirlerinde aşk, vatan sevgisinin yanı sıra toplumsal bozuklukları da ele aldı. Mizah yüklü yergi, taşlama
şiirleri gençler arasında ezberlendi. Siyasal, toplumsal bozuklukları eleştirdiği şiirleri dolayısıyla hakkında
otuza yakın dava açıldıysa da tamamından aklandı. Şiirleri; Fedai, Devlet, Töre, Bizim Ocak dergileriyle kendisinin
çıkardığı Yeni Ufuk ile Yeni Düşünce, Yeni Hafta ve Gündüz gazetelerinde yayımlandı. Gündüz ve Yeni Akit gazetelerinde
köşe yazarlığı yaptı. Yüze yakın şiiri, türkü ve şarkı biçiminde bestelendi ve ününe ün kattı. Musa Eroğlu ve Zekeriya
Bozdağ’ın bestelediği Mihriban, Mahzunî Şerif’in bestelediği Tohdur Beğ, Hâkim Beğ, Esat Kabaklı’nın bestelediği Gel Gayrı, Bayram Bilge Tokel’in bestelediği Dağ ile Sohbet, İncinmesin, Uğur Işılak’ın bestelediği Suları Islatamadım ve Ekrem
Çelebi’nin bestelediği Sultanım gibi. Dava şiirlerinden bir bölümü marş hâline getirildi. Hak Yol İslam Yazacağız şiiri gibi.
Her biri defalarca basılan kitapları, ilk baskı yıllarına göre şunlardır:
Şiir: Hasan’a Mektuplar (1964), Hatay Bülteni (Hasan’a Mektuplar’la, 1967), El Kulakta (1969), Haberler Bülteni
(1969), Vur Emri (1972), Bütün Şiirleri (1973), Kan Yazısı (1977), Suları Islatamadım (1980), Şiirler (1981), Kar
Sesi (1983), Dosta Doğru (1984), Beşinci Mevsim (1986), Gökçekimi (1991), Akıl Karaya Vurdu (1994), Gerdanlık I
(2000), Yasaklı Rüyalar (2000), Parmak İzi (2002), Gerdanlık II (2002), Yağmur Yerden Yağar (2002), Gerdanlık III
(2005), Barış Çağrısı (2009).
Deneme: Düşünce Yazıları (1990).
Sohbet, Söyleşi, Mektup: Çobandan Mektuplar (1996).
Bir grup şiiri Mehriban/Goşgular adıyla Aşkabat’ta Türkmen lehçesiyle basıldı (1996).
Doğuş Edebiyat (S. 20, 1983) ve Genç Kardelen (S. 9, 1998) dergileri “Abdurrahim Karakoç Özel Sayısı”
yayımladılar.
Hakkında Gazi Üniversitesinde 2001 yılında Gülsüm Saldere tarafından “Abdurrahim Karakoç’un Lirik Şiirlerinde Kelime
Dünyası” konulu yüksek lisans tezi hazırlandı.
Kendi deyişiyle; “Dağda bayırda, ay ışığında şiirler yazdı. Her şiirinin özü mutlak gerçeğe dayanmaktadır.
Gününü ve insanlarımızı yorumlamıştır.” Toplumsal bozuklukları eleştirdiği yergi, taşlama şiirlerinde
mizahi bir üslup kullandığı görüldü. Kahramanmaraş halk kültüründen seçtiği yerel kelime ve deyimler, kullandığı
ağız özellikleri şiirlerine türkü lezzeti verdi denebilir. Edebiyat araştırmacılarından bir bölümünün sanatıyla ilgili değerlendirmelerinden seçtiğimiz aşağıdaki cümleler, şairin sanat anlayışını daha iyi kavramamızı
sağlayacaktır:
“Halkın adına yergi, hiciv ve öfke Abdurrahim Karakoç’un şiirinin ana damarını teşkil etmektedir. Bunun yanı sıra, bir destan şairinin vatan, din, fazilet, ahlak övgüleri, şairdeki niyet ve vicdan temizliğini ilan edip durmaktadır.” (Ahmet Kabaklı,
Türk Edebiyatı, C. 4, 2002, s. 844-845).
“Onun mizacı, yergi şairliği ile özdeştir. Çirkinlik, bayağılık, hainlik ve zavallılık karşısında isyana varan bazan kırgın ve küskün bazan alaycı bir ruh hâli Karakoç’un şiirini örer. (…) A. Karakoç, hemen bütün şiirlerinde âhengi, şiiri ören kelimelerdeki
aliterasyon ve asonanslarda arar.” (Prof. Dr. Sadık Tural, Zamanın Elinden Tutmak, 1982, s. 155-159).
“Köküne, geleneklerine, değerlerine ve milletine bağlı, ufku açık, yerli zeminde sanat yapan çok değerli bir şairdi. Halk edebiyatımızın gerçek temsilcilerindendi.” (Mehmet Nuri Yardım, Yeni Akit, 8 Haziran 2012).
“A. Karakoç, 20. yüzyılda halk şiirimize yeni bir üslupla yeniden hayat verdi. Onun şiirlerini, yeni şiirler olarak okuyabiliriz. Geleneksel şiir tarzında yazdığı için ayrıca geleneksel tarzın da güçlü bir temsilcisiydi. Karakoç, öyle şiirler yazdı ki, bütün
toplum onun şiirlerini dilinden düşürmedi. Sadece, şiir değil, yazılarında da çok güçlüydü. Çok derin ifadeler yakalamıştı.” (Mehmet Doğan, Yeni Akit, 8 Haziran 2012).
Pakize Hanım’la evliliğinde üç evladı dünyaya gelmiştir: Türk İslam, Enderhan ve Mihriban.
Karakoç, âşık tarzı şiir geleneğini başarıyla kullanmış ve halk şairlerinin duyarlılığıyla halkın gözü, kulağı, yüreği, dili olmuşsa da o aslında Türk yenilik şiirinin toplumsal gerçekçi güçlü bir şairidir. Âşık, halk şairi değildir. Âşık tarzı şiirle yeni Türk şiiri
arasında bir köprü durumundadır değerlendirmesi, onun sanatına en uygun yaklaşımdır denilebilir. Onu, milletinin şair gönlüne taht kurduğu, ölümü hatırlatan güzel bir şiiriyle uğurluyoruz. Ruhu şad olsun!
HABERİN OLMAZ
Aylar tepe, yıllar dağ zincirleri
Zirveler aşarsın haberin olmaz
Dur durak bilmeden doğuştan beri
Mezara koşarsın haberin olmaz
Emanete benim diye bakarsın
Boş kalınca suya kazık çakarsın
Sırat Köprüsü’nde yatar kalkarsın
Ateşe düşersin haberin olmaz
Salıncak kurarsın, mor bulutlara
Körpe tay bağlarsın, kör umutlara
Muhkemdir kulluğun canlı putlara
Kıblesiz yaşarsın haberin olmaz
Yokluğa mı sonsuza mı yolcusun
Yollar tehlikeli, Allah korusun
Koca kâinatta bir damla susun
Kaynarsın, taşarsın haberin olmaz.
NAİL TAN
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi,
Haziran 2012, C: CII, S: 726, s. 473-475

ŞİİRLERİ