AHMET KUTSİ TECER

Ahmet Kutsi Tecer folklor ve halk edebiyatı konularında özgün bilgi kaynaklarından beslenen önemli bir incelemeciydi. Nasrettin Hoca, Karacaoğlan gibi geleneksel büyük kültür değerlerimizle ilgili çalışmalar yayınladı. Halk oyunları, köy seyirlik oyunları, ortaoyunu konularında yazdıkları, meslekdaşlarına yeni görüş açıları kazandırdı.

İlk yazısı 18 yaşındayken Bolu’da çıkan “Dertli” gazetesinde yayımlanmıştı. “Selam” başlığını taşıyan bu yazıda, “Ben ömrümün sonuna kadar Anadolu’yu dinleyeceğim ve onun sesini dinletmeğe çalışacağım,” demişti. Kendine çizdiği bu yoldan 66 yıl süren yaşamının sonuna değin hiç ayrılmadı. Mütareke yıllarında Yahya Kemal’in çevresinde toplanan aydınlardan biri olarak Ahmet Hamdi Tanpınar, Ataç, Hasan Âli Yücel, Mustafa Nihat Özön gibi genç yazarlarla arkadaşlık etti. Adı onlar gibi Dergâh dergisinde tanındı.

Sivas Lisesi’ndeki öğretmenliği sırasında halk edebiyatına derin sevgisi sonucu, “Halk Şairleri Bayramı”nı düzenleyerek halk edebiyatının o yıllarda, o çevrede çalıp söyleyen temsilcilerini bir araya getirmişti. Düzenlenen yarışmada Şarkışlalı Âşık Veysel birinci geldi. Bu girişim, halk şiiri geleneğinin son büyük temsilcisi Âşık Veysel’in geniş kitlelerce tanınmasını sağladı.

Tecer, yine bu çevrede halk müziği sanatçısı ve araştırmacı Muzaffer Sarısözen ile tanıştı. Onun Ankara’da radyoda ve konservatuvarda görev almasına yardımcı oldu. Böylece halk müziğinin bilim yöntemiyle derlenmesi, seslendirilmesi, bir çağdaş kültür-sanat varlığı olarak yaygınlaşması gerçekleşti.

Tecer, eğitimci, daha sonra milletvekili, Halkevleri Bürosu şefi olarak görev yaptığı yıllarda, halk kaynağından beslenen sanat anlayışının kökleşmesine önayak oldu. Yönetmekte olduğu “Ülkü” dergisi, halk şiiri kaynağından ülke kültürünün ve sanatın da en geniş biçimde yararlanması yolunda yayın yapıyordu...

“Bir sanatçı olarak bence folklorun önemi, gerçek toplum hayatına, bilhassa köy insanın hayatına girmek için bir kılavuz oluşudur,” demişti.

Halk sanatının bütün dallarına yakın ilgisini hep sürdürdü. Halk oyunlarını derleme, değerlendirme, sahneleme konularıyla ilgilendiği gibi, bu konuya yakınlığını “Halay Çeken Kızlar” şiiriyle de dile getirmişti:

Tutun kızlar tutun, birleşsin eller,
Çalın sazlar çalın, kırılsın teller,
Dönün kızlar dönün, kıvrılsın beller
Siyah, uzun saçlar tel tel çözülsün.

“Bağlamacıya” şiirinde, geleneğin büyük temsilcilerini sevgiyle anıyordu:

Hani Dadaloğlu, Kuloğlu, Muslu?
Küsmüş parmakları, sazları yaslı.
Çal ozanların, âşıkların nesli,
Duyur sesini eski ustaların!

Kendi şiirlerinde de o ustalar gibi halk deyişlerinden, tekerlemelerden, deyimlerden yararlanmıştır:

Bahtım bahtım, ne açıksın!
Hele çıkmaz aylar çıksın.

(.....)

Bana alaylar getirsin,
Sana saraylar getirsin.

Halk yaşamı, halkın kullandığı araç-gereç şiirine yansımıştır:

Onlar, irili ufaklı,
Boyasız, kaba budaklı,
Eski çamlardan bardaklar...

Tecer’in neredeyse çağdaş bir ortaoyununu andıran “Köşebaşı” oyunu, kent yaşamını anlatırken geleneksel seyirlik oyunların anlatım biçiminden ustaca yararlanmıştır. “Koçyiğit Köroğlu” da sahne edebiyatımızda geleneğin beslediği başarılı ürünlerdendir. Elbette şiirinin de büyük kaynağı halk şiiridir. Etkilendiği başka bir kaynaksa Fransız “saf şiir” örnekleri olmuştur. Halk şiirinin kalıplaşmış ölçek ve duraklarına yeni ses ve söyleyiş olanakları katmıştır. Uyumlu, pürüzsüz, incelmiş, temiz bir şiir dili kurmuştur. Anlatımı apaydınlıktır. Ayrıntılı betimlemelerden neredeyse kaçınır. Söz sanatlarından pek az yararlanır.

Kimi şiirlerinde sembolistlerden gelen etkiler kendini gösterir. Örneğin “Nerdesin?” gibi eski şiirlerinde gizemli yanlar görürüz:

Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: -Nerdesin?

Bu çağrının nereden, kimden geldiği belli değildir. Ancak yaşamı derinden etkilediği, tutkuyla beklendiği anlatılır:

Bütün sevgileri atıp içimden
Varlığımı yalnız ona verdim ben
Elverir ki bir gün bana derinden
Ta derinden bir gün bana ‘Gel’ desin.

Yine bu eski örnekler arasında yer alan “Çıngırak” şiiri, ses öğesi öne çıkan çok beğenilmiş sevgi şiirlerindendir.

Bir gün parmaklığa elin varmadan,
Bir titreyiş gibi çalar çıngırak.
Mevsimler geçtikten sonra aradan,
Bu ses beni bir gün çağırsın, bırak...

(.....)

İt, işte önünde kapım aralık,
Oda bıraktığın gün kadar ılık,
Bir ince su sesi gibi -lık, lık, lık,
Gönlünden nedamet boşansın, bırak...

Başlangıçtan beri ölüm düşüncesi de onu pek çok uğraştırmıştır. “Besbelli” şiirinde kendi ölümünü konu edinirken ürpertici bir konuyu günlük yaşamın olağan çizgileriyle birleştirmiştir:

Besbelli ölümüm sabahleyindir
İlk ışık korkuyla girerken camdan,
Uzan, başucumda perdeyi indir,
Mum olduğu gibi kalsın akşamdan

(.....)

Evden çıkar çıkmaz omuzda tabut,
Sen de eller gibi adımı unut.
Kapımı bir kaç gün için açık tut,
Eşyam bakakalsın diye ardımdan.

Gençlik yıllarının Sivas’ında halk sanatını kaynağından seven ozan, soyadını da o yöredeki “Tecer Dağı”ndan almıştı. Yaşamı boyunca halkın sanat değerleriyle Anadolu coğrafyası onun üzerindeki etkisini sürdürdü. Köylerden görüntüler, köy yaşamı onun neredeyse dilinden düşmez:

Gönlümüz uymuş havaya
Sen de kanat ol yuvaya
Göçelim köye, yaylaya
Nola hey gönlüm nola!

Ancak, sevgiyle yöneldiği bu çevreye yaklaşımının geniş eleştirilere uğradığı ürünleri de yok değildir.

Örneğin:

Orda bir köy var uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.

demesini, enstitü çıkışlı genç yazarların gerçekçi köy edebiyatını geliştirdiği dönemde “Gidemediğin yer senin değildir!” diye düşünen aydın çevre, hiç de hoş karşılamamıştı!..

Tecer’in şiirinde doğaya geniş yer verilmiştir. “Tabiat Odam” şiirinde “hemşirem yağmur... kardeşim rüzgâr” demesi dikkat çekicidir. Kırlar, kuşlar, ağustos böcekleri, deniz, rüzgârlar, yağmur, günün farklı saatleri, mevsimler şiirinde geniş yer tutar.

İç Anadolu bozkırında bir tepenin adsız, belirsiz, uzak yamacındaki bir ardıç ağacını konu edinen 300 dizelik “Ağaç” şiiri, ozanın Anadolu toprağı, Anadolu insanı karşısındaki duruşunu dile getirir. Bu destansı şiir, doğa karşısında insanı ve yazgısını işler:

(.....)

Bozkırda, bu masal topraklarında,
Günlerin zinciri ayaklarında,
Tanrılar yüzünü çevirmiş ondan,
Bu ağaç göklerden inen bir çoban.

Yıldızlar bu gece kayıp bir sürü,
Ne çomar haykırır, ne bir gökbörü.
Ne gönül, ne duygu, ne us, ne inan;
Silindi büsbütün ağaç dünyadan.

Şimdi yer yer siyah, karanlık, sinsi,
Ne gök kaldı, ne dağ, ne de ötesi...

Doğa onun şiirinde soyut, adı sanı olmayan görüntüler dizisi olmaktan çıkar. Yurdun dört yanına yayılan kasabalar, kentler için güzellemeleri birbiri ardına sıralanır:

Görünmez bir debdebede,
Gönüllerden bir türbede,
Yeşil üsküflü kubbede,
Uyur Mevlana uyanık.
(Konya Destanı)

Tek parti yönetiminin milletvekili, resmi bir kültür-sanat dergisinin yöneticisi kırsal kesim insanını anlatırken neredeyse toplumsal gerçekçi nitelik taşıyan eleştirilerden de kaçınmaz:

Sen omzunda yorgan, elinde torban, Sen mevsim işçisi, büyük gezginci, Doğduğundan beri sen anan, baban, Orakçı, çapacı, ırgat ekinci. Sen, anan ve baban... Siz topraksızlar, Sizi ben tanırım uzun yollardan. (Bir toprak işçisine)

Toprak, ne satış ne bir ipotek,
Çiftçinin elinden çıkamaz.
Toprağı dağıtmak bize farz,
Çiftçiye farz onu işlemek.

Toprak demire kavuşmalı,
Köylüler enstitülerine.
Gömülmeli demir derine,
Köylüler okuyup coşmalı.
(Uçsuz Bucaksız Bir Toprakta, Ülkü Dergisi, 1942)

Ahmet Kutsi Tecer’in unutulmayacak şiirleri arasında, bu yazıda anılan “Çıngırak”, “Besbelli”, “Halay Çeken Kızlar”, “Ağaç” ile birlikte “Rüzgâr” şiiri de anılmalıdır:

Bu rüzgâr, bu deli rüzgâr bir ordu...
Sanırım bu korkunç kara orduyu
Bütün dünyadaki ruhlar doldurdu,
Bu korkunç geceyi ve bu orduyu.

(.....)

Ne mutlu bir rüzgâr gibi varlığı
Durmadan bir emel peşinde koşmak!

(.....)

Bu rüzgâr, bu deli rüzgâr bir akın...
Alnımdan aşıyor köpürmüş atlar.
Rüzgârlar, ya beni burda bırakın,
Ya beni göklere alsın kanatlar.

Ahmet Kutsi Tecer Batı şiirinden, evrensel insan değerlerinden kazandıklarını halk şiiri geleneğiyle, halkın yaşamıyla birleştirmiştir.

KONUR ERTOP
Bütün Dünya, Haziran 2011, S. 70-74

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI