ÖZDEMİR ASAF'IN ŞİİRİ

Lavinia, Türk edebiyatının son yarım yüzyılında sevgiden söz eden en ünlü şiirlerinden biridir. Özdemir Asaf’ın 1950’lerin sonunda yaygınlaşmış edebiyat “matine”lerinde “r”leri yutarak kendine özgü bir biçimde seslendirdiği bu sade şiir, en çok alkışlanan ürünlerdendi. Uzun yıllar radyoda okundu, sevgi şiirlerine yer veren derlemelerde daima yer aldı, şimdi de internet sitelerinde dolaşıyor...

Örneğin Ahmet Muhip Dıranas’ın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Nazım Hikmet’in, Cemal Süreya’nın, Ataol Behramoğlu’nun şiirlerini benimsemek derinleşmiş bir şiir beğenisi, ya da belirli bir dünya görüşü gerektirir.

Özdemir Asaf’ın söz konusu şiirinin seslendiği çok geniş topluluk ise -büyük çoğunluğuyla- iyi şiire ulaştıracak bir hazırlıktan geçmiş de değildir!

Yeni kuşakların beğenisini kazanmayı sürdüren bu gösterişsiz şiiri, Haluk Oral’ın “Şiir Hikâyeleri, 2008” kitabı, -ünlü “Lavinia” şiirininin konu edindiği genç kadından söz ederek yeniden gündeme getirmişti.

Şiirin izini süren Prof. Oral’ın anlattıklarına eğilmeden önce, ozanın dizelerini anımsamak yararlı olacaktır:

LAVİNİA

Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme Lavinia.

H. Oral, şiirdeki genç kadının gerçek adını tiyatro sanatçısı Mücap Ofluoğlu’nun “Bir Avuç Alkış, 1985” kitabından öğrendiğini bildiriyor:

“1958-1959 tiyatro mevsiminde, Strindberg’in ‘Matmazel Jüli’sini sahneye koyarlar. Mücap Ofluoğlu bu oyunun giysilerini Mevhibe Beyat’ın çizdiğini belirttikten sonra, Mevhibe, Güzel Sanatlar Akademisi’nde okuduğu yıllardan beri güzelliği ve cana yakın dostluğu ile çevresini etkilemiş, sevgilileriyle, şiirlere yansıyan çekiciliğiyle ünlü bir şairimizin Lavinia’sı olmuştu’ cümleleriyle Lavinia’nın kimliğini açıklar.”

H. Oral daha başka kaynaklara da uzanıyor. Böylece şiirdeki Lavinia’nın gizlenen gerçek adının “Mevhibe Beyat” (1925-2007) olduğunu öğreniyoruz. Oktay Akbal’ın akrabasıymış. Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirmiş. Resim yapmış, şiirler yazmış, modacı arkadaşı Melda Kaptana ile birlikte çalışmış. Bir ara İhan Selçuk’la, bir ara da Öztürk Serengil’le evliymiş. Özdemir Asaf’ın şiirindeki adın kaynağı ise Roma tarihidir: Lavinia, Romalıların atası olan kral Latinus’un kızıydı. Latium’daki Lavinium kenti, onun onuruna kurulmuştu... Özdemir Asaf’ın sevgiyi, sevgiliyi konu edinen daha birçok şiiri vardır:

SAÇLARI

Bilmiyorum ne vardı saçlarında
Rüzgâr mı delice eserdi,
Gözlerim mi öyle görürdü yoksa...
Saçlarının her hali hoşuma giderdi.

Özdemir Asaf, 1940’ların alaycı, taşlamacı şiirine örnekler vermeyi daha sonraları da sürdürmüştür. Kahramanı “küçük adam”dır:

KALIN İSTASYONU

Kalın istasyonu müdürü
Hasan Kalabalık...
Kalın istasyonu hareket memuru
Hasan Kalabalık...
Kalın istasyonu gişe memuru
Hasan Kalabalık...
Bir akşam, memurlarını
Akşam yemeğine çağırdı.
Yenildi, içildi geç vakitlere kadar,
Hikâyeler anlatıldı.
Kalın istasyonu müdürünün evinde
O gece yatıya kalındı.

Özdemir Asaf’ın şiirinin geniş topluluklara ulaşmasının nedenlerinden biri, sık sık sevgiden üstelik açık, yalın bir biçimde söz etmesidir. O, asıl kolayca akılda kalan, kısa şiirleriyle ün kazanmıştır:

TELAŞ

Yaşamak değil,
Bu telaş beni öldürecek

JÜRİ

Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
Birinciliği beyaza verdiler.

SAYGI

Sana güzel diyorlar
Sakın olma.

ULTRA

Bir kelimeye
Bin anlam yüklediğim zaman
Sana sesleneceğim.

SEVİNÇ

Bana bir mektup geldi,
İçinden ben çıktım.

Düşüncenin ozanı olmayı amaçlamıştır. Okurunu düşünmeye çağırır. Herkes kendi kendisine düşünebilmeli, bu düşüncesinin insanı olmalıdır:

DÜŞÜNGÜ

Hepsinin gelmesini bekleme;
Bir kişi gelmeyecek.
Sen alışmayasın diye,
Korkmayasın diye,
Düşünesin diye...

Kendine yetmen için...
Herkesin kendinden kaçacağı yerlerde
Sen kaçmayasın diye.

Gelenler gitmeyecekmiş gibi...
Doğumlarda ölümlerde
Duyasın diye.

Bildiğini bildirmek için
Bilmemeyi öğrenmelisin.
Tam kalasın diye.

Hepsinin gelmesini bekleme,
Sen var olasın diye.
Bir kişi gelmeyecek,
Sen, bir olasın diye.

Şaşırtıcı, beklenmedik sözler söyler. Mantıksız görünen böyle tümceleri, dillerde dolaşır: “Dünya kaçtı gözüme”

“Bir leke, silmeyegör,
Leke kalır, sen çıkarsın.”

Kimi zaman çelişkileri dile getirmiştir:

Canbaz düşüp can verir; tükenmez
kalem doldurulur, kırılmaz cam
tamir edilir...

Kuşağının yaygın izleklerinden yaşama sevinci, onun şiirlerinde de kendini gösterir:

Sabah; bir yeni dünya gibi geliyorsun;
Öylesine süslü, öylesine sadesin ki...
Sen o kadar güzelsin ki sabah,
O kadar güzelsin ki.

Sigortacılık, gazetecilik yapmıştır; basımevi, içkievi işletmiştir. Bu iş kolları onu hareketli yaşamın içine yöneltmiştir. Sanatçıların kalabalık ortamıyla kuşatılmıştır. Buna karşın şiirlerinde yalnızlıktan sıkça söz eder:

Yalnızlık paylaşılmaz.
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.

İstanbul’un semtlerini, eski şarkıları anarken derin bir duyarlığın içindedir:

ŞARKILAR

Her şarkının götürdüğü yer başka,
Hepsi başka başka sinmiş içime.
Biri, Büyükdere’ye götürüyor,
Biri, on altı yaşımın Kadıköy’üne.

’Kimse sevgimi bilmez’şarkısı
Eskiden ağlatırdı beni;
Şimdi düşündürüyor.

Şarkıları konu edinirken geçmişle bugünü karşılaştıran derin duyarlıklı başka şiirleri de vardır:

ESKİDEN

Ne güzel şarkılar vardı eskiden,
Gençliğimizi donatırlardı.
Hep iyi şeyler hatırlatırlardı
Geçip gitmiş devirlerden.
Sevgi ve ümit yaratırlardı.
O zaman her şey uzaktı ölümden.
Yanık şarkılar bile neşeli başlardı.
İster istemez saadet taşardı
Gamsız gözlerimizden.
Ne güzel zamanlar vardı eskiden

Her karşılaşmalarında, Sabahattin Eyuboğlu’nun ondan, “Onarmak Zordur” şiirini okumasını istediğini anlatır:

Şarkılar değil de
Hep kulaklar bitiyor,
Onarmak zordur.

Bir yürek üşümüş
Kapamış kapılarını,
Onarmak zordur.

Bir şey yitirilmiş
Hiç eskimeyecektir
Onarmak zordur.

İnsanın içine düşen korku
Özgürlüğünden olmuştur,
Onarmak zordur.

Ölümü düşünmek yenilmek,
Sevmek ölümü yenmektir
Onarmak zordur.

Elbette toplumsal sorunlar karşısında eleştirileri olan bir aydındır Özdemir Asaf:

YAZISINI BEKLEYEN BİR TAŞ İÇİN BİR YAZI

Güzel çirkinliklerle, çirkin güzellikleri
Değerlendiremeyen saraylar kuruluyor.
Değerlileri satıp tüm değersizlikleri
Pazara sürmek için pazarlar kuruluyor.

BİLDİRİ

Bizler savaş ölüleriyiz,
Bundan böyle karşı karşıya
değiliz;
Bildiririz.

Dille hesaplaşan, gücünü dilden alan bir şiirdir onunki. “İn vivo, altro, ego, mythe, tentation, incognito, vixit” gibi yabancı sözleri kullanması yadırganır. Ancak onun, “düşüngü, gidenek, birikik, bakı” gibi yeni Türkçe sözcükler ürettiği de görülür. “Yeni sözler demeye geldim yeni seslerle” der. Döneminin Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Oktay Akbal’a kadar uzanan edebiyatçılarında yaygın Türkçe sevgisini o da -kendi anlatımıyla- dile getirmiştir:

“Türkçeyi sevmek demek, onun bir ses veren parçasından sesler veren cümlesine kadar nesi varsa onları yeryerce ve durumlarca hırsız veya yalancı yapmamaya çalışmak demektir... Atılgan veya sinsi, köle veya esir kalmamak, bol veya ucuz, kolay veya yanlış harcamamak lazımdır. Bitişiklerini, yanaşıklarını, incelik, kalınlık düzenlerini keyfince bozmamak demektir.”

Sözcükler karşısındaki tutumunu anlattığı bir şiiri vardır:

NASIL

Havalarda yakalar da tilcikleri (sözcükleri) ben,
Atarım gene havalara, havalara atarım,
Ve tutarım da onları tam düşerlerken,
Nasıl atarım, nasıl tutarım anlamam,
Anlamlarına basıp kendimi de atarım,
Seni düşünüyorumsa kendimi tutamam...
Nasıl uçmam, nasıl düşmem anlamam.

Özdemir Asaf, “Yaşadığımı şiirlerimde en yoğun yönleriyle, en kesin sandığım biçimlerde, en kısa olduğuna inandığım ölçülerle verdim, veriyorum, vereceğim,” demişti. Şiirinin bu çalışma tasarısına neredeyse bütün bütüne uyduğu söylenebilir.

KONUR ERTOP
Bütün Dünya, Ocak 2012

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI