LEYLA ERBİL'E MEKTUP 3

   8 Ocak 1957
Cehennem

Leylim,

Korkunç bir kış bu. Kar diz boyu. Donmuş, pusuda bir kar. Havada sis, havada cam tozu gibi pis ve yapışkan bir nem. Adamakıllı da gribim var. Kendimi salı- veremem! Bilirim, bu da bir düşman. Doğa, şu öncesiz ve sonrasız düşmanımız... Kendimi salıversem hesabım tamam! Sen, önce sen, sadece sen kurtarıyorsun beni. Sana yâr, sana kul olabilmenin ne mene zorlu ve yüce bir yönü var bir ben bilirim. Tapınmağa değer başın için ve kesenkes mert olan yaşantım için yemin edeyim diyorum ama aramızda buna lüzüm yok diyeceksin. Evet canım uyanıkken arasız her lâhza beynimde, yüreğimde ve yalnızlığımdasın.

Uykularımdaysa rüyalarım salt sana adanmış. Psikanalistliğin tutmasın gene! Ama yaşadığımdan daha kesin bir gerçek bu; rüyalarımda senden ve şenle ilgili nenlerden gayrı hiçbir nen yok. Bunu da ben kendim kurmuş, düzenlemiş olamam ya! Rüyalarımda da gene kulun, biricik sevdalımın. En güzel ve en şaşılacak yönü de bu galiba. Hani “böyle şuurlu rüya nasıl olur?” deme. İnan bana. Rüya gerçi, beraberiz ya da yanındayım, seviyor, dövüşüyor, tartışıyoruz. Aslında da çok “rüya” olan yüzün, bütün öznelliği, benzersiz ayrıntılarıyla uykularıma hayat veriyor. Seviyor ve hiç kesileceğini sanmıyorum bu rüyaların. Sen ne dersin buna?

Bilirim seninçin birkaç dakikalık analitik bir düşünme meselesi bu. Çözer atarsın. “İşi ya da içi neyse, düşü de o olur insanın” diye bir de kesinliğe varırsın. Oysa, bunları yazmağa üşenmediğime göre bu halimden sevinç ya da muştuluk duymanı istiyorum herhal. Adsız, bellisiz, ansız bastıran arzular, kapılmalar vardır. Bu benimki de böyle bir istem. Ama sen hep acımaya, iradesizliğe yorarsın da arada bir tartışma belâsı daha yaratmış olmayayım diye sana söylemek de istemiyordum.

Bu kadarı mümkünsüzü, çaresizi, dünya, “dünya” olalı böyle benzersiz ve tek olanı, görülmüş mü ki sevdânın? Gene de bildiğin ve belki de şaştığın halde, sıkılıyor, usanıyorsun, sevdiğimi söylememden. Beni vurduğun ve galiba ölüm yaraları açtığın yönüm de bu işte. Bense anlatmak, kafana, yüreğine, derinin altında dolaşan asıl ölümsüz rüzgârına işlemek istiyorum: Öyle seviyorum ki üstüne yâr sevemem. Öyle seviyorum ki senden gayri hiçbir nen, hiçbir kavram olamaz, tutamaz beni.

Seni, bugüne dek sevdiğim, iş-dert edindiğim, hiçbir kimseye, hiçbir düşünceye benzetemem. Seni, senden gayrı hiçbir nenle ölçemem, mukayese edemem ve sana yalan söyleyemem. Seni, sana rağmen hiçbir eyleme zorlayamam. Arzum ne olursa olsun, dilerse ecele derman olsun, seni, salt kendim için, senin -diyelim istemeyerek katıldığın- yüreğinde yaşamayan bir duyuya götüremem. Yenilgiyi önceden kabul etmiş sayma beni. Yaratma’da yenilgi olamaz. “Yaratılan” olmadıkça “yaratan”dan bahsedilemez çünkü!

Burada o müthiş karanlık gelip şuracığıma oturuyor. Utanıyorum. Seni sevebilmek yetisindeyim. Utancım, karamsarlıktan utancım, bundan canım. (Şimdi sırası gelmişken söyleyeyim, senden izin istiyorum, ölmek için.) Ama bu sana düpedüz saygısızlık, affet. Aslında bunu daha bir sona, kitabımızdan ve pek yakın olması gereken nisbeten “iyi” günlerden sonraya, ama “hemen sonraya!” bırakmışım. Bunda da bi güzel, bi doyulmaz tat var ki senden gelir yalımı. Seninle dolu, seninle acılı, seninle ayılmayasıya sarhoş, ölmeliyim. Yahut bitişim, sonum böyle olmalı.

Sen gene yazmamakta, umursamamakta, tınmamakta ve “lâhavle” demekte devam et. Sahi, ille istiyorsan ve sana bir hayrı olacaksa, sence gerekse, bundan böyle HİÇ YAZMAYAYIM. Biliyorum İMKÂNSIZ bu. Ama doğaya da Tanrı’ya da, milyarla yaşayan, milyarlarca ölen insanoğullarına göre de bu şimdiki yaşantım, sevdân da imkânsız.

Bir “ imkânsız ”ı sürüp gidebiliyorum. Onu da göze alırım canım. Yeter ki sana bir hayrı dokunsun. Zorla beni sevmeni, bana acımanı istemediğim gibi; gene zorla bana katlanmanı da istemiyorum. Anlamanı, duymanı umarım canım.

“Yünlü”nü aldın mı? İlettim. Bir aksilik olmadıysa aldın sanırım. Kulunun fukaralığına ver ve lütfen kabul et. Kabul edeceğine hem de sevinçle hem de minnetsiz kuşanacağına inanmasam iletmezdim zaten... Hayat bir tarafıyla ne kadar rezil; son iki hafta içinde 13 + 5 + 8 = 26 delikanlı öldürüldü, bu işte. Ama bunlar üzmesin seni. Ekmek uğruna ölüyorlar. Yoksa sen sıcak, sen yumuşak giyinesin diye değil.

Senin sıcak durman, senin esenliğin, senin mutluluğun salt benim meselemdir ve imânla, yürekle söylüyorum: SALT BENİM MESELEM. Çıkarsız, tepeden tırnağa gerçek, pervasız hem. Gözlerini öperim, yahut bir halt edemem!

Kulun
[İmza]

AHMED ARİF
Leylim Leylim, Ahmed Ariften Leylâ Erbil’e Mektuplar, S. 171 - 174

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI