MEHMET ÂKİF ERSOY VE AZERBAYCAN ŞAİRLERİ

Bildiğimiz gibi Türkiye ile Azerbaycan arasındaki edebi-medeni alakalar daha XIX. asırda mevcut idi. Hala, XIX. asrın sonlarında Mirza Fetali Axundzade yazı meselesi ile alakalı olarak İstanbul’a sefer etmişti. Buradaki aydınlarla iletişim kurmuştu. Büyük mütefekkirden sonra İstanbul’da çıkan gazete ve dergileri Azerbaycan’da alıp okuyor, aydınlanıyor, aydınlar Avrupa muhitine yakın olan İstanbul hayatına ilgi duymaya başlıyorlardı. Bu asrın sonlarında milyoner Hacı Zeynelabidin Tahiyev’in maddi desteğiyle, Ahmet Bey Ağaoğlu’nun editörlüğü ile Bakü’de neşr olunan Kaspi gazetesinde Türkiye hayatına ait hayli materyal veriliyordu. XX. asrın ilk gazetesi olan Şerqi-Rus’da Osmanlı, İstanbul mevzuları hususi yer tutardı. Aynı zamanda ileri düşünceli aydınlar evlatlarını İstanbul’a tahsil almaya gönderirlerdi. Bu amiller Azerbaycan ve Türkiye arasında sanki kültürel köprü yaratmışlardı. Bu ziyalılar sayesinde Azerbaycan’ın fikir ve sanat hayatında Türkiye’nin izleri görünmeye başladı. Bu sahada özellikle Alibey Hüseyinzade, Ahmet Ağaoğlu, Mehmetağa Şahtahtlı gibi Azerbaycan aydınları büyük katkı sağlamışlardı.

Öte yandan XX. yüzyıl başlarında Azerbaycan edebiyatında dikkate değer yer tutmaya başlayan romantizm edebi akımı da çoğunlukla Avrupa’dan Türkiye yoluyla gelmiştir. Edebiyatımızda milli romantik şiirin temsilcileri olan Hüseyin Cavid, Muhammet Hadi, Ahmet Cevat gibi yazarlar da Rıza Tevfik, Abdulhak Hamit, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Recaizade Ekrem ve özellikle Mehmet Akif Ersoy gibi Osmanlı şair ve yazarlarının etkisi altında bulunmuşlardı.

Kudretli Azerbaycan şair ve dramaturgu Hüseyin Cavit 1906–1909 yıllarında İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesinde okumuş, Mehmet Akif’in öğrencisi olmuş, ondan etkilenmiş, hatta Akif’in başyazarı olduğu “Sırat-ı Müstakim” dergisinde üç şiir yayınlatmıştır. Bu rasgele değildir. Çünkü “Sırat-ı Müstakim” II. Meşrutiyet yıllarında İslam dünyasının her köşesinden gelen mektuplara yer vererek yaşanan sıkıntıları dile getirmede mühim rol oynamıştır.

Bilindiği gibi İslamcılık fikri, ideolojisi II. Meşrutiyetten itibaren daha hızla bazı yayın organları vasıtasıyla geniş kitlelere yayılmak istenmiştir. Bu ideoloji daima “Sırat-ı Müstakim” mecmuasıyla birlikte anılır olmuştur.

İstanbul Üniversitesi’nde Mehmet Akif’ten ders alan Azerbaycan’ın filozof şairi edebiyata Kur’an ve turan düşüncesiyle kadem basan Hüseyin Cavit vatana döndükten sonra da Türkiye’de öğrendiklerine, özellikle “Sanat sanat içindir” nazariyesine sadık kalmıştır. Bu nedenle “Peygamber”, ”Şeyh Sanan”, ”Hayyam”, ”Afet” gibi faciaların yazarı olan Hüseyin Cavit Sovyetler Birliği döneminde takip ve baskılara maruz kalarak represse edilmiştir. Sovyetler Birliği’nin ideoloji yöneticileri ondan pamuk tarlalarının, petrol kuyularını vasfetmesini ondan talep ederken büyük Cavit ısrarla yazardı:

Men fakat hüsnü-huda şairiyem
Yere enmem de sema şairiyem

Mehmet Akif gibi Hüseyin Cavit de islama gönül vermiş, imanlı, erdemli bir insan, “Bütün Müslümanlar ancak kardeştirler.“ deyişine bağlı bir sanatkâr olmuştur. Ondaki iman gücü sosyal hayattaki bütün zorlukların üstesinden gelecek bir hazinedir. “Avrupa’da her şey gördüm, imandan başka“ diyen Mehmet Akif imanı bir cevhere benzetiyordu:

İmandı o cevher ki, ilahi ne büyüktür,
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür!

Medeniyetin beşiğini İslam dünyası sayan, İslam medeniyetine ve prensiplerine bağlı kalmakla yükselmenin mümkünlüğüne inanan Mehmet Akif milli ahlakı, milli ruh telakki eder, onun iflasını en büyük ölüm sanırdı. O, Müslümanların mutluluk içinde yaşamalarını ve gelişmelerini isteyen bir ruhun insanıdır. Onun bu isteğinde aile ocağından yurt safhına, oradan da bütün İslam âlemine açılan huzur, rahat ve neşe özleyişi vardır. Savaş, bunalım ve yokluk yıllarının yoksul insanları Türk edebiyatında gerçek yüzleri ve sorunlarıyla ilk kez onun şiirlerinde ele alınır. Hüseyin Cavid’in de şiirlerindeki kahramanlarının çoğunluğu hayatın ve muhitin darbeleri altında ezilmiş, kederli, elemli insanlardır. Mesela O’nun “Küçük Serseri” eserinin kahramanı hayatın ağır girdabında çabalayan, hiçbir dayanağı olmayan bir çocuktur.

Zulmü fiskin, cinayetin yolunu,
Sedd için hapishaneler yapılır
Şimdi masum içen, sefalet onu
Mücrim elan eder, yarın asılır.

Hüseyin Cavit de Mehmet Akif Ersoy gibi milli ruh sahibi idi. Vatanını, halkını, milletini seven bir fazilet sahibi idi. O hem de Türk ellerine, Türkiye’ye bütün kalbiyle bağlı bir insan idi. Cavid yaradıcılığında Türkiye, Türkiye mevzusu her zaman baş mevzu olarak kalmıştır. O’nun “Türk Esirlerine” adlı şiiri bu bakımından önemlidir. Şiirde Cavid I. Dünya Savaşı zamanı Ruslar tarafından esir götürülerek Hazar Denizi’ndeki Nargin Adaları’na sürgün edilmiş Türk esirlerinin haline ağlamış, onların ağır vaziyeti şairin kalbini derinden yaralamıştır. Nargin Adası’nı “Yılanlar Yatağı” olarak adlandırmıştır.

İşte, kinli bir mezarlık ki, her gün,
Yığın yığın insan udar da doymaz
Sağlam vücutlar bile düşkün, ölgün,
Ümitsiz bir heykelden fark olunmaz,
Üryanlık, hastalık, açlık bir yana
Susuzluktan hep kurumuş dilleri.

Türk esirlerinin ağır haline acıyan şair defalarca onlarla görüşmüş, hatta onlara ders kitabı bile hazırlamıştır.

Diğer bir taraftan Mehmet Akif Ersoy İslâma gönül vermiş imanlı bir insan, O, bir şark medeniyeti hayranı idi. O’na göre Avrupa medeniyetine hayranlık şark medeniyetini bilmemekten ileri gelir. O, bu yüzden dikkati İslam medeniyetine yöneltmeye çalışmaktaydı. Mehmet Akif modernist İslamcılar arasında yer alırken, bütün gücünü Kuran-ı Kerim’den, fikirlerini ise Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh’dan almıştır. Bu birikimler Akif’e düşünce platformunda mücadele vermek imkânı sağlamıştır. Mehmet Akif gibi Şark medeniyetini, Şark felsefesini derinden bilen Hüseyin Cavid’in yaratıcılığına göz attığımızda İslam peygamberinin, şark fatihinin, şark şairinin, şark hükümdarının ve Şark âleminin doğru-dürüst bir şekilde anlatıldığını görüyoruz.

Mehmet Akif ile Hüseyin Cavid’i birbirine bağlayan meselelerden biri de Hak, hakikat ve iman meselesidir. Hüseyin Cavit de Mehmet Akif Ersoy gibi sanat idealleri uğruna mücadele vermiş, ne zamanın ne bir kimsenin karşısında mağrur başını eğmemiştir. Daima inancına ve sanatına sadık kalmıştır. Var olduğu sürece Cavid turan düşüncesiyle yaşamış ve yaratmıştır.

Mehmet Akif ile Cavid arasındaki bu benzerliklere rağmen ayrıldıkları noktalar da vardır. Cavid her zaman “Sanat sanat içindir.” düşüncesini desteklerken Mehmet Akif “Sanat sanat içindir.” deyişine her zaman karşı çıkmıştır. Ona göre şiir, “Libas hizmetini, gıda vazifesini görmelidir. Gerçeği her an ve bütün çıplaklığıyla yakalamalıdır.” Bu anlamada şiir toplumun isteklerini karşılamalıdır.

Mehmet Akif Ersoy bir istiklal şairidir. Kanımızca Mehmet Akif Ersoy’un “Safahat”ı olmasaydı bile tek bir “İstiklal Marşı” yeterliydi ki, şairin ismi Türk Dünyası tarihine yazılsın. Şair Türk milletine cesaret ve tahammül aşılamak için ve onda bulunan duyguları harekete geçirmek için şiirine “Korkma!” sözüyle başlıyor:

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Bayrak bir milletin bir milletin geleceğinin ve bağımsızlığının sembolüdür. Bayrağın sönmesi Türk milletinin istiklalini kaybetmesidir. Bayrak milletin yıldızıdır. Bayrağın kaderi ile milletin kaderi birbirine bağlıdır. Türkler bağımsızlıkları ve bayrakları uğruna her zaman kanlarını dökmüşlerdir. Bayraktan, bayrak sevgisinden söz açmışken bildirmek isterim ki, Mehmet Akif’in Azerbaycan edebiyatı ile irtibatı tek Hüseyin Cavid ile bitmiyor. Azerbaycan edebiyatının sevilen incilerinden, Ahmet Cevat yaratıcılığında da Mehmet Akif Ersoy’un derin etkisi görülmektedir. Mehmet Akif’in bayrak ve yurt sevgisi ile Ahmet Cevat’ın “Çırpınırdı Karadeniz” şiirinde fikirleri uyuşur.

Çırpınırdı Karadeniz, bakıp Türk'ün bayrağına!
Ah değerdim, hiç ölmezdim, düşebilseydim ayağına!

Bununla birlikte Mehmet Akif’in “Safahat”ında olduğu gibi “İstanbul” şiirinde Ahmet Cevat yalnız Türkiye’nin değil, bütün Türklüğün başkenti olarak gördüğü İstanbul’a ve Türklüğün kırılan umutlarına gözyaşı döker. Cevat’ın bu ağlaması, gözyaşı dökmesi samimiyet dolu bir ağlamadır. Çünkü bütün Dünya Türklüğünün umudu Türkiye’dir. Başkentin işgali de bütün Türk dünyasında büyük bir ümitsizlik uyandırmıştır. Şairin eserlerinde Bakü’yü kurtarmak için gelen Türk ordusundan ordumuz diye söz etmesi, İngilizlere Çanakkale’de ders verdik diye övünmesi de bu sebeptendir (İ.M.Yıldırım. Selam Türkün Bayrağına. İzmir. 1992, s. 37).

Şair 1918 yılında İngilizlerin Bakü’den kovulmasından söz ederken Akif gibi Çanakkale zaferini hatırlatıyor, düşmanlar için bu zaferin ağı olduğunu dile getiriyor:

Damağında Çanakkale ağısı
Senmisen Türk ellerinin yağısı?
İslam dünyasını ölüm çalğısı
Ölüm niyyetiyle yakan ingilis!

Şair Çanakkale savaşını uzaktan uzağa seyr etmesine rağmen, Ermeni çetelerinin 1918 yılının Mart ayında Müslümanların kutsal Nevruz bayramı günlerinde Bakü’de hiç bir suçu olmayan otuz binden fazla sivilin, Türk Müslümanın katledilmesini de unutmuyor, “Şehitlere” ve “Herbzadelere” isimli şiirlerinde bu faciaları tasvir ediyor.

Tarihden bellidir ki, Ermeni vahşiliklerinden hemen sonra İngilizler Bakü’de yerli Türklere divan tutmuştur. İngilizlerin yaptığı bu zulümleri şair şiirinde bu şekilde dile getiriyor:

Didilmiş bedenler, yolunmuş saçlar....
Dağılmış yuvalar görmek istesen
Kardan kefen geymiş yoksullar, açlar
O ellerde ne var bilmek istesen
Sene bir kamança her şeyi söyler
Men bir kamançayam tellerim inler

Mehmet Akif Ersoy’un şiirinin vurgunu olan ünlü şairlerinden biri de XX. yüzyıl Azerbaycan edebiyatının üstadı Muhammed Hüseyin Şehriyar’dır. O Güney Azerbaycan’da yaşayan bir Türk olmasına rağmen bu yüzyılda Fars ve Türk şiirinin en büyük temsilcisi olmuştur. Şair her zaman Türk edebiyatına saygı göstermiş, bu edebiyattan faydalanmıştır. Şehriyar bu edebiyatta en çok Mehmet Akif şiirine büyük ilgi duymuş ve onu defalarca övmüştür. Mesela şairin en büyük hayali Güney Azerbaycan’a gelmek, buradakilerle görüşmek olsa da O’nun bu hayali hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Şair hem de çoğu zaman bir istekle yaşamış, Türk dünyasını görmek, onlarla ilişki kurmak arzusunda olmuştur. Şair hatta hayalen “Nazlı Hilal Ülkesi’ne” adlı şiirinde Türkiye’ye seyahat eder gibi olmuştur. Çünkü Şehriyar da bir İstiklal Marşı hayranı idi.

Biz de islama gayıtdıg da, gelin elbir olag
Türklerin her iki dünyası gayıtsın yerine

Veya

Deyirem Akif ile gah cumalım
Üfügün cilveyi-maviyyetine

Şair İstiklal marşının hayranıdır:

Gelmişem nazlı hilal ülkesine
Fikretin ince hayal ülkesine
Akifin marşı yaşardıp gözümü
Baxıram Yehya Kemal ülkesine

Belli olduğu gibi Sovyet döneminde Türk edebiyatını okumak bile yasak edilmişti. Bu nedenle bu dönemde edebiyatımızda Mehmet Akif etkisi bulunsa bile onun adına rastlayamıyoruz. Bağımsızlık döneminde Bahtiyar Vahapzade ve Halil Rza Ulutürk gibi ünlü şairlerin şiirlerin de Akif’in adı saygı ile anılmaktadır.

Sayın dinleyiciler; hem Azerbaycan hem Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet başkanlarının sık sık dile getirdiği bir deyim vardır:

“Biz bir millet iki devletiz.” Tabi ki bu böyledir. Böyle olduğu halde bizim edebiyatımız medeniyetimiz de bir kökten gelmedir ve bu her zaman da böyle olarak kalacaktır. Ben de bir Türk olarak inanmakta ve övünmekteyim ki, Türk milleti daima Allah’a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır. Çünkü tanrı ilahi adaletin yeryüzünde hâkim kılma görevini Türk milletine bahş etmiştir. Türklüğün milli istiklal şairi ne güzel demiş:

Bir zamanlar biz de millet, hem de nasıl milletmişiz.
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyetin
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin.

LUTFİYE ASGERZADE
I. Uluslararası Mehmet Akif Sempozyumu

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI