ABDÜLKADİR BULUT'A GEÇ KALMIŞ BİR YAKIM

Haydi şimdi sizinle, hep beraber bir resim yapalım. Dağlar şahanı arkadaşım Abdülkadir Bulut'un bir resmini yapalım. Önce, Anamur'dan bir fıstık yeşili alalım paletimize. Biraz, rüzgârda muz yaprağı hışırtısı, biraz küncü tarlası yorgunluğu, biraz bol yıldızlı bir Akdeniz akşamı, Gülnar'dan bir nar kırmızısı, sabah güneşinde parıl parıl yanan bir nar kırmızısı. Bağ bozumu sevinci, biraz gıncırdak coşkusu koyalım. Silifke'den yayla yolları türküsü, keklik havası.. Anamur Yolları'nı unutmayalım.. Ama önce, en önce; dağları taşları, çalıları çırpıları, inleri kovukları, düzleri koyakları koyalım paletimize. Her bir yerleri, her bir şeyleri koyalım... Murt çalılarını, tespi çalılarını, tespi giliklerini. Tespi gilikleri çok çok olsun... Tespi gilikleri çok gerekli.. Tozu dumana katan güz rüzgârlarında, savrula savrula uçuşup giden çaltı dikenlerini, kenger dikenlerini de koyalım.. Sabah yeliyle ekinlerin efil efil dalgalanışını da, Sabahın erkeninde fıstık tarlalarından fışkıran buharı.. Andızları, develik çiçeklerini, kırağı içindeki sütleğenleri, soğlukları, bobaççaları, pinarları, pürenleri, çiğdemleri, dağ güllerini, kekikleri, yavşanları, yarpuzları, naneleri, fesleğenleri, fesleğenlerin üstündeki su damlalarını, adaçaylarını, adaçaylarının üstünde kırağıları, çiy tanelerinden su içen kara gözlü karıncaları.. Kiraz ağaçlarını, nar ağaçlarını, iğde ağaçlarını, harnupları, yediveren güllerini, dalları kırılayazan ayvaları, asmaları, üzüm tefeklerini, çakal eriklerini, taş armutlarını, alıçları, çıtlıkları.. Ala öküzü, karasabanı, toprak sürmeyi, tavlı toprağı, tavlı toprağa tohum atmayı, Çatlak, nasırlı ellerle cıgara sarmayı, çakmak taşıyla yandırılmış kavla cıgara yakmayı, cıgaradan cıgara yakmayı.. Boğma rakı imbiklemeyi, boğma rakıyı sofranın ortasına bir mavzer gibi oturtmayı, rakı maşrapasını kapıp ölür gibi kafaya dikmeyi, 'Haydi yörüyek gardaşlar...' demeyi, sarhoş olup bağıra çağıra feleğin anasına avradına sövmeyi.. Ekmek atan kadınlara birer ana tanrıça Kibele gibi bakmayı, ekmek sacının üstünde fısır fısır pişen bazlamayı, yufka ekmeğini, azıkları, sıkmaları, sıkmaların içindeki otlu, maydanozlu keşi, sofraya bağdaş kurup oturmayı, duvar dibine çömelmeyi.. Kostak kostak andız tespihi çekmesini, Kefkilerden ayran içmeyi, su kabaklarını başına dikmeyi, bıyıklardan akan suları elinin tersiyle silmeyi, bıyık sıvazlamayı, Doya doya gülmeyi, doya doya ağlamayı.. Çobanları, çoban çeşmelerini, çoban çeşmelerinden su içen davarın çan seslerini, çoban 'hay huy'larını, çoban köpeği ürümelerini.. Gece akan suları, gece öten kuşları, gece kuşlarını, gece kuşlarının ötüşlerini, gece kuşlarının ötüşüne dalıp dalıp gitmeleri, bir cıgara yakıp türkü çığırmaları.. Sevda türkülerini, sevgiliye ayna tutmaları, sevgiliye mektup salmaları.. Yeni bir şiire başlamanın sancısını, 'tomatislerin' çiçeğe durmasını izler gibi yeni bir şiire başlamayı, yeni bir şiiri tomatislerin göğermesini kızarmasını izler gibi göğertmeyi, kızartmayı.. Dibek taşlarını, yuvak taşlarını, yayığı, yayıktaki eli, yayıktaki kınalı eli, ahhh o yayıktaki kınalı eli, güğümleri, helkeleri, çingilleri, iskeliçleri, Ve gürp diye bir lâfa başlamayı... Ve gürp diye bir lâfa başlayan "Boynu kirli adamları", 'Göynek'lerinin boyunları kirli adamları, tirfil tirfil göyneklerinin boyunları kirli adamları, kan ter içinde, imanı gevremiş ve boyunları kirli adamları... Dağ başlarını, dağ başlarında "avına erken duran şahanları", dağ başlarının şahanlarını... Arkalamaları, koluna girmeleri, güzel günlere hazırlanmaları, omuz omuza güzel günlere yürümeleri, omuz omuza güzel günlere yürürken türkü söylemeleri, karanfil kokan, tarçın kokan, kekik kokan, umut kokan, hasret kokan türküler söylemeleri... O büyük kavgayı, o büyük kavgaya hazırlanmaları, kucaklanan yoldaşları, kucaklanan dostları, hesapsız kitapsız sevmeleri, satılmaları, aldatılmaları, puştlukları, kan içicileri.. "Kabzanın ince yeri"ni.. Yurttaşlarımızı, dağ başlarında bir deri bir kemik yurttaşlarımızı, yayan yapıldak yurttaşlarımızı, mitilleri liyme liyme yurttaşlarımızı, Zehir zemberek hayatları. Haybeye geçmiş hayatları. Zebil olmuş ziyan olmuş hayatları. Zibil olmuş hayatları, Örselenmiş, buruşturulmuş, toza toprağa bulanmış, çamura cirke belenmiş yaşamları... Yaşanmamış yaşamları... Hiç yaşanmamış yaşamları... Hiç doya doya yaşanmamış yaşamları... Hiç doya doya şu güzelim dünyada yaşanmamış yaşamları... Hiç yaşanamamış yaşamları, 'Evvelâ, mahsus selâm eder, ellerinden öperim'leri, nöörüpbatırsın'ları, 'geeeç herif heç onnarı garışdırma'ları, a bizimgız nahalsın eyimin'leri, Hatma Gelin'leri, Eyşe'leri, Iraz'ları, Belikli Akış'ları, İrebiş'leri, Selvinaz'ları, Şerfe'leri, Gözel Dürüye'leri, Haceli'leri, Durmuşali'leri, Bayramali'leri, Tülü24 Memet'leri, Çerçi Yusuf'ları, Muacır25 Osman'ları, Irzı gırık Memedali'leri, Ahraz Hüsiin'leri, Aliçavış'ları, Bahşış Veli'leri, Gıllı Bekir'leri, Kekilli Camal'ları, Gora'lı Yusuf'ları, Çulsuz İrecep'leri, İşbaz İbiraam'ları... Yeni sürülmüş toprak kokusunu, toprakta çalışan insanın ter kokusunu, alınteri kokusunu, el emeği kokusunu, namuslu kazanılan el emeğinin kokusunu..., "Sen tek başına değilsin"leri. Sırdaşları. Mapusane arkadaşlarını. Voltaları. Gökyüzündeki bir top bulutu. Gökyüzündeki top top bulutları. Sıram sıram, salkım saçak bulutları... Gökyüzündeki kuşu. Gökyüzündeki çığlık çığlık kuşları, Mapusane avlusuna düşen bir yaprağı. Mapusane avlusuna döne döne düşen bir yaprağı. Mapusane avlusuna döneeee, döneee, dönee, döne düşen bir yaprağın çevresinde toplanan adamları. Büyülü bir şeye bakar gibi, avluya düşen yaprağa bakan adamları... Aşklarıyla sevdalarıyla, kavgalarıyla özlemleriyle pos bıyıklı, burma bıyıklı adamları... Avuçların içinde içilen cıgaraları... Savrulan ağız dolusu dumanları... Gözleri... Gözler hele biraz dursun... Gözler çakmak çakmak... Gözlerin pınarlarında birer yaş... Gözler hele biraz dursun, hele biraz dursun... Gözlerle çok işimiz var..., "Öfke taşıyan bir alını", "Onur veren bir yumruğu", "Bir de alın terini silen bir eli", "İçini kızartan bir narı", "Boyna atılmış bir yağlığı", Adamı dinden imandan eden deli bir maviyi, imanına kadar beyaz akbacık bulutları, ekin sarısını, murt morunu, kavurga tadını, bostandan yeni koparılmış hıyar kokusunu, 'tomatis' kokusunu, taze biçilmiş çimen kokusunu, çoban ateşlerinin bir yanıp bir sönen parıltılarını, su şakırtılarını, keklik seslerini..., Bunları hiç unutmadı. Bunları da koyalım paletimize. Bunları da koyalım resmimize... Bütün bunların üstüne biraz şiir ekeleyelim. Aşktan, sevdadan, umuttan, gelecekten, gelecek mutlu insandan, tüm bütünsel insana dair olan her şeyden söz eden bir tutam şiir ekeleyelim. Yoğuralım hepsini... Batırık yoğurur gibi, çiğ köfte yoğurur gibi, hamur yoğurur gibi..., "Karşı yolda bir yağız atlı vardı. Atlı değil de bir kara haber" geldi. "Sanki karanlık bir su ağzı"ndaydın. "Gittiğin yolları ay bastı" ay Abdülkadir. Şimdi ben senin resmini nasıl yaparım... Elinde, "üstü hüsnüyusuflu bir yağlık", "Gül yeriydi avuçların", "Türkü söylerdin sumak toplarken" ... Şimdi ben senin resmini nasıl yaparım?... "Ağıtlara tutulmadan cıvan ömrün", "Görünmez oldu artık güldüğün", "Ay böyle pusmazdı bulutların içinde", "Feleğin neydi (sana) kastı" ay Abdülkadir, ben nasıl yaparım şimdi senin resmini? "Katlanamadığım bir acısın, sümbül ile nergis arasında". Nasıl yaparım resmini, nasıl? Söyle bana, nasıl?

İsa Çelik

Andız Dergisi, 7. Sayı, Abdülkadir Bulut Özel Sayısı




ŞİİR PARKI