En ağır şartlarda bile olsa hayat yine güzeldir. Benim de hayatımda bu güzelliğin içerdiği anılarım
içinde Atatürk'ün evimizde misafir oluşuyla ilgilerini düşündüğüm zaman üzerime yığılan yıllardan
Atatürk'ü görmenin ve onunla konuşmanın bir talih eseri olduğunu bana ispatladığı için bahtiyarım.
Hayatımın her devresi kendi çevresi içinde çok güzel geçmiştir diyebilirim. Bunlardan biri var ki gençlik, orta yaşlılık ve yaşlılık yıllarımdan uzanarak
beni ta derinlere çeker.
Babam 1927 ve 1930 yılları arasında Van valisi idi. Bu yıllar Silan ve Başkale isyanları yıllarına rastlar. Anaokulu öğrenciliğimi o yıllarda, mesleğine ilk adımını okul müdiresi olarak atanan
annem bana bir şiir ezberlettirmişti. Bu şiirin şairini bilmemekle beraber unutamadığım mısralarını
aynen naklediyorum.
"Sizi bizi, dizi dizi
Tutup kesmek istemişler.
Ah ne işler, ah ne işler...
Hemen büyük Gazi Paşa
Askeriyle geçti başa.
Yunan'ı boğdu denizde
Kurtulduk hepimizde.
Böyle geldik biz bu yaşa
Yaşa büyük Gazi Paşa."
Türkçe ve Fransızca öğretmeni olan annem Fatmatüzzehra BARAN bana bu şiiri ezbetlettirirken Atatürk sevgisini ve yurdun kurtarılışının şükranını aşılamıştı. Resimli kitaplarda Gazi'yi, İnönü'yü ve Fevzi Çakmak'ı seyreder, bu güzel vatan parçasını içime sokacağım gelirdi.
Bu duygularla geçen İstanbul ve Kahramanmaraş'taki okul günlerimin ardından Yozgat'ta bulunan hayatıma damgasını basacak olan Şubat ayının ilk gününde Bala üzerinden Kırşehir'e
müteveccihen hareket ettiği gün, yollar karla kaplı geçit vermeyen Anadolu dağlarında kış
acı bir ıslık çalarak tipileniyor, buz gibi kamçısını sırtımıza vuruyordu.
Bu program Kırşehir, Kayseri, Niğde ve Adana'yı kapsıyordu. Yozgat ili bu programda yoktu. Babam Bekir Sami, Gazi'yi Yozgat'a davet için hazırlıklara başlıyor. Bir arkadaşı
tarafından kendisine bildirilen Gazi'nin bu yolculuğunda Yozgat'ta da konaklamasını
Yozgat'lılarla birlikte arzuluyorduk. Vali Konağı mütevazı ve her türlü mefruşattan yoksundu.
Yozgat'lı Nizamzade Ailesinin evini hazırlattıran babam, teçhizatlı bir müfreze jandarma ile yolları kürekle açtıra açtıra
Yerköy'e vasıl oluyor ve Gazi'yi Kayseri'ye götürecek olan özel trenin şefinden gelmesi
gereken zamanın üzerinden birkaç saat geçtiğini öğrenince Çiçekdağı üzerinden Kırşehir'e hareket ediyor.
Gazi Hazretleri babama, "Yozgat'a gelirsem
hasır üzerinde de olsa senin evinde misafir olacağım" diyor. Bu haber bir görevli ile ulaştırıldığı zaman gece yarısı saat 02.00 idi. Evi büyük bir telaş, büyük bir heyecan, büyük bir sevinç sarmıştı. Dışarda gittikçe hırçınlaşan kar yağışına
karşın evimizi ve yüreğimizi sıcak bir heyecan sarmıştı. Annemin nezaretinde büyük bir kalabalığın yardımlarıyla ev Atatürk'ü kabule müsait hale getirilmişti.
3 Şubat günü Yozgat'a gelen Gazi Hazretleri
lüzumlu daireleri ve o yıllarda Orta Anadolu çocuklarını yetiştiren Yozgat Lisesi'ni ziyaret etmiştir.
Bu ziyaret esnasında Yozgat'ta görevli olan bir hakimin oğlu Gazi'nin fotoğrafını çekiyor. Gazi
öğrenciye "müsaadem olmadan nasıl resmimi çekersin?" sorusuna öğrenci "bu fırsatı elime bir
daha ne zaman geçireceğim Paşam?" diye cevap vermiş.
Akşama doğru Gazi Hazretleri vali konağını
şereflendirmişti. O tarihte Anadolu'da maden kömürü yakma adeti henüz yerleşmemişti. Konak
sac sobalarla ve meşe odunu ile teshin ediliyordu. Gazi'yi karşılamak üzere hazır bulunuyorduk.
Bizlerle tokalaşan Mustafa Kemal kendilerine hazırlanan odaya değil sanki yüreklerimize
giriyordu. Annem bize büyüklerin arasında dolaşmamızın ayıp olacağını söylediği için
Sağlık eski Bakanı olan kardeşim Doğan Baran'ı büyüten dadısı Emine biz dört kardeşi başka bir
odada hikayeler anlatarak oyalıyordu.
Evin içindeki büyük coşku, saz heyetinin nameleri kara kışın dondurduğu Yozgat
semalarına ışıklı bir ok gibi yükseliyordu. Birara babama isim verileceği ve bizim de huzurda bulunmamız haberi verilmişti. Emine'nin nezaretinde odaya girdiğimiz zaman Gazi Hazretleri ve babam ayakta idi. Babama
"Bekir Sami" öz adı yerine "şahika" anlamına gelen "BARAN" adı donmaktan kurtarılışının bir
nişanesi olarak Gazi tarafından tevcih edilmiş ve hala evimizin en değerli bir parçası olan ve babama hitaben düzenlenmiş 03.02.1934 tarihli mektup tevdi edilmiştir. Bu mektubun ilaç içinde muhafaza edilen aslı inkılap müzesinde saklı bulunmaktadır. Fotokopisi ise evimizi süslemektedir.
Aradan dakikalar geçmiş, saatler dolmuş ve çocukları çok seven Gazi'nin bizlerle konuşacağı haberi verilmişti. Gazi'nin huzurunda o tarihte 4 yaşında olan kardeşim Doğan, onu takiben diğer
kardeşim Mete Baran sırasıyla yerini almıştı. Ben ve ablam sıramızı beklerken sonradan Gaziantep kahramanı olduğunu öğrendiğim Kılıç Ali benim belime sarılarak "Gazi'yi sever misin?" İlkokul öğrencisi olan ben, iki kolumu yana
açarak "bu kadar..." diye cevap vermiştim.
Fakat bu soru tevali edip gitmiş ve ben verdiğim cevapların karşılık teşkil etmediğini anlayarak büyük bir titreme içinde "büyük sevgilerim onun içindir"sözcüklerini sıralayabilmiştim. Kılıç Ali eğilip Gazi'nin kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Sıra bana gelmişti. Gazi ellerimden tutarak beni kendisine
çekti. Çelik mavisi gözlerini kahverengi bakışlarımla birleştirerek "beni sever misin?" diye sordu.
Gür kaşları arasından sızan çelik bakışları gözlerimi kamaştırmıştı."Bütün sevgilerim sizin içindir..."
cevabını verirken başım önüme düşmüştü. Biraz sonra Gazi'ye baktığım zaman yanaklarından
pırlanta gibi gözyaşları döktüğünü gördüm. Dünyanın en büyük insanı Mustafa Kemal Paşa,
Gazi sevgisiyle ışınlanan bu Türk çocuğu karşısında ağlıyordu.
Oradan nasıl ayrıldım bunu uzun yıllar geçmesine rağmen hatırlamıyorum. Bu büyük anınetkisinden bir lahza bile olsa kurtulamıyorum. Babam bunu takip eden üç yıl balo tertip ederek
Gazi'nin evimize gelişini kutladı. Atatürk'ün ebedi hayata intikalinden sonra da babam her şubat
ayında bizleri etrafında toplar o geceyi anlatırdı. Odada Yozgat'lı sanatkarlardan oluşan bir saz heyeti de bulunmuştu.
Gazi o gece kendi sevdiği şarkıları ki bunlardan "şahane gözler", "kırmızı gülün alı var" gibi olanlarını saz eşliğinde söylemiş, "sarı zeybek"i oynamış ve Türkçe ezan okumuş. Yemekler arasında annemin yaptığı çerkez tavuğunu çok severmiş. Bir ara annemin kulağına eğilerek : "Hanımefendi, hayatımda ilk defa samimi bir
aile sofrasında bulunuyorum." demiştir.
Atatürk o geceden sonra dört yıl daha yaşamış, bu süre zarfında rahatsızlanmıştır. Öyle zannediyorum ki Gazi hayatında samimi bir aile sofrasının tadını çıkarmadan bu hasretle hayata
gözlerini yummuştur.
Geceyarısı saat 02.00'de "Gazi gidiyor..." dediler. Onun bacaklarına sarılmak hep bizimle kalmasını istemek gelmişti içimden. Ama bunu söyleyemedim. Evimizi dolduran sevgi dolu
havadan ayrılarak evimizden gitmişti. Biz o geceyi balo tertip ederek kutluyor, hafızamıza
yerleştiriyorduk.

1938 yılında Gazi hazretlerinin rahatsızlanışını Dolmabahçe Sarayı'nda tedavi altında bulundurulduğunu ulusça öğrendiğimiz zaman Ordu'da idik. Bu tarihlerde radyo yayını günün
muayyen saatlerinde veriliyordu. Biz her zaman radyonun etrafında toplanır, Ata'nın sağlık haberini dinlerdik. Sağlık raporundaki haberler yaşantımıza sevinç veya hüzün veriyordu. Hiç unutamam 10 Kasım sabahı radyodan
tok sesli bir bayan spiker:
"- En büyük evladını kaybettin, Türk ulusu
sen yaşa!" haberini veriyordu. Karadeniz'in kapkara derinliklerinden çıkan acı bir feryat
kulaklarımı tırmalamıştı. Ben bu tırmalanışı her 10 Kasım'da duyarım. O an Türkiye Karadeniz'in dalgalarında yüzen bir kağıt parçası gibi gelmişti bana. Vatan sevgisi nedir, bayrak sevgisi heyecanı nedir, cumhuriyet ne demektir,
bunları duyuran Atatürk'ün büyük varlığı idi. O ebedi hayata intikal etmiş, Anavatan Ata'sız kalmıştı. Duyduğum boşluğu, yaşadığım o kimsesizliği kabil değil ifade edemem.
Onun büyük eserlerini korumaya layık bir kişi olabilmek için derslerime sarıldım. Atatürk hayatta iken 1924 yılında eşi Latife Hanımefendi ile birlikte Yozgat'ı ziyaret etmiş ve Sakarya ilkokulunda
geceyi geçirmişti. Bu ziyaretin temelinde Yozgat'ta çıkan 1. ve 2. Çapanoğlu isyanı vardır. İkinci
ziyaretin nedeni onu donmaktan kurtaran babam Cumhuriyet'in kuruluşunda hizmeti geçen Bekir
Sami'ye duyduğu şükranın yerine getirilmesi vardır ve özel bir mahiyet taşımaktadır. 4 veya 5 Şubat
tarihinde neşredilen gazeteler bu ziyaretin temel belgesidir.
Gazi'yi her 10 Kasım'da anıyoruz. İlk yılların anılışında bir matem havası eserdi. Sonra Atatürk'ün Milli Şef olarak kabul edilişi ile onun başımızda bulunduğuna inanış yas havasını
kaybetti ve son yıllarda bu inanışta Atatürk'ün ilkelerine sıkıca sarılma duygusu Cumhuriyetimizin
ebedilik temelini oluşturdu.
1981'de dünya uluslarınca Atatürk'ü andık ve dünyanın en büyük insanını yetiştirmiş bir millet olmanın onurunu duyduk. Bugün bir milleti kurtaran Atatürk ilkelerinin yıllar boyu dünya insanlığını kurtaracağı inancı içimize gittikçe sinmektedir. Bu inanışla dünyaya "Ne mutlu Türk'üm diyene!" diye haykırmak istiyorum.
Atatürk sevgisinin ve acısının böylece süregeldiği 1947 yılında yaz mevsimini Dörtyol'da geçiren Gazi'nin kız kardeşi Makbule ATADAN Hanımefendi'yi Dörtyol'da Garnizon Komutanı
olan annemin akrabası Albay Halil Nuri YURDAKUL Bor'a misafir olarak getirmiş ve bizim evde bir hafta büyük bir sevgi kuşağı içinde konuk edilmiştir. Adana yolunda arabası arıza yapmış ve Halil Nuri YURDAKUL "Baran Bey
Ağabeyinizi nasıl kurtarmışsa bizi de kurtaracaktır" demiştir.
Bor'a gelişlerinin gecikmesinden endişe duyan babam bir vasıta ile Adana'ya hareket eder ve yolda arızalanmış otomobille karşılaşır. Misafirlerle birlikte Bor'a döner. Annem ablamın doğumu için
İstanbul'da iken Makbule ATADAN Hanımefendi'yi ziyaret eder, o da annemi iadeyi ziyaretinde ablamın
yeni doğan kızına evvela Naciye adını verir ve bu kardeşi genç yaşta öldüğü için adını ekleyerek
nüfusa kaydı Naciye İNCİ olarak geçer.
Atatürk'ün 1953 yılında Etnografya Müzesi'nden
Anıtkabir'e naklinde Hukuk Fakültesi'nde idim. Arkadaşlarımla beraber bu nakil törenini Rasattepe'den içimi saran alevle takip ettim. Bir gün Ankara'da Ulus'a çıkarken, Cebeci'de devlet töreni ile icra edilen bir cenazenin gelişini gördüm.
Sordum... "Atatürk'ün kız kardeşi" dediler. Onun tabutunu önümden geçerken huşu ile selamladım...
AYHAN BARAN

ŞİİRLERİ