İLHAM PERİSİ

Ahmet Kutsi Tecer, lisede psikoloji öğretmenimizdi, ama beni ordan hiç hatırlamadı sanırım. Bir gün dersten sonra, yanına gitmiş,

- Hocam, benim şiirlerim var okur musunuz? diye sormuştum;

- Yo, şiir yok demişti. Başka ne diyebilirdi! Bütün çocuklar ozandır; her genç, yaşamının bir döneminde şiir yazar. Okumaya razı olsanız başedilir mi? Benim de başıma geldi öğretmenliğimde, kendime göre yöntemler bulmuşumdur savuşturmak için. Yalnız öğretmenliğimde mi? Hayır; ozanlık yaşamım başladığından beri kurtulamamışımdır bu tür başvurulardan. Bunların hiç biri de, büyük bir ozan «keşfetme»nin mutluluğunu bağışlamamıştır bana.

Rahmetli Tecer'le, sonraları dostluk, arkadaşlık kuruldu aramızda. İkimiz de, bir ara, İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümünde öğretmenlik yaptık. Tiyatro tarihi okuturdu Tecer, ben de fonetik diksiyon dersi verirdim. Kimi gün, akşam üstü birlikte çıkardık okuldan, Kalamış'a, Todori’ye giderdik. Ağırbaşlı, sakin, hatta yavaş bir adamdı Tecer, uzun ve ağır konuşurdu. Bir gün bana, her yıl yaptığı folklor araştırma gezilerinden birinde başından geçen bir olayı anlatmıştı.

Bir gün, akşama doğru bir köye konuk olmuş. Köyün âşığını bulmuş. Jandarma karakolunun önünde, bir ağacın altına yer sofrası kurulmuş, rakılar açılmış... Ancak bir tehlike varmış o bölgede; istediği kızı alamayan bir delikanlı dağa çıkmışmış, arada bir baskın veriyormuş köye. Muhtar, jandarma komutanı, dikkatli bulunulmasını söylemişler. Neyse... Aşık başlamış sazını çalmaya söylemeye. Tecer, tam kadehini kaldırmış ağzına götürürken cuvvuu... diye bir kurşun sesi duyulmaz mı? Fakat Ahmet Kutsi hiç istifini bozmamış, kadehini, ağır ağır ağzına götürüp rakısından tatmış, sonra gene ağır ağır indirip sofraya koymuş. Bir de ne görsün! Muhtarın, jandarma komutanının, aşığın yerinde yeller esiyor. Korkup kaçmışlar.

Meğer baskın filan sözkonusu değilmiş hiç, karakolun merdivenlerinde oturan bir jandarma eri, türküden aşka gelip yanlışlıkla tüfeğinin tetiğine basıvermiş... Durum anlaşılınca muhtar, jandarma komutanı, âşık gelip gene yerlerine oturmuşlar ve gösterdiği soğukkanlılıktan, yüreklilikten ötürü kutlamışlar Tecer'i. Oysa bir soğukkanlılık, yüreklilik örneği değildi bu, ağır hareketli Ahmet Kutsi Tecer'in doğal davranışı idi.

Yukarda anlattıklarımdan, onun sıkıcı bir insan olduğu sanılmasın. Ben çok hoşlanırdım sohbetinden. Ağır anlatıyorsa acelemiz ne! Üç dört şiirine gerçekten hayran olduğum bu değerli sanat ve düşün adamımızın çok zengin bir yaşantısı vardı. Anadolu’yu ve halk şiirini iyi tanırdı, Anadolu halkının geleneksel töreleri ve törenleri konusunda, kendi araştırmalarına dayanan yeni görüşler atmıştır ortaya.

Bunlardan biri, Karacaoğlan’ın, bizim bildiğimizden daha önce yaşadığına ilişkindi. Bir gün bana, "Belki de bir prens" dediğini unutmuyorum. Hepsinden önemlisi ise, Ahmet Kutsi Tecer’in, Anadolu gelenekleri içinde, ilkçağ Anadolu uygarlık ve kültürünün bir yeri bulunmadığına, tek kaynağın Şamanlık olduğuna ilişkin görüşü idi. Ama bu görüş ile, kültürümüzün kaynağı olarak ilkçağ Anadolu uygarlıklarını benimseyen görüş arasında bir tartışma çıkmadı ortaya. Bu bir talihsizliktir. Ben de ilkçağ Anadolu kültür ve uygarlıklarına düşkün biriyim; üstelik, o çağ ile bizim yaşadığımız çağ arasında bir süreklilik çizgisi bulamasam da, belli bir kültür gereksemesi ile seçilecek geçmiş konusunda özgür bulunulduğu görüşündeyimdir. Ama bizim Anadolu uygarlığımızda Şamanlık etkisi böylesine önemli bir yer tutuyorsa neden öğrenmek istemeyeyim?

Dahası var; ilkçağ Anadolu uygarlıkları aşıklısı Cevat Şakir (Halikamas Balıkçısı), bu tutkusundan ötürü, I.S. beşinci yüzyıl Atina uygarlığının temsilcisi olan Sokrates - Platon - Aristo üçlüsünü yerin dibine batırdı diye ben de ona katılmak zorunda mıyım? Bu konu da açıkça ve gereğince tartışılmamıştır bizde. Yalnız bu konuda mı? Hiç bir konuda. Kolaylığa, rahatlığa, üstünkörülüğe hiç de elverişli olmayan düşün dünyası için büyük bir sakatlıktır bu. Mistikliğimizden mi, yoksa felsefesizliğimizden mi dersiniz? Bu dizideki yazılarımda güttüğüm başlıca amaçlardan biri de bunu araştırmaktır diyebilirim. Düşünüyor muyuz, düşünmüyor muyuz?

Ahmet Kutsi Tecer, konuşurken ne denli sabırlı ise, dinlerken de öylesine sabırlı idi. Bir gün arkadaşı Necip Fazıl Kısakürek, ona öylesine uzun bir söylev çekmiş ki, sonunda bu sabırdan utanıp, «Insupportable’ım değil mi?» diye sormak zorunda kalmış. Ahmet Kutsi Tecer ise, o eşi bulunmaz dinginliği ile, «Hayır, supportable’sın» diye yanıtlamış onu.

Ölümünden çok yıl önce şiiri bırakmıştı. Ozanların bir gün gelip şiir yazmaktan vazgeçmelerinin nedenini hep merak etmişimdir. Bir buluşmamızda bu konuyu Tecer’e açtım, «Yoksa ilham perisini mi darılttınız?» dedim. Rahmetli, «Ah...» dedi, «Onu bir elime geçirsem bırakır mıyım hiç.»

MELİH CEVDET ANDAY
Cumhuriyet Gazetesi, Akan Zaman Duran Zaman köşesi, 6.6.1983

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI