"İki yüzlü okur" demişti Baudelaire anlaşılmamanın ya da
okunmamanın yarattığı hayal kırıklığıyla. Şair muhatap ister elbet, daima ona konuşur. Gelgeldim kararsızdır okur, vefasızdır ve bir adım ileri giderek söylersem, hercaidir. Bu son niteleme, günümüz açısından çok daha geçerli görünüyor bana. Tüketilebilen görüntüler ve ikonlar arıyor okur artık. Medyalar da
yaratıyor yeni ikonları. Giyim sektöründe olduğu gibi yazın alanında da modalar çabucak değişiyor. Moda isteyelim istemeyelim, kimi şairleri tedavülden kaldırıyor, yerlerine onlardan daha değersiz olanları geçirebiliyor.
Şiir antolojilerini karıştırırken bir kez daha düşündüm bunları. Günümüzün şiir okurlarından kaçı (şairlerinden değil)
Celal Sılay ile Emin Ülgener’i anımsıyor acaba, şiirlerini bulup okuyor? Sılay’ın kitapları niye yeniden basılmıyor? Ülgener ise hepten unutuldu, kimi antolojilerde yok bile. Şiirlerini kitaplaştırmayı da kimse düşünmüyor.
Orhan Burian’ın Kurtuluştan Sonrakiler adlı seçkisinde Sılay’dan 11, Ülgener’den iki
şiir var. Memet Fuat Çağdaş Türk Şiiri'ne Sılay’dan beş şiir almış. Ülgener’in adı geçmiyor. Ataol Behramoğlu da anmıyor
Ülgener’i, buna karşılık Sılay’dan beş şiir almış Büyük Türk Şiiri Antolojisi’ ne. Belki bir süre sonra Celal Sılay da kurtaramayacak kendini Emin Ülgener’in yazgısından: Üç beş şair dışında kimse tarafından anımsanmayacak.
Oysa, Sılay da Ülgener de Necip Fazıl ve Fazıl Hüsnü etkileri taşımalarına rağmen, önemsenmesi gereken şairler olarak
görünmüşlerdir bana hep. Metafizik içerikli şiirler yazmışlardır. Özgün bir ses edinmeye çalışmışlardır. Türkiye’de metafizik şiir üzerinde durulduğunda Sılay ve Ülgener’in mevzi kazanacaklarına inanıyorum. Şiirlerini yeniden okuduğumda garip
bir duyguyla ürperdim. Belki ölümün ya da boşluğun ürpertisiydi. Karanlığın. Yaşadığımız günlerin neon parıltılarını emen karanlığın. Geldiğimiz ve gideceğimiz gizemli yerin. Sonsuz sonun.
Şöyle diyor Celal Sılay "Sual" şiirinde:
"Zincirlerle çekiyor işçiler / güneşi yatağımın başına / Ben nasıl çıkarım bu
kirli yüzle / Güneşin karşısına? / Kuşlar başucuma toplanmış / Perdeleri açılıyor sabahın / Ben nasıl sokarım bu tembel vücudu / Bahçesine Allahın? / Kim gönderir satıcıları / Kapımın
eşiğine salar? / Ben nasıl alırım mallarını / Ancak kendilerine yetecek kadar / Gece örtülüyor üstüme / Uyutmak için zannederim / Kim yaşatıyor beni hâlâ / Cevap isterim."
Emin Ülgener’den de iki kıta yazıyorum: "Ölü" şiirinden:
"Duyuyorum, bir sır gibi duyuyorum / Odamda geziniyor ruhum / Yine her akşam yattığım yerde / Yakılmakta mum / Geziyorum, pervasız geziyorum / Ahret şarkıları dilimde / Bana
ait gemiler dolaşıyor / Masmavi sahilimde."
Şiirleri gölgelenmeye başlayan başka şairler de var elbet. Başta Cahit Irgat ve Sabri Altınel olmak üzere. Belki de her
şairin yazgısı bu: Unutulup gitmek, sonra birkaç kişi tarafından anımsanmak. Sılay ve Ülgener’den verdiğim örneklerin havasını yansıtan bir şiirle bağlayayım. Yine unutulan Şükrü Enis Regü’nün şiiriyle:
Akşam Olur:
"Akşam olur / Gün çekilir komşu bahçeden / Dağılır evlere yağmur kokusu / Ve bir ninni gibi dolar gözlerimize / Alaca karanlıkların uykusu / Başlar ibadeti perdelerin / Arılar kovanına / Kuşlar yuvasına döner / Ezanı bize kalır minarelerin."
(Milliyet, 1993)
AHMET OKTAY
İnsan Yazar Kitap, S. 154-155

ŞİİRLERİ