"İnsanlar vardır, insanlığın yüzakıdırlar. İçlerindeki ışığı gözlerinde taşır, yol gösterici birer fener gibi dolaşırlar aramızda. Onların görevi karanlık ruhları aydınlatmaktır. Bir kömür madeninde, incecik elmas damarıdır varlıkları. Saf ve değerlidirler. Ama masumiyetleri aptallık değildir. İyi yürekli ve yumuşaktırlar, ama kötülüğe taviz vermezler."
Yukarıya alıntıladığım sözler (M.G. Kırıkkanat) bir rastlantı sonucu ilişmeseydi gözüme, işim daha kolay olacaktı. Çünkü bu betimlemenin etkisinden uzak, ama oradaki yorum, gözlem ve saptamalarla örtüşen bir biçimde anlatmaya çalışacaktım "Yılkı Atı"nın yazarı Abbas Sayar'ı.
Yine de varsın olsun; "İnsanlar vardır, insanlığın yüzakıdırlar" derken çoğul bir anlatım kullanmış sayın Kırıkkanat. Öyleyse Georges Moustaki'nin bulunduğu bu "çoğul"da, "Dünyaya bakışı sevecen, dingin, emekten ve emekçiden yana ve has yürekli" bir başka güzel insana, sevgili Abbas Sayar'a da yer olacaktır kuşkusuz.
Abbas Sayar... Yıllar yılı "dikenlerin üstünde gitme"nin, için için alazlanan bir hüznün, acının ve beter bir yalnızlığın ağulu ilmiklerini taşırken yüreği; 12 Ağustos 1999 tarihinde sustu bu yürek. Şimdi O, "boşluğa takılan ses"inin kanat çırpışlarıyla "seyretmekte alemi..."
Bilgeliğini sessizce... Düşünce ve yapıtlarıyla hayatımızı kolaylaştıran ve güzelleştiren tüm insanlara vefa borcumuzun olduğunu hesaba katarsak; Abbas Sayar'ı anmak, borcumuzu vefayla yoğurmak sayılacaktır. Anmak, tanış-biliş olduklarımız için kullandığımız bir sözcük...
"Bilgeliğini sessizce/sessizliğini bilgece" yaşayan; yazar, şair, ressam, gazeteci Sayar'ı tanımış ve hele aynı ortamda soluklanmışsanız bir kez, O'nu hasretlerle anmamak imkânsızlaşır. İlle de bir eski dostu, "İşte öylesine anımsamak" gibi değildir Sayar'ı anmak. O; romanları, özlü sözleri ve şiirleriyle zaten anımsatır kendini sık sık... Ve tutar ellerimizden, yolumuzu aydınlatır ışık ışık...
"Bir noktadan yola çıktım/Nokta bitti" diyendir O.
"Hiçbir yıldız göğe uzak değil/Hiçbir aşk düşünceye./Sen okyanusta bir ada/Ben Kızılırmak'ta su..." dörtlüğü de O'nundur.
"Baktım, toprağa düşecek gibi değil su/Tohumu buluta ektim." sözünün altında da O'nun imzası vardır.
Yaşamı, alışık olmadığımız bir düşünce boyutuyla irdeleyen Sayar'ı tanıyanlarca; böylesi sözler, daha derin ve yoğun anlamlar içerir.
Abbas Sayar'ı tanımak O'nu tanımak, kuşkusuz O'nu sevmek demektir. Kendimizi yeniden keşfetmek ve iç dünyamızı yeniden "örgütlemek" demektir. İş bununla bitmez tabii. Tüm zorluğuna ve "zulmüne" karşın hayata tutunmayı öğrenir, severiz insanları. Ayrımcılık nedir bilmeyiz. Özgürlükten, barıştan, emekten ve emekçiden yana kullanırız tercihimizi.
1923 yılının 21 Mart'ında Yozgat'ta doğduğunu, 40 yılı aşkın bir süre, ortağı Şahin Duran'ın desteğiyle bir matbaa işlettiğini ve Yozgat'ta Bozok adlı yerel bir gazete çıkardığını söylemek kolaydır. Ve kolaydır "Yılkı Atı", "Çelo", "Can Şenliği", "Yorganımı Sıkı Sar", "Dik Bayır", "Tarlabaşı Salkım Saçak", "Anılarda Yumak Yumak" (Öykü-roman), "Gönül Sandalı", "Sereserpe", "Neco'ya Mektuplar I-II", "Boşluğa Takılan Ses" (Şiir) adlı yapıtlarından söz etmek... Ama sanıldığı kadar kolay değildir, bir insanın iç dünyasına yolculuk edip, onun acılarına, sevinçlerine, kahırlı yalnızlıklarına dokunmak.
Can Şenliği Sayar, -birazcık- "Can Şenliği" adlı yapıtındaki, "yokluğun kuru çöpe çevirdiği" Hüseyin Ağa'dır. Hüseyin Ağa salt yoksul değil, "belinden düşenlerin zulmüne uğramış" bir yalnız adamdır. Bekçilik yaptığı bağın sahibi kendisine bir eşek alınca; yalnızlığını, terk edilmişliğini unutur. Artık onun da bir yoldaşı, bir "can şenliği" vardır... Hüseyin Ağa, "can şenliği" dediği eşeğine anlatır derdini artık. Bir yerde de şöyle der eşeğine: "Herkesin şu dünyada kendine göre okkası dirhemi oluyor. Bilen biliyor, bilmeyen bir tutam mercimek sanıyor".
Bir şiirinde, "...kapalı bir kapı sanıyordum kendimi/meğer ardına kadar açıkmışım." diyen Sayar; hüzünlerini, kahırlı yalnızlığını ve acılarını bir Kızılderili kabile reisinin "vakarı" ile kendine saklasa da / dostlarına karşı "ardına kadar açık" olmayı da bilgece bir çizgide tutmayı bilmiştir. Yaptığı resimlerle, romanları ve şiirleriyle O'nu anlamak niçin güç olsun ki!..
Ne var ki, 76 yıllık ömrünün uzun yalnızlığında "anlaşılmamış olduğunu" çok kez düşünmüştür kuşkusuz. Bir şiirinde, "...ben bir donuk yıldızda oturuyorum/geceleri gökyüzüne bak//geceleri gökyüzüne bak/gözlerine bir nokta ışık oturacak." demesi bundandır belki. Ve "yeter görün bu kadar intikamı/beni veballerim tüketirler." dizeleriyle, halden anlamayan duyarsız insanlara sitem etmediğini söyleyebilir miyiz? İşte tam bu noktada Aziz Nesin ustanın şu derinlikli sözünü yadetmek yerinde olacaktır: "Kimileri, beni anlamadıklarını bile anlamadılar."
Uyanacakmış gibi...
Evet Abbas Sayar, kendisini anlamayanlara, "Can Şenliği"nde çok bilgece bir yanıt vermiştir. Yapıtın finalinde, kıştan yaza çıkılırken temizlenen yangın yeri enkazının altından "... sanki iyisinden uykusunu almış, biraz sonra uyanacak gibi" bir ceset çıkar. Evlatlarınca terk edilen, yalnızlığını "can şenliği" eşeğiyle paylaşan Hüseyin Ağa'nın cesedidir ortadaki. Cesetin etrafına toplananlar arasında oğlu Salim de vardır. Başı önüne eğiktir ve bu kez o, babasının yalnızlığındaki payını düşünerek acı çekmektedir. "Biz bu zulme çoktan layık idik." dedikten sonra, sesi dört bir yanı tutan bir çıldırmışlıkla bağırır... Ve Can Şenliği, babasına zulmeden Salim'in şu sözleriyle biter: "Ne olacaksa, bu dünyada zulüm edenler, biraz da ettiklerinin karşılığını yine burada bulmalı."
Emeğe saygılı ve barışçı
Özgeçmişini anlattığı şiirinde, yine o çelebi tavrı ve istihzalı tebessümüyle, "Anam ilaç yapmış düşürmek için / Bakın ki işe dostlar / O bile çok görmüş bana yaşamı / ...rivayete göre, çok ağlamışım / ondan mı, neden bilmem ama / tükenmez dertlerle ağrır başım." der.
Abbas Sayar, yaşadığı kültürden getirip, imbiklerden damıttığı "can" dostluğunu, insan sevgisini, has yürekliliğini şiirlerine de taşımıştır. "İnsanlar için iyilik dolu yüreğim / İçimde onların yeri ayrı, yurdu ayrı / Bir başısevdalı garibim / Kimsem yok dünyada insandan gayrı//Bir ucunda dünyanın / bir çocuğun ayağına diken batsa / canım yanar / Elimde avucumda bir şey yok, neyleyim / kalbimi size verdim insanlar..."
Can Şenliği'nden yoksun
Ölümünden epey bir süre önce (yani Ayvalık'a yerleşinceye dek) Yozgat'taki bir otel odasında şiirleri, yazıları, kitapları, radyosu, duvardaki divan sazı; bir "can şenliği"nden yoksun da olsa, bir Kızılderili şefinin vakarıyla içine gömdüğü onca uzun yalnızlığıyla geçen (hayır geçmeyen) Abbas Sayar'lı bir zaman... Otel odasının açıldığı koridorun sonunda dost sohbetlerine tanıklık eden saksı saksı çiçekler, şiirler, özlü sözler, duvardaki sürrealist resimler O'nun ellerinde hayat bulan ürünlerdir. Bu ürünler ki, yalnızlığın, hasretlerin dışavurumlarıdır bir bakıma.
Şimdi söz Çetin Altan'ın: "Kendimiz seçtiysek yalnızlık lükstür, eğer kendimiz seçmediysek zulümdür yalnızlık." (Düşünürüm ki, sevgili A.Sayar'ın böyle bir lüksü hiç olmadı.) Yoksa, "Gemiler/Sığındırmayın beni bir limana/Alıp götürün/sonu bulunmaz okyanuslara..." der miydi?..
Çokyönlü bir sanatçı Abbas Sayar'ı yitirdiğimiz gün bir kez daha anladık ki; bir resimden daha kalıcı, bir resimden daha gerçek değil hayat... O'nun, "senin insan dediğin rivayetten ibarettir!." demesi bundandır kuşkusuz...
Ve o gün, yazar Gülten Akın'ın söyledikleri de önemlidir: "Sayar, yerel ve genel kültürü birleştirebilmiş değerli bir yazın adamı olmuştur. Sadece Yılkı Atı'nı yazmış olsaydı onu yine değerli bulacaktım". Özellikle ve altını çizerek belirtmek gerekir ki, Sayar'ı tek bir yapıtıyla (Yılkı Atı) anmak; O'nun ressam yanını, diğer öykü ve romanlarını, yerel gazetesinde yıllarca "Noktalar" başlığıyla yayımladığı özlü sözlerini, hele hele şairlik yanını görmemek demektir...
İşte bu bağlamda, Şair Refik Durbaş'ın sözleri size anlamlı gelebilir: "Sayar ile dostluğum yüz yüze olmadı. Adı romancı olarak geçse de özellikle Yılkı Atı ile gizli bir şairdi. Sözden sözcüğe bir can şenliği vermişti." Zaten Abbas Sayar, şiirleriyle de var... O'nun bir romanında şiirin ayak izlerine rastlamak şaşırtıcı değil. Ancak bu saptama, O'nu yakından tanımadığını belirten Refik Durbaş'ın başarısı ve şiiri sezme gücü anlamına gelmelidir.
Eğer, "en güzelleri dağların zirvesinde yetişen kır çiçeklerini" vadiye indirebilseydik; yani şairlik yanını görebilseydik, şiirlerini okuyabilseydik Abbas Sayar'ın, işte o zaman ki biz; çıkarcı ilişkileri değil; "can" dostluğu, vefayı, emeğe saygıyı hakim kılan bir nlayışın terbiyesiyle biçimlenecektik... Ve belki de birçok sevda şiirinin defterini şu "beyit" ile dürecek; bir mücevher sunarcasına sunacaktık şu iki dizeyi, yürek dostlarımıza...
"Ecel otursa başucumda
Aşkını saklarım avucumda"
Evrensel, Kültür
11 Ağustos 2002

ŞİİRLERİ