BÜYÜK MATEM GÜNÜMÜZ

Onun harfleriyle basılmış kitaplar, Onun harfleriyle atılmış imzalarımız Ondan armağandır, içinde toplandığımız şu Ev Ondan armağandır. Emriyle açılmış bir mektep Onun adını taşısa da, taşımasa da ısmarlama değil, hazır âbidesidir.

Rey sandığının başında peçesiz, hür bir Türk kızı Ona güzel bir âbide olabilir. Kabrini bekleyen süngülü asker Ona en güzel, en canlı âbidedir.

Vecizelerinden rastgele bir tanesi Ona kâfi kitabedir. O, bir ferd olmaktan çıkmış, bir milletin timsali olmuştur.

Bununla beraber, bir ferd olarak adı Mustafa idi. Bir hocası, Kemali ilâve etti: Mustafa Kemal oldu. Milleti Ona bir sıfat ilâve etti: Gazi Mustafa Kemal oldu. Soyadı kanunu, milletin vicdanı, arkadaşlarının hükmü Atatürk’ü ilâve eti: Atatürk oldu. Bahtiyardır O fani ki adını bütün şerefleri bir kelimede toplarcasına bir millet verir.

İsimleri de bir askerin derece derece derece rütbeleri gibidir. Ve Atatürk son rütbesidir. Türke Ata olmaktan büyük rütbe bilmiyorum. Bilen söylesin.

Yazık ki bu adların hepisinin önünde şimdi bir de merhum sıfatı var- ki yürekler acısıdır.

Zübeyde ile Ali Rızanın Mustafasıydı. Arkadaşları arasında Kemaldi. Savaşların ve ulusal savaşın Gazisi oldu. İnkılâpların, Cumhuriyetin ve yeni hayatın Atasıdır. Yeni ergenekonun bozkurdudur. Eski destanın yeni destana selâmı var.

Selânik doğduğu, mektep harbiye gerillalar düşündüğü yerdir. “Hürriyet cemiyeti,, kurduğu bir ihtilâl cemiyetinin adıdır. Hareket Ordusu bir orduya bulduğu isimdir. Hatay onun buluşundan çıktı.

Çanakkale, Anafartalar düşmanlarına hürmet telkin ettiği yerlerdir ve Adana bügünkü büyük şeyleri ilk düşündüğü yer olmakla bahtiyardır.

İnönü, Dumlupunar, Sakarya, coğrafyada geçen bir takım kelimelerdi. Mustafa Kemal arkadaşlariyle birlikte bunları tarihle geçen, dilimizden düşmeyen kelimeler haline getirdi.

Kimin aklına gelirdi ki, meçhul Sakarya, ücra Sakarya bir gün kız çocuklarımıza ad olacak. Kimin aklına gelirdi ki, meçhul İnönü, ücra İnönü bir gün onun büyük gaza arkadaşına Soy adı olacak.

Kelimelerin de talîhlisi, talîhsizi var: Düşünün ki, Lozan da kelimedir. Mondros da kelimedir.

Şimdi bize uzaktan gelen Trablus gibi, Balkan gibi seslerin içinde yaşadı.

Harbiumumî, mesullerinin yüzünü kızartan, milletin kalbini sızlatan bir harptir ki içinde, Mehmetçiğin kanını helâl etdiği cephelerde O vardır.

Evet, vaktiyle bizim olan yerlerde gezdi. Ve bir gün biz- bize kaldığımız zaman genç Ankarayı mefluç saltanatın karşısına taptaze dikti. Tarihî Ankara kalesinin gölgesinde gaziler buluştu. Küçük Çankaya koskoca Dolmabahçeye meydan okudu.

Mukadderat Onu Trablus, Balkan, Harbiıırnumî manevralarında yetiştirmişti: Millî Mücadeleye kumandan yapmak yapmak için.

Harbiumumî bitip de sefaletler, rezaletler, zelilâne imzalanmış maddeler, hiyanetler, kaçak padişahlar ve zavallı millet devri başladığı, güzelim vatan parçalarının haraç mezat satıldığı, denize düşenlerin yılanlara sarıldığı devirde işe yılan başı ezmekle girişmek icabettiğini düşünen O oldu ve inandığına inananlar buldu.

Emri, artık, olmayan bir hükümetin olmayan erkânıharbiyesinden, olmayan kumanda heyetinden değil kendi vicdanından, kendi milletinin çocuklarından, kadınların, çocukların istimdadından almıştı. Ve vicdanlara hitap etmesini bilmişti.

Ak vicdanlar, kara vicdanlar o zaman belli oldu. Şer ve hiyanet, günahlarının ağırlığını dar ağaçlarında tarttılar. Aç gözlü yabanlara da lâyik oldukları ziyafet verildi.

Baba oğlunu, oğul babasını, kardeş ağbeysini, Ayşecik Fatmacık yavuklusunu onun emrine verdi,

Millet, üniformasız elbisesi içinde bir asker saklı olduğunu gördü. Mehmetçik kumandanını başıbozuk kıyafetiyle de tanıdı. Ve zaferler kanla kazanıldı, inkılâplar kolay olmadı.

Savaşlarda, gazalarda, kazalarda, gününe göre yakan, yıkan, deviren inkılâplarda Onun hayatını Allah korudu. Milletin duaları ve dilekleriyle mukadderat onu bize bağışladı. Onun, son yıllarında sıhhatine kıymet vermiyerek harcadığı hayatını, eserleri perçinlensin diye, mukaderat 1938 Teşrinisanisinin bugününe kadar getirmeye çalıştı.

O, yer yüzünde bir imandan neler çıkabileceğinin tek başına kalsa da kanı isbatıdır. Ve yaşadığı son yılın Cümhuriyet bayramını hiç değilse işitebilmek, ondan sonra ölmek son saadeti oldu.

Geç gelmişti, erken gitti.

Bir balo hikâyesi dinlemiştim: Merhum, muzipliği severdi. Kimbilir hangi baloda “Hani köylü?,, diye sormuş, getirmişler. Bir kıza “Köylüyü dansa kaldır!,, emrini vermiş, danstan sonra yerlerine dönerleken kıza “Nasıl?,, diye sormuş. Kız nezaketen “Biraz geç kalmış.,, cevabını vermiş. Bunu duyan köylü, kaşlarını çatarak, sesini yükselterek ve onu göstererek “Ben geç kalmadım; bu adam geç geldi.,, demiş. Bu söz, Gazinin çok hoşuna gitmiş.

Hakikaten o, daha erken gelmeliydi. Erken gelseydi belki bu yıl cümhuriyctin 28 inci yıldönümünü kutlardık.

Fakat muhakkak ki mukadderat onu, kendisine en muhtaç olduğumuz güne sakladı.

Babayiğit bir askerdi. Ve askerce konuşmasını bilirdi. Öfkelendiği zaman “şimdi ayağıma çizmelerimi çekerim,, dediği meşhurdur. Onun ayağına çizmelerini çekmesinin ne demek ol duğunu bilen bilir, anlıyan anlardı. Bu söz bir haber halinde gideceği yere kadar gider. Bulacağı kulağı bulur ve bir ültümatum tesiri yapardı.

Bugün, o, yok, Fakat icap ederse onun ağzından, arkadaşının ağzından, hep bir ağızdan söyliyebiliriz: “Ayağımıza çizmememizi çektirmesinler!,,

Sesine, bakışına, emrine, işaretine ne kadar alışmıştık. Onu ölmüş bilmeye halâ alışamadık; “merhum,, sıfatına hala aşamadık.

Adıyla yapılmış terkiplerden, tâbirlerden ve kendi buluşlarından, tatlı, eğlenceli fakat çok mânidar bir küçük lügat yapılabilir. Meselâ, şöyle olur:

Ayağıma çizmemi çektirmeyin — İlânı harp, Atatürk meydanı — Cebhe, Atatürk caddesi — Yarına giden yol, Atatürk yazısı — Yeni harfler, Atatürk köşesi — Türk çocuğunun kalbi, Atatürk kitabı — Destan, Atatürk takvimi — 23 Nisan, 30 Ağustos, 29 Teşrinievvel, 15 Mart, 19 Mayıs ve heyhat 10 Teşrinisani

Bakışları hedef görmek içindi. Parmağı hedef göstermek içindi. Yorgulukları, fedakârlıkları millet içindi,

Biz buraya ağlamaya gelmedik. Şüphesiz gülmeğe de değil, Ona “Sesini duyuyoruz, yolunda yürüyoruz,, demeğe geldik. Tekmil haberi vermeğe geldik. Herşey yerli yerindedir. Kurduğu makine işlemektedir.

Arkasında okur yazarı çoğalmış bir halk kitlesi; hüriyet sahibi, rey sahibi bir kadınlık medenî bir kanun bıraktı. Hakimiyetini ele almış, kendi kendini idare, eder irade sahibi bir millet bıraktı. Dilini, tarihini öğrenmiş, halktan ve halkçı münevverler, şapka giymiş başlar, istikbale bakabilmeyi ondan öğrenmiş gözler; ışığı kafeslerde kalburlamadan alan bir mimarî bıraktı.

Asker Atatürk bu toprağın nasıl ekileceğini, çorakta nasıl ağaç yetiştirildiğini ilme, fenne isbat için çiftçi Atatürk oldu. Tıpkı cebhe dönüşünde tarlasına koşan Mehmetçik gibi.

Bize böyle ibret dersleri bıraktı. Kendi işini yalnız harbte değil, her sahada kendi gören becerikli bir nesille, yerli kasalar, yerli bacalar bıraktı. Kısaca, milletine kendine inanmak, kendi elile yapmak kudretini bıraktı.

Daha ne bıraksın.

Her bayramı onun mâneviyetinin işçisiyle, izcisiyle, talebesiyle, askeriyle, topu, tüfeği ve tankile, büyüğü, küçüğü, kadını, erkeği asker bir millet geçiyor: Cümhuriyet geçiyor.

Gözleri arkada kalmıyacak. “Benden sonra ne oldular ne olacaklar?,, diye korku duymıyacak.

O, bize hürriyet ve saadet vermesini bilirdi. Biz de onu kabrinde rahat uyutmasını bileceğiz. Gözü arkada kalmadığının en büyük delili bugün, başımızdadır.

Böyle adamların abidesini yapmak güç olur. Onun için gecikti. Tek bir abidede Anafartaları mı göstereceksiniz? Cumhuriyeti mi, altı oku mu, kadınlık hürriyetini mi, tarihi mi, dilimi, halkevini mi, yazıyı mı göstereceksin? Bu kadar çok şeyi ifade edebilecek bir abide yapılamaz.

Kabahat mimaride değildir. Tam bir destanı da ayni sebeple yazılamadı.

Bununla beraber ortada henüz görülmemiş, kıyılamadığı için toprağa konamamış bir aziz ölü vardır. Katofalk demeğe bir türlü dilim varmıyan mukaddes tabutu vardır. Ve mezole denmesine tahammül edemiyeceğim. Türbesi elbette yapılacaktır. Ve millî bir ziyaretgâh olacaktır.

Türbesine bekçi, bir asker yaraşır.

Taşına yazı, kendi adı yaraşır.

Kendine sorsak bu yurdun topraklarında bir meçhul asker tevazzuu ile işaretsiz yatmayı tercih edecektir. Onun büyüklüğüne, böyle söylemek yaraşır.

Bize de yalnız bu emrini...

Emirlerinin içinde yalnız bunu dinlememek yaraşır.

Bugün, yattığı yerden “Muvakkat kabir,, diye bahsediyorlar. Keşke muvakkat olsaydı da uykusunu aldıktan sonra uyansaydı ve karşımıza dikilip “hangi ölüden bahsediyorlar? Ben buradayım,, deseydi.

ARİF NİHAT ASYA
Görüşler, S. 3-8, Taha Toros Arşivi, 001640856010

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI