Herkes susunca konuşmak için “Sivas Ağıtı”nı
bir hafta sonraya ertelemiştim. Sivas’ın Alevleri ile
bütünleşmiş olan, Aziz Nesin’i de bu arada yitireceğimizi
nereden bilebilirdim.
Bu dünyadan göçen, sadece Türk yazınının yaşayan iki devinden biri değil. Bir büyük düşünür.
Bir büyük yürek. Bir büyük inanç ve savaş adamı.

Nesin’le ilk tanıştığımda lise öğrencisiydim. Tanışıklığım
“Deliler Boşandı” ile başlamıştı. Derken
kitap okurken birden kıkır kıkır gülen insanlar görür oldum... Tanışıklığım sürdü.
Kültür Bakanlığı görevimin en unutulmaz yanlarından
birisi, kitaplarından tanıdığım çok kişi ile
karşı karşıya, yan yana gelmek oldu... Haldun
Taner’le, Aziz Nesin’le ayda iki tam gün birlikte
çalışmanın değeri benim için ölçülemezdi.
Nesin, Kültür Yüksek Kurulu’nun her toplantısına en hazırlıklı gelenlerden olurdu. Karşılığında
hiçbir şey almadığı bir işi, bu ölçüde ciddiye alan,
onun kadar ünlü birisi daha acaba var mıdır?
Birikimi ve eşsiz zekâsına karşın, kendi düşüncesini
dayatmaya kalkışmazdı. Hükümetin ve kurulun
içinde bulunduğu ortamın gereklerini göz
önüne almaya özen gösterirdi. Gerçekçiydi.
Kendini tatmine yönelik bir “entel” değil, toplumuna
bir şeyler verebilme savaşımının sürekliliğinde, “gerçek bir aydın”dı.
Bir keresinde -saygısı nedeni ile- yapmaktan
kaçındığı bazı “sınıfsal tahlil”leri, benim yaptığımı
görünce şaşırmıştı...
Aylarca süren bir çalışmanın ürünü olan, “Kalıcı Bir Kültür Siyaseti"ne katkısı büyüktü.

Hükümetten ayrılmıştık.
Saygılarını sunmak için sıraya giren bazı tipler
ortadan yok olmuştu. Kendilerine bütün gücümle
yardımcı olmak için “özel” çaba gösterdiğim bazı
sanatçılar, artık burun kıvırıyorlardı.
Fransa’dan davet edip, tüm olanaklarımızı önüne serdiğimiz bir tiyatro adamımız, “Devlet bize
hiçbir zaman destek olmadı; köstek olmasın da razıyım” diye demeçler patlatıyordu. Ünlü bir sesin
oğlu olan bir müzik adamımız da kendisine
gösterilen ilgi ve yardımların karşılığını şöyle vermekteydi:
- CHP’nin kültür politikalarının ve uygulamalarının, Demirel’inkinden bir farkı yoktur. Bu devletten
ne beklenir ki!
Ve kendisine bir şey verilmeyen, tersine kendisi -adıyla ve katkılarıyla- çok şey veren Aziz Nesin,
gür sesini bir kez daha yükseltti. Birlikte yaptıklarımızı,
yapmak istediğimiz halde yapamadıklarımızı savundu. Hiç zorunlu olmadığı halde, benim
“ilerici bir kişi” olduğumu söyledi.
Aziz Nesin farklıydı!
Çünkü kendisini kanıtlamıştı. Birtakım “entel”
grupçuklara yaranmak zorunda değildi. “ Ben
şöyle söylersem, acaba onlar ne der" kuşkularının çok çok üstüne çıkmıştı.
Numaracı cumhuriyetçilerin içten ve dıştan sırtlarının
sıvazlandığı bir dönemde, her zamanki netliği ile bana şöyle diyordu:
- Geçmişte Atatürk’ü eleştirmiş olmaktan dolayı
şimdi utanıyorum! Her geçen gün gözümde
daha da büyüyor!

Bu yazıyı yazarken tanıdığım bir bayan telefon
etti.
Eşinin mezarını ziyaretten geliyormuş. Uğur
Mumcu’nun mezarının başında dua okuyan, üstü
başı yırtık, 10-12 yaşlarında bir çocuk görmüş.
Duygulanmış...
O çocuk Mumcu’yu okumamıştı, tanımamıştı.
Ama sevgi ve saygı duyuyordu.
Nesin’e, Mumcu’ya küfredenler... Onları hapislere
tıkanlar... Birtakım savcılar, yargıçlar... Birtakım
Marmaris emeklileri...
Hepsi, hepsi unutulacaklar!
Ama Sivas’ta meşale olan, ölürken ölümsüzleşen 37 insanımız, Mumcu’larımız, Nesin’lerimiz (ve tabi Ahmet Taner Kışlalı'larımız - Semiramis Kanbak) hep yaşayacaklar!
AHMET TANER KIŞLALI
Cumhuriyet Gazetesi, 9 Temmuz 1995

ŞİİRLERİ