Ahmet Kutsi Tecer'in Köşebaşı oyunundan bir sahne

AHMET KUTSİ TECER'İN
TİYATROLARINA TEMATİK BİR BAKIŞ

(.....)

GİRİŞ

Batı tesirindeki Türk tiyatrosunun dördüncü ve son halkasını oluşturan Cumhuriyet Devri Türk tiyatrosu; sahne ve tiyatro yazarlığı yönünden gelişmesini sürekli devam ettirmiş, gerek biçim gerek muhteva yönünden, yeni oluşumları sürekli desteklemiştir.

1940 lı yıllarda “adaptasyon ve uyarlama, dil ve üslup, oyun yazarlığı ve oyuncular, sahne imkânları, muhtevadaki çeşitlilik” gibi yönleriyle büyük bir değişim yaşayan Cumhuriyet tiyatrosu; özellikle 1950 sonrası yoğunlaşan kalem tecrübeleriyle, artık kendi kimliğini pekiştirmeye başlamıştır.

Türk tiyatrosunun yazar sıkıntısı çektiği bu dönemde oyunlarıyla kendisinden söz ettirmeye başlayan Kutsi Tecer; diğer türlerdeki eserlerinde olduğu gibi, tiyatrolarında da, Türk kültüründeki sosyal değişimi ortaya koymaya çalışır. Ancak Ahmet Kutsi’nin tiyatro yazarlığı, sanılanın aksine, “Köşebaşı”yla başlamaz. Bu sebeple, Tecer’in tiyatrolarının tematik incelemesine başlamadan önce, onun tiyatro yazarlığı serüvenini hazırlayan sürece kısaca göz atalım…

Kutsi Tecer’in tiyatro merakı, küçük yaşlarda başlar. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, İstanbul'da, Şehzadebaşı'nda gördüğü oyunlardan sonra oyun yazmaya kalkan Tecer; Kırklareli'ndeki mahalle arkadaşlarıyla, büyücek bir odada oyunlar sahnelemeye çalışır. Okuduğu romanlardan çevirme bu oyunlarda, kendisi de rol alır.

Tiyatroya duyduğu bu merak, Tecer'in oyun yazma istediğini de tahrik eder. Öğrencisi Süleyman Kazmaz; onun, “köylü ile şehirli arasındaki ayrılığı” işleyen Kadıköy Sultanisindeki bir müsamere için yazdığı iki perdelik oyununu şöyle özetler: “Şehirli bir zat var. Galiba milletvekili de... Bir köy yakınında dolaşırken küçük bir sığırtmaca rastlıyor, onunla konuşuyor. Akıllıca bir çocuk bu sığırtmaç... Milletvekili ona yardım etmek istiyor. Küçük çobanı alıp şehre getiriyor, evinde misafir ediyor, okutuyor; çocuk büyüyor, delikanlı oluyor. Kızını ona vermek istiyor. Fakat çoban bir türlü köyünü unutamadığından evlenmek istemiyor; kızı da sevdiği halde… Sonunda oğlan köye dönüyor ama şehirli kız da peşinden... Orada evleniyorlar.”

Kutsi Tecer; Milli Mücadele'nin sonlarına doğru kaleme aldığı epik bir piyesten sonra, toplumsal hayatı derinden etkileyen başka bir meseleyi de, yine on beş yaşın verdiği heyecan atmosferiyle kaleme alır:

“Halkalı'dan mezun bir genç, vazifeyle Anadolu'ya gidiyor. Köylüler arasında yaşıyor, yaşıyor ama onlarla konuşmasını bilmiyor, üstelik sözleriyle onları kırıyor: Ben okumuşum siz cahilsiniz diye... Köylü de tabiî onu saymıyor, ama köylü, devletin adamıdır diye ağzını açıp bir şeyler de söylemiyor. Bu memurun lâf maf dinlediği yok. Küllü ayıbından başka bir de zamparalığa kalkışıyor: Bir köylü kıza sarkıntılık ediyor. Kızın anası, babası, kardeşleri haber alıyorlar. Ellerine geçirdikleri kazmalarla, oraklarla herifin üzerine geliyorlar. İhtiyar bir çiftçi: ‘Orağı kirletmeyin!’ diye bağırıyor. Tabii adama da yol görünüyor.”

Bu heyecan dolu amatör kalem tecrübeleri sonrası, 1926 yılında Paris'e okumaya giden Tecer; böylece, tiyatro sanatı bakımından çok zengin bir memleketin oyunlarını görme fırsatını da yakalar. Paris'te Gemier ve Pitoeff ile karısının oyunlarını hiç kaçırmaz. Cocteau'nun “Orphee”sini tercüme eder. Hatta kendisini derinden etkileyen Claudel'in tüm eserlerini dipnotlar çıkararak okur.

Paris'ten döndükten sonra halk oyunlarını incelemeye başlayan Ahmet Kutsi; orta oyununda ve köylü temsillerinde çok sağlam bir tiyatro anlayışı bulunduğunu sezer hatta bunlardan faydalanarak bazı araştırmalar yapmaya başlar. Böylece, bir halk tiyatrosu kurabilmenin imkânlarını, "Köylü Temsilleri" adlı denemesinde ilk defa ve birçok yönleriyle ortaya koymaya çalışır. 22 Aralık 1939'da Ankara Devlet Konservatuarı’nda bir konferans olarak takdim edilen bu eser, köylü temsillerinden hareketle bir halk tiyatrosu kurabilme imkânlarını sistemli bir şekilde göstermektedir.

Bir "giriş" ile üç "bölüm"den oluşan bu yazı; asırlardır unutulan, kendi aydını tarafından göz ardı edilen Türk köylüsünün, hiç de yabana atılmayacak bir dram zenginliğine sahip olduğu dikkatlere sunulur.

Giriş kısmında yazar, köylü temsillerinden ne anladığını ve ortaoyunu ile olan bağlantılarını tespit eder.

1. bölümde, öncelikle temsil kelimesi üzerinde durduktan sonra, köylü temsillerine giriş yapar. Buradan, çocuk oyunları ile tiyatro eseri arasındaki ilişkiye geçilir, ardından, temsilî oyunlar ile çalgılı oyunlar (rakıslar) arasında sistematik bir ilgiden söz edilir.

2. bölümde köylü temsillerinin tasnifine (dinî, lâ-dinî) çalışılır. Köylünün geneli Müslüman olduğu için, ibadet yeri de cami ile mahduttur. Ancak bazı küçük mezhep kollarının düzenlediği âyin ve merasimler de vardır: "Merasim geziyle başlar. Hayvan kılığına girmiş üç kişi (tilki, deve) köyün evlerini gezerek yiyecek toplar ki buna (saya gezme) denir. Gece yarısı, bu hayvan taklidi yapan kişilerin ayağına takılan çıngırakların sesine, davul ve zurna sesleri de katılarak ortalığı çınlatır. Daha sonra, toplanan yiyecekler, pişirilerek müşterek yenir. Böylece, merasimin iki safhası da gerçekleşmemiş olur: (1. Gezi ve töre devşirme, 2. Müşterek yemek)

3. bölümde, köylülerin yeni bir tema olarak İstiklâl Savaşı’na yöneldiği ve bu konuda şiirler ile oyunlar söylediği belirtilmiştir. "Zeyil" kısmında ise, "arap, ölü, kıllı" tiplerinin yöresel benzerlik veya farklılıklarının örneklerle anlatılmasına yer verilmiştir.

Böylece "Köylü Temsilleri", Tanzimat'la başlayan ve Batılılaşma akımına borçlu olduğumuzu söyleyip durduğumuz dram sanatının başka biçimde, çok tanrılı çağlardan beri ülkemizdeki varlığını ispatlayan, bu alanda yeni araştırmalara ışık tutacak bir deneme olmuştur.

Kutsi Tecer; Anadolu'da Batıdan aktarılmış tiyatrodan başka bir tiyatronun varlığını, bir köy tiyatrosu iddiasını ortaya atmış ve bunu da, eseriyle ispatlamıştır. Ardından; bütün kuvvetini sözden alan "Yazılan Bozulmaz" oyunu ve peş peşe yayımladığı dört eseriyle, ulusal halk sanatıyla modern tiyatroyu kaynaştırma yolunda hayli mesafe almıştır.

1931 yılında Sivas'ta edebiyat öğretmenliği yaptığı sıralarda, lisede Şinasi'nin "Şair Evlenmesi"ni sahneye koyan Ahmet Kutsi; böyle bir oyunu seçmekle, nasıl bir tiyatro anlayışının peşinde olduğunu da açıkça göstermiştir.

Ahmet Kutsi Tecer'in "Arkadaş Hatırı" isimli radyo skeci ile birlikte; "Didonlar, Avşarlar, Yüzük Oyunu, Ali Süavi..." gibi sahne ışıklarına çıkamamış veya tamamlanamamış bazı oyunları da vardır. Bu eserler; sanatta mükemmeli arayan Tecer'in kendine özgü titizliği ve vakti gelmedikçe bu oyunların ortaya çıkmasını istememesi yüzünden, hem tamamlanamamış hem de tiyatro edebiyatı tarihimize kazandırılamamıştır.

Kısaca ele aldığımız bu süreçte de görüldüğü gibi Ahmet Kutsi; oyunlarıyla, çağdaş kültür ile halk kültürü unsurları arasında bir köprü kurma gayreti içinde olmuştur.

(.....)

Not: Ahmet Kutsi Tecer'in Köşebaşı oyunu, Devlet Tiyatroları’nın ilk sahnesi olan Ankara’daki Küçük Tiyatro’nun açılış oyunu olma özelliğini taşıyor (27 Aralık 1947). Eser, The Neighbourhood adıyla İngilizce’ye çevrilmiş, ABD’de sahneye konmuştur. 2008 yılında tekrar sahnelendi, yönetmen Ahmet Kutsi Tecer’in kızı Leyla Tecer’di.

VEYSEL ERGİN
Karatekin Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1(1), S. 50 - 53

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI