TEVFİK FİKRET İLE AHMET TELLİ'DE
KENT OLGUSU

"Bu kent ne zaman yaşlandı böyle?"

Bu kent, Fikret'ten Telli'ye gelinceye dek biraz daha yaşlandı. Ama nasıl bir yaşlanmadır ki, hâlâ "bin kocadan arta kalan bakire bir dul" gibidir bu kent... Ve bu kent hâlâ debdebeler, şanlar, tantanalar kentidir. Bu kent, aynı zamanda, katil kuleli, zindanlı, saraylı, derbeder, sefil, yoksul ve kozmopolit bir kenttir. Karşıtlıklar bileşkesi kısacası... Yani Fikret'ten günümüze dek değişen pek bir şey yok gibi, gittikçe artan olumsuzlukların ve "bu kentin "kavgamızın şehri" olmasından başka...

Ahmet Telli, Tevfik Fikret'ten sonra "kent" olgusuna olumsuz bir biçimde yaklaşan hemen hemen tek ozanımız. Bu olumsuz yaklaşımın nedenini, yaşanılan dönemlerin siyasal gelişim ve oluşumlar ile toplumsal ve ekonomik değişimlerin ve özgürlüklerin askıya alınışının özünde aramak gereklidir.

Fikret "Sis" şiirini 1901 yılı başlarında yazmıştır. Şiirin yazılış öyküsü söyledir:

"O sıralarda bir polis her gün şairin evini gözaltında bulundururmuş. Rutubetli bir Şubat günü sis denize olanca yoğunluğu ile çökmüş. Akşama kadar suların üstünden sıyrılmamış. Polisin duvarı ile sisin duvarı arasında kalan şair, o gün bütün bir devri, bütün dertleri ile duymuş." (Mehmet Fuat; Tevkif Fikret, Yaşamı, Sanatçı Kişiliği, Yapıtları.)

Bu nedenle hem Fikret'te, hem Telli’de "kent" sözcüğünü doğrudan doğruya "düzen ve dönem" olarak algılamamız gerekiyor. "Kent" her iki ozanda da düzenin ve dönemin eleştirisidir.

"Sis" şiiri görünüşte İstanbul'a, yani doğrudan İstanbul kentinin kendisine yöneliktir. Ancak şiir, Abdülhamit "istibdadı" altındaki ülkenin giderek çöküşünü, çürüyüşünü ve çözülüşünü dile getirir. Geleneksel olarak hep övgüyle söz edilen, anlatılan İstanbul, bu kez baskı döneminin bütün sıkıntılarının, olumsuzluklarının dile getirildiği, dönemin siyasal ortamının lânetlendiği bir simge olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bir siyasal ortamın, kentle özdeşleştirilerek anlatımı ve eleştirisi Ahmet Telli'ye Fikret'ten miras kalmış görünüyor. Hem de hemen hemen aynı kargıma sözcük ve sıfatlarıyla... Fikret'in:

"... Örtün, evet, ey hâile... Örtün, evet, ey şehr: / Örtün ve müebbet uyu, eyfâcire-i dehr..."

(Örtün, evet, ey facia... Örtün, evet, ey kent / Örtün ve sonsuzca uyu, ey dünya orospusu...)

"... Ey bin kocadan arta kalan bive-i bâkıt" (Ey bin kocadan arta kalan el değmemiş dul)

dizeleriyle, Ahmet Telli'nin:

"Kaşarlanmış bir orospu gibi" (Kirli Su) dizesi kente yönelik aynı bakış açısını yansıtan dizelerdir.

"Akşamı Geciktirebilirsin Belki" başlıklı şiirinde kenti, "zehirli, çıngıraklı bir yılana" benzetiyor Telli... Böyle bir kentin umutları "kirli bir lekeye" dönüştürmesi hiç de yadırgatıcı değdir. Çünkü o "kent" yozlaşmıştır artık, çürümüştür, kokuşmuştur. O kenti artık veba mikrobu sarmıştır.

Fikret, İstanbul'u dişleri dökülmüş olduğu halde sırıtan yaşlı bir fahişeye benzetiyor. Zaten ‘bin kocadan arta kalan bakire dul" ve "dünya orospusu" sıfatları da bu bakış açısından kaynaklanmaktadır. Fikret'in bu şiirinde 'dişlerden' kastettiği, yüzyıllık yıpranmış surlardır. Bin kocadan arta kalması ve dünya orospusu söylemleri de doğrudan İstanbul'un tarihi ile ilgilidir.

Yine Fikret İstanbul'u tozlu-topraklı, çamurlu sokakları olan, it-kopuğun pusu yerleri olarak betimlerken, Telli de kenti buna çok yakın bir şekilde betimliyor:

"... Dehşetin renkli gürültüsü bu pervasız bakış / Ölüme susayan bir serserinin saldırganlığı /ya da boğazlanan bir yosmanın çığlığıdır/salyalarını akıtarak soluyan bu kentin / kan sızıyor çürük dişleri arasından" (Sfenks)

Kentin bu durumuna aydınların tepkisizliği her iki ozanın da karşı olduğu bir durumdur. Her iki ozan da aydınların bu duyarsızlığına tepki gösterirken, "kentin yozlaşmışlığının bir panoramasını da çizmektedirler. Fikret, dönemin yazar-çizer takımını: "... Ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye mel'ûf/ Eşrâf ü revâbi, koca bir unsur-ı ma'rûf / Ey re's-i fürû berde ki akpak, fakat iğrenç"

(Ey korku yüzüyle iki kat gezmeye alışmış / İleri gelenler ve adamları, koca bir ünlü kesim ey eğilmiş baş, ki akpak, ama iğrenç)

dizeleriyle betimler ve onların toplumsal konumlanışlarını anlatırken, aynı görevi Telli şu dizelerle yerine getirmektedir: "... Bulvar kahvelerinde korkak şairler / yeteneksiz bir sürü yazar-çizer takımı / koltuklayıp duruyorlar birbirlerini ölüm kol gezerken varoşlarda" (Kirli Su)

Her iki ozan da yaşadıkları dönemin bir gerçekliği olarak, baskılar karşısında "aydın kesimin (!) suskun durmasına ve içlerine kapanarak, toplumsal, siyasal gelişmelere tepkisiz, duyarsız kalmalarına içerler ve bunu içlerine sindiremeyerek söz konusu durumdaki aydınlar kıyasıyla eleştirirler.

Aşağıdaki dizeler Telli'nin içine sindiremediği ortamın panoraması, eleştirisi ve aynı zamanda da reddidir:

"... Çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma / bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent / bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum / sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler / bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma" {Belki Yine Gelirim)

"Gidersen Yıkılır Bu Kent" şiirinde:

"... Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman / sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere / bu kentin künyesi bellidir artık... / Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında / durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler" diyen Telli, toplumun getirildiği noktayı ve ona dayatılan değerleri eleştirel bakışla bir kez daha, çok açık ve kesin olarak ortaya koymaktadır.

Her iki ozanın da yakınmaları toplumsal ve siyasal bir gerçekliğin sonucudur. Fikret'in döneminde Abdülhamit istibdadı almış başını gitmiş, her şey baskı altında tutularak toplum bir cenderenin içine sokulmuş, en küçük bir kıpırdanışa bile amansızca saldırılarak aydınlar üzerinde terör estirilmiş, toplu suskunluğa ve hareketsizliğe itilmiştir.

Aynı baskıyı, hatta daha da katmerleşmişini ve sistemlendirilmişini Telli, 12 Eylül'ün açık faşizmiyle yaşamıştır. 12 Eylül sonrası da baskılar, tutuklamalar, hapisler, idamlar dönemidir. Toplumsal muhalefet susturulmuş, yasa dışı gözaltılar yaygınlaştırılmıştır. İnsanlar gözaltında kaybolmuş, siyasi şubelerde ve cezaevlerinde işkenceler sonucu sayısı bilinemeyecek kadar çok kişi ölmüştür. Haklar ve özgürlükler kısıtlanmaktan da öte askıya alınmıştır.

Bütün bu faşizan baskıların meşrulaşması için de toplumun karşısına 82 Anayasası çıkartılarak, öldürümlerin yasal kılıfı da hazırlanmıştır. Suskun, soru sormayan, tartışmayan siyaset dışı bir toplum yaratma düşüncesiyle bütün yollara başvurulmuştur. Çalışan kesimin sosyal haklarına ağır darbeler indirilerek emekçi halkın sindirilmesi yoluna gidilmiştir.

Özerkliği kaldırılan üniversitelerin başına YÖK getirilerek; ‘‘Düşünen kafalara zararlı fikirler üşüşür / Büyüklerimiz her şeyi bizden daha iyi düşünür" mantığıyla hareket eden bir genç prototipi geliştirilmiştir. "Markacı" bir siyaset ve toplumla ilgisiz gençlik yetiştirme doğrultusundaki çabalar arttırılmıştır.

Bu siyasal ve toplumsal ortamı Telli "Sfenks" adlı şiirinde:

"... Dostluklar bitmiş, kitaplar yakılmış / veba sarmış kentin her köşesini / sorular yasaklanmış, güneş sıvanmış / ard arda yangınlar ortasında / talan edilmiş çocukların sevinci "dizeleriyle anlatır.

Fikret'in şu dizeleri de sanki 12 Eylül sonrası için yazılmıştır:

"... Ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber / Ey kimsesiz, avare çocuklar... hele sîzler/ Hele sizler..."/

(ey ayrılık acısı çeken ana, ey kırgın eş / ey kimsesiz, avare çocuklar... hele sizler hele sizler.../

Fikret:

"... Ey şahsa masuniyet ü hürriyete makrûn / Bir hakk-ı teneffüs veren efsane-i kaanûn"

(ey kişiye dokunulmazlık ve özgürlüğe yakın / bir soluk alma hakkı veren yasa efsanesi) dizelerinde, "kişiye özgürlük verecek yasanın (Kanun-i Esasi)" bir masal olduğunu belirtirken sanki geçmişten günümüze göndermeler yapmakta, yasaların, anayasaların, hukukun gelişigüzel kullanımını yermektedir.

Fikret'in İstanbul'unda dinlenme korkusuyla ağızlar kilitlenmiştir. Çünkü "gizli kulaklar" (Abdülhamit'in hafiyeleri) vicdanlara kadar uzanabilmiştir.

Telli'nin "kent"inde de "fısıldarcasına ve ürkek bu kentte sorular yasaklanmıştır diyorlar." Sonra "bu kent öldürüldü diyorlar"."Kurşuna dizildi gece yarısı." Yine diyorlar ki, "bahar gelmez artık buraya." Baharın gelmediği, baharın gelmesinin engellendiği bu kentin "sokak aralarında ve caddelerde hayaletler geziniyormuş." "İntiharların sayısı bilinmiyor" ve "çoğalıp duruyormuş fahişeler." Fikret’in kenti İstanbul'un "zerrelerinde hep ikiyüzlülük kiri dalgalanır", içlerinde bir temizlik zerresi bulamazsın", "hep ikiyüzlülük kiri, kıskançlık kiri, çıkarcılık kiri".

Böyle bir kente:

"Milyonla barındırdığın cesetler arasından / kaç alın vardır çıkacak temiz ve parlak?" sorusunu soran Fikret, kentin çürümüşlüğünü, yozlaşmışlığını ve değer yargılarının yitimini çok kesin çizgilerle bir kez daha ortaya koymaktadır.

Fikret, İstanbul'u saran "bu inatçı duman"ın durmadan arttığını belirtirken, "Sis" şiirinde onun dağılacağına ya da dağıtılacağına yönelik somut bir şey söylememektedir. Belki de bu "inatçı duman"ın sürekli İstanbul'u basıncı altında tutacağını düşünmektedir.

Ama Telli daha materyalisttir ve:

"... bu kente bahar / gürül gürül gelecek ey oğul" diyerek gelecek güzel günlere olan inancını dile getirmektedir.

"Zincirlerini kırmasını bilir bir kent" dizesi bu inancını çok açık bir biçimde dile getirmektedir. "Bahar da gecikebilir unutmayalım" dizesiyle sanki Fikret'e seslenen Telli:

"... böyle okuduk hayatın kitaplarından / Hele vakt erişsin sevda dal versin / uzanacağız bir sabah çiçekli bir dala "diyerek zulmün, baskının, zorbalığın, işkencenin sonsuza dek süremeyeceğini ortaya koymaktadır. "Son sözü hep direnenlerin söylediği" gibi...

"... Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre / ben inanmıyorum ki ne derse desin" dizeleri yine Fikret'e bir yanıt olmakla birlikte, görüntünün kabul edilmeyişinin de bir anlatımıdır.

"Ama acıya alışılmaz yaşanacaksa’’... Telli hiçbir zaman acıya alışmamıştır. Acıya bağlanmamış ve onu kuramlaştırmamıştır. Hep umut vardır onda. Ama farklı bir umut. Hatta: "Umut etmek artık umutsuzluktur" diyecek kadar umut vardır onda. Kuru, boş, soyut bir umut değildir bu. Gerçekçi, diyalektik bir umuttur bu, kaynağını toplumların değişim ve gelişim yasalarından almaktadır:

"... ve bir kentin / karnında patlayacak vakteriştiğinde acı dinecek, aşklar kalacak yalnızca." (Dağ)

Bu dizeler "gelecek güzel günlere inancın" en güzel dizelerindendir. Bu dizeler, düzinelerce felsefe kitabının iki buçuk dizelik özetidir. Burada arınmış, damıtılmış, derin bir felsefenin şiirleştirilmiş anlatımını buluyoruz.

"... Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa / bir gün gelirsek hangi kent güzellesmez" (Belki Yine Gelirim)

Evet... "YENİDEN YAŞANACAKTIR!..."

RAHMİ HÜYÜK
Taha Toros Arşivi, 1581522

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI