BABASININ OĞLU

İlk gençliğimde o zamanki kız arkadaşlarımdan biri, sanırım biraz da beni üzmek için, bana sen hep babanın gölgesinde kalmışsın demişti. Ben de ona en azından gölgesinde kalabileceğim bir babam var diye cevap vermiştim. Ama aslında benim başıma gelen onun gölgesinde kalmak değil güneşinden yararlanmak oldu hayatım boyunca. İyiyi, güzeli, doğruyu ilk ondan öğrendim. Burada rahmetli annemin hakkını da teslim etmek isterim doğrusu.

Biz kardeşimle hiç yalan söylenmeyen bir evde büyüdük. Hatta sanırım ilkokul ikinci sınıftaydım o zamanlar, bir gün okuldan eve döndüğümde babama ' 'Baba ben aptal mıyım? Herkes beni kandırıyor" diye yakınmıştım. "Hayır, aptal değilsin. Hiç yalan söylenmeyen bir evde yaşadığın için insanların yalan söyleyebileceklerini düşünmüyorsun o kadar" demişti.

Hayatımda bu kadar çok çalışabilen biri olduğunu sanmıyorum. Çocukluğumda ve gençliğimde çok iyi hatırlarım günde sekiz ila on saat çalıştığı zamanlar olurdu. Bazen gecenin ikisinde, üçünde uyanır artık kafasına ne takıldıysa sabaha kadar çalışırdı. Evde daktilo sesi hiç eksik olmazdı.

Teknoloji biraz daha ilerleyince kendine bir elektrikli daktilo almıştı. O elektrikli daktiloya ayrı bir bağlılığı olduğunu düşünüyorum. Çünkü teknoloji daha da ilerleyince eve bir bilgisayar almıştık. Ama o inatla yıllarca daha o daktilonun sesinden kurtulmamıza izin vermedi. Her zaman çalıştığı zamanlarda kendini bir çocuk bahçesinde oyun oynarmış gibi hissettiğini söyler. Ama hatırlarım çok zaman dudakları morarana kadar denizde oynayıp hala üşüdüğünün farkına varmayan çocuklar gibi bazı zamanlar çok çalışmaktan yorulup, hasta olurdu. O halde bile yine çalışmaya devam ederdi.

Çalışmalarının, öğretmenliğinin, toplantı ve konferanslarının dışında mutfak alışverişini ve yemek yapmayı da kimselere bırakmaz. Yemek yapmak diyorum ama aslına bakarsanız gerçek bir aşçıdır. Daha çocukluğumda belki birçok insanın yaşamı boyunca tadını bilmediği birçok şey yedim.

Paramızın çok olmadığı kapuskaya, pırasaya, ıspanağa talim ettiğimiz günlerin ardından eline ilk geçen parayla sofrayı donatırdı. Küçücük çocuktum kurbağa bacağı yediğimi bilirim. Artık kurbağa bacağını nereden aldı, tarifini nereden bulup yaptıysa. O sayede bu gün ben de sayısız yemeği maharetle yapabilmemi çokça ona borçluyum.

Çalışan bir anne ve babanın oğlu olarak ilkokul yıllarımı boynumdaki ipe asılı bir anahtarla geçirdim. Akşam onlar eve gelene kadar evdeki her şeyden sorumlu olduğum yıllar. Çalıştıkları için hafta içi gündüz bizimle çok ilgilenemezlerdi. Ama uzun akşam yemeklerinde uzun sohbetler ederek o açığı kapatırdık.

O dönemden hatırladığım en çok mutlu zamanlarım bütün aile Kartal' daki Sosyal Sigortalar dinlenme kampında yaptığımız yirmi günlük tatillerdir.

Yine o yıllarda babam Eray Amca'yla (Eray Canberk) Kavram Yayınlarını kurmuştu. Okulların tatil olduğu zamanlarda bazen beni de bürolarına götürürdü. Kitap kolileriyle dolu küçük bi yazıhaneydi. Öğlen oldu mu beni oradaki matbaalarda çalışanların ekmek arası bir şeyler yaptırttığı bir bakkala yollarlardı. O küçücük bakkalın içi o saatlerde o kadar kalabalık olurdu ki, neredeyse insanlar bir yarım ekmek kaşar, salam almak için birbirlerinin üstüne çıkardı.

Ben garibim o kalabalıkta üç yarım ekmek kaşar, salam almak durumundaydım. Ya arkadaş bakkal boşken yolla beni saat on birde ne alınacaksa alayım, geleyim. Ama o izdihamın içinde mücadele edeyim diye öğlenin ortasında yollardı beni bakkala. O kaşar ekmekleri alıp bakkaldan dışarı çıktığımdaki huzuru hala hatırlarım.

Konservatuara girmeden önceki öğrenim yıllarımda hiçbir zaman başarılı bir öğrenci olamadım. İlkokul yine fena geçmedi. Ama ortaokula başlamamla birlikte derslerim giderek kötüleşti. Öğretilenlerin birçoğunun şu kadar anlamı yoktu benim için. O zamanlarda bile bir kere dersini çalıştın mı? Otur da dersini çalış gibi bir şey söylediğini hatırlamam. Sene sonunda karne geldiğinde bütün senenin acısını işte o zaman çıkartırdı. Onun karneyi kendisine gösterdiğim andan hemen sonrasındaki tavsiyelerini dinlemiş olsaydım sanayide kaportacıydım şimdi.

Konservatuarda öğrenim görmeye başladıktan sonra dersler artık bir daha hiç sorun olmadı ama bu sefer de ilk gençlikle ortaya çıkan ve çok çok uzun yıllar sürecek olan hayta bir tarafım ortaya çıktı. Bu yüzden sanırım bazı zamanlarda babamı oldukça zorladım. Hatta birkaç yıl önce bir gece bir yemekte kız arkadaşıma şakayla karışık, "Ben Ahmet'i yetiştirmek yerine onun gibi çok rahat üç çocuk yetiştirirdim" demişti. Ama sürtüştüğümüz bu seyrek zamanlarda bile dostluğumuzda, arkadaşlığımızda bir yaralanma olmadı.

Ortaokul yıllarımda Kuşadası'ndaki yazlığımızı aldık. O yıllar şimdiki beton yığını Kuşadası değil. Bazı günler ailecek akşamüstü bomboş denizin kenarında ıslak kumların üzerinde yürürdük. Annem ve babam önden yürürlerdi biz kardeşimle itişe kakışa arkadan gelirdik.

O ve ondan sonraki uzun yıllar yazlıkta babamın mangal marifetleriyle geçti. Akşamları yanına rakıyı kardeş ettiğimiz babamın elleriyle hazırladığı çöp şişleri, yazlıktaki akrabalarımızla beraber mangal başındaki o kalabalık aile sohbetlerini çok özlüyorum. Annem rahmetli olduktan sonra her nasılsa sözleşmiş gibi o mangal bir daha hiç yanmadı. Şimdi mangalın yerini yazlıkta bir araya geldiğimiz zaman gittiğimiz bir köy meyhanesi aldı. Üçümüz sık sık o meyhaneye gider yer, içer, bütün gece konuşuruz.

Babamın okurlarının, öğrencilerinin, dostlarının, arkadaşlarının çok şanslı olduklarını düşünüyorum ama bu dünyadaki en şanslı iki kişiden biri olmak bana ayrı bir gurur ve mutluluk veriyor.

AHMET TİMUÇİN
Bir Portre, Afşar Timuçin, S. 73-75

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI