KAŞIK USTASI AHMED

Giriş

İlim rivayetlerle değil, belgelere dayanan gerçeklerle ilgilenir. Milletin dünyasında önemli yere sahip, sevilen şahsiyetlerin hayatı etrafında pek çok rivayetler, menkabeler şekillenir. Gerçek hayatı bu rivayetler ve menkabelerle açıklamak insanı yanıltabilir. İlim belgelere dayalı gerçeklerle, menkabelere dayalı ifadeleri birbirinden ayırt edip, gerçeğe ulaşma sanatıdır diyebiliriz (Eraslan, 2016, s. 43-45).

Türkistan’dan yanan ışık, başka bir âlemden doğan keramet güneşi değil; bir ana-babadan doğan, ete kemiğe bürünen, hata eden, tövbeyi bilen bir kul olarak temiz dili ile Ahmed Yesevî’nin ışığıdır. Onu ancak etiyle kemiğiyle bir yaratılmış olarak ele alabildiğimiz takdirde, kerametlerinin ardında ulaşılmayacak biri olarak tahayyül etmeyi bırakabiliriz. Bunun Ahmed Yesevî’nin değerinin düşmesine değil, gönüllere biraz daha yaklaşmasına vesile olacağı inancındayım.

Milletler kendi tarihinde yaşamış, büyük işler yapmış kimselere insanüstü sıfatlar yükleyerek onları daha da yüceltme eğiliminde olmuştur. Bu durum, kişilerin ilgisini çekmek için önemli olsa da insanî özelliklerin ikinci plana atılması, Ahmed Yesevî’nin bir insan olarak örnek alınmasının önünde engel oluşturmaktadır. Elbette bazı tarihî, dinî şahsiyetlere Allah tarafından verilen olağan dışı özellikler vardır; ancak bunun, ayrıca verildiğini, aslında insan yaratılışında bulunmadığını bilmemiz gerekmektedir. Bu özellikleri ya da keramet adı verilen olguları, birinci planda tutarak insan kimliğini gölgede bırakmış oluyoruz. Sözlü geleneğe sahip bir millet olarak, yaşamış kimseleri ya da yaşanmış olayları sözlü bir şekilde geleceğe aktarmış; bu aktarım esnasında ise insanları ve olayları hayal dünyamızda yoğurarak yeni kimlikler kazandırmışız.

Bu durum, olayları değerlendirirken kesin sonuçlara varmak konusunda bir takım zorluklara neden olmuştur. Ancak yine de doğruluk ve gerçeklik kavramlarını insan üzerinden geliştirebilirsek, insanüstü özellikler, edebi eserlerin konusu olacak, insan ise tüm canlılığıyla yanı başımızda duracaktır.

Ahmed Yesevî’ye yaşadığı dönem ve coğrafya açısından baktığımızda çağının ve kültürünün getirdiklerine uygun hareket ettiğini görürüz. Onu, o devrin içinden çıkıp bu devirde değerlendirebilirsek, değişmeyen olguların dışında değişebilecek, günümüze uygun hâle getirilebilecek pek çok şey olduğunu görebiliriz. Zeybek (2010, s. 52), basit ama dikkatimizi çekmeyen bir yönü bizlere şu cümle ile gösteriyor:

“Dokuz yüz yıl önce Müslümanlar, kaşıkla yemek yesin diye kaşık yapan Ahmed Yesevî nerede; bugünkü çağda bile elle yemeyi sünnet sananlar nerede?”

Peygamber sevgisinin birebir onun içinde yaşadığı kültürü taklit ile olmayacağını çok iyi anlayan Ahmed Yesevî’yi örnek alabilmemiz için onu, içinde bulunduğu çağdan ve keramet yığınından kurtarmamız gerekmektedir. Bunu da, hikmetlerini dahi, sadece olağandışı insanlara has özellikleri yansıtmış ya da sadece tasavvuf erbabı bunlardan sorumluymuş şeklindeki ön yargıyı kırarak başarabiliriz. Apak (2010, s. 68)

Peygamberimizin insanî yönünün ön plana çıkarılması ile ilgili şunları söylemektedir:

“Allah Resûlü’nün (s.a.v) anlaşılmasında onun insanî yönünün ön plana çıkarılması demek, ilahî tarafının, gösterdiği mucizelerin geri plana alınması, kısacası onun risalet yönünün ikinci derecede değerlendirilmesi anlamına gelmez.”

Bu durumun sadece Peygamberimizin gösterdiği mucizeler için değil, diğer tarihi, dinî şahsiyetlerin gösterdiği keramet adı verilen olgular için de geçerli olduğu düşünülebilir.

Ahmed Yesevî yaşadığı coğrafyada milletinin gönül dilini anlamış ve bu lisan ile konuşmuştur. Arap, Fars dili dünyasından değil, Türkistan’ın en ücra köşelerinde ip eğiren, maniler söyleyen ak saçlı anaların apak diliyle tüm Türk dünyasına bu gönül lisanını öğretmiştir.

Yesevî’nin dili temiz Türkçe olsa dahi onun hikmetlerini çorak bir toprağın suyu emmediği gibi gönlümüzün üstünde tutarsak tıpkı geçip giden günleri anlayamadığımız gibi bu hikmetleri de anlayamayız. O sözleri özümsemeli, gönlümüzde filizlendirmeli, ardından tüm bunları günlük hayatımıza uyarlayarak amel hâline getirmeliyiz.

“Bilinçsiz âlim amel etmeden yolda kalır,
Okuyup anlamaz, dünya malını ele alır,
Bencillikten bilinçsiz ömrünü zayi eder,
Kalpte Hayy zikrini söyleyin dostlar”
(Zeybek, 2014, s. 305).

1. Kaşık Ustası Ahmed Yesevî

Ahmed Yesevî ailesi itibariyle bakıldığında fakir bir çevrede büyümemiş, mütevazı bir hayat sürmek şahsî tercihi olmuştur (Tosun, 2017, s. 19-20). Dergâha bağış olarak gelen ya da hediye edilen malları şahsı ve ailesi için kullanmamıştır. Elinin emeği ile rızkını kazanmaya ise büyük önem vermiştir. Derviş olmak niyetiyle dergâha gelen kimselerin de evvela bir işinin olması gerektiğini vurgulamıştır.

“Sûfi olmayıp neylesin, evde yapacak işi yok,
Sûfilik iddiası eder halka vermeye aşı yok”
(Yesevî, 2016, Hikmet:119).

Sûfilik, yani tasavvuf yolunda olan kimsenin önce bir işinin olması, sonra halka aş verebilecek konuma gelmesi gerekir (Zeybek, 2010, s. 102). Ahmed Yesevî de ailesinin geçimini sağlamak için kaşık, kepçe yontmuş ve onları satarak geçinmiştir (Karaosmanoğlu, 2016, s. 37). Gerçek hayatta kaşıkçılık yapmış olsa da “Kaşık Ustası Ahmed” başlığının sembolik bir anlamı olup onun da insan olduğunu ve insani özellikler ile donatıldığını ifade etmektedir. Bu bölümde, Ahmed Yesevî’nin insan yaşamına özgü belli adımlarına ve olaylar karşısında verdiği insanî tepkilere yer verilmiştir.

Ahmed Yesevî bugün Kazakistan’da bulunan Çimkent ilinin batısında, Sayram şehrinde dünyaya gelir (Zeybek, 2010, s. 97). Annesi ile birlikte geçirdiği zaman yok denecek kadar az olduğu için ona annelik yapan ablası Gevher Şehnaz, kısa zaman sonra babaları Şeyh İbrahim’in vefatıyla babalık da yapmaya başlamıştır. Olağanüstülükler gösteren bir çocukluk döneminden bahsedilse de bu, onun bir çocuk olduğu gerçeğini değiştirmez. Henüz küçücük bir çocukken dahi bu denli olağanüstülükler ile anılması, insanlar arasından biri olmadığı izlenimini veriyor ki bu durum onun gerçekliğini ve yaşamsal boyutunu ikinci plana atıyor. Kendi dilinden bakacak olursak, hayatını anlattığı hikmetlerinde de olağanüstülükler olduğunu görürüz (Yesevî, 2015, Hikmet: 2):

“Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan,
Göğe çıkıp ders öğrendim meleklerden;
İlgimi kesip bütün tanıdık bağlardan;
O nedenle altmış üçte girdim yere.”

Bütün bu yazılanlara gerçeklik penceresi ile bakacak olursak bir şeylerin ters gittiğini anlarız. Küçük yaşta bir çocuk iken göklere çıktığını, meleklerden ders aldığını, herkesten ilgisini kestiğini söylüyor. Ancak bunun manevî âlemde olduğunu düşündüğümüzde gerçekliğe uygun hâle getirmiş oluruz. Tabi ki olağanüstü bazı vasıflar ve durumlar olabilir, ancak bunları yalnızca gerçeklik çerçevesine koyduğumuzda örnek alınabilecek insan modeli ortaya çıkabilir.

Ahmed Yesevî’nin henüz küçükken bilinmeyen bir nedenle Yesi’ye gelmiş olabileceği düşünülür (Köprülü, 1976, s. 63). Burada Arslan Baba’nın himayesinde bir yıl eğitim almış, bu bir yılın ardından Arslan Baba ebedî âleme intikal etmiştir. Ondan bir yıl içinde öğrendikleri maddî anlamda çok fazla olmasa da manevî anlamda, “melametin esaslarını aldığını” söyleyebiliriz (Eraslan, 1995, s. 804). Arslan Baba’nın etkisini Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinde görmek mümkün (Yesevî, 2015, Hikmet:18):

“Yedi yaşta Arslan Baba Türkistan’a geldiler,
Başımı koyup ağladım, hâlimi görüp güldüler,
Binbir zikrini öğretip merhamet eylediler;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.”

Arslan Baba ile ilgili rivayetler de hayli fazladır. Rivayetler Peygamberimizden hurma alıp onu ağzında sakladığını, ardından nice yüz yıl sonra Ahmed Yesevî’yi Sayram’da bularak hurmayı ona verdiğini söyler. Ancak Fuad Köprülü, Arslan Baba’nın Ahmed Yesevî’nin babası Şeyh İbrahim’in kardeşi olabileceğini söylemektedir (Algar, 1991, s. 400). Onun efsanevi bir şahsiyet olmadığı orada yerleşerek mürşitlik yaptığı Arslan Baba’nın Otrar’daki türbesinin yanında bulunan Kırlangıç Baba ve Şahin Baba türbelerine bakıldığında anlaşılıyor (Bice, 2016, s. 70). Demek ki mürşitlik yapmış ve ardında postunu emanet ettiği kimseler bırakmıştır. Arslan Baba’nın ağzında saklayarak Ahmed Yesevî’ye verdiği hurma ise, tasavvufi hakikatleri, Peygamberimizin mirası olan ledünnî ilim ve marifeti ona ulaştırdığını gösterir. (Bice, 2016, s. 68).

Ahmed Yesevî, Yaşnâmesinin bulunduğu hikmetinde yirmi yedi yaşında Yusuf Hemedânî’ye bağlanarak gerçek hocasını bulduğunu bildirmektedir (Eraslan, 2016, s. 45). Bir süre onun yanında kalmış, Yusuf Hemedânî’nin vefatına yakın, posta oturacak üçüncü vâris olarak belirlenmiş, bir zaman postta oturduktan sonra rivayete göre bir işaret ile Yesi’ye dönmüştür (Bice, 2016, s. 85). Bir nefis ile donatılmış, evlenmiş, İbrahim adlı bir oğlu ile Gevher Şehnaz ya da Gevher Hoşnas adlı bir kızı dünyaya gelmiştir. (Köprülü, 1976, s. 77). Ancak rivayete göre Ahmed Yesevî’nin oğlu İbrahim, Ahmed Yesevî henüz hayattayken vefat eder (Karaosmanoğlu, 2016, s. 43).

Hâkim Süleyman Ata, Ahmed Yesevî’nin halifelerinden birisidir. İbrahim’in ölümü ile ilgili yazdıklarına baktığımızda Ahmed Yesevî’nin bu ölümden ne kadar etkilendiğini anlamaktayız (Karaosmanoğlu, 2016, s. 135). Hâkim Süleyman Ata’nın, İbrahim’in öldürülmesi ile ilgili yazdığı şiirin bir bölümü şu şekildedir (Sever, 2017, s. 142):

“Süpri halkı İbrahim’ning yolın tostı
Acıglanıb cehil birle suga bastı
Su içide İbrahim’ning başın kisti
Kolı kurup kattı biling dostlarım a” (1)

Burada Hâkim Süleyman Ata, İbrahim’in yolunu kestiklerini, sinir ve cahillik hâli ile suda boğduklarını, su içinde İbrahim’in başını kestiklerini, ellerinin kuruyup katılaştığını söylemektedir.

“Cigerguşım ferzendim dip na’ra tarttı
Hazret pirim köp yıgladı şevki arttı
Candin kiçken köp sufiler kanlar yuttı
Kanlar yutup nalan bolung dostlarıma”
(Sever, 2017, s. 142).

Ahmed Yesevî’nin “ciğerimin köşesi oğlum” diyerek bağırdığını, bu durumdan derin üzüntü duyarak çok ağladığını, nice sûfînin de bu durumdan çok etkilendiklerini bildirir.

Bunun içindir ki Ahmed Yesevî’nin soyu da Peygamber efendimiz (s.a.v) gibi kızından devam etmiştir. Köprülü, Ahmed Yesevî’nin ölüm tarihinin tahmini olarak 1166-67 olduğunu söyler (Köprülü, 1976, s. 72). Bunun 63 yaşında yer altına indiği tarih olduğu kabul edilirse doğduğu yıl 1103 olur (Carmuhammed-ulı, 2001, s. 25). Yer altına girdikten sonra zamanının büyük bölümünü ibadet ile geçirmiş, talebeler yetiştirmeye devam etmiştir. Dünya ile olan bağını koparmamıştır.

“Kul Hoca Ahmed tekbir deyip sohbete başla,
Hâyu heves ben-benliği uzak gönder,
Seherlerde dört dövünüp dinmeden çalış,
O sebeple Hak’tan korkup kabre girdim”
(Yesevî, 2015, Hikmet: 9).

Görüldüğü gibi Ahmed Yesevî, elini eteğini dünyadan en çok çektiği dönemde dahi durmadan çalışmakta ve durmadan çalışmayı öğütlemektedir.

Ölüm tarihi ile ilgili muhtelif görüşler olmakla birlikte, Muhammedrahim Carhammed-ulı (1992, s. 321-333), Ahmed Yesevî’nin bir hikmetine dayanarak, onun yüz yirmi beş yıl yaşadığını söyler. Bahsedilen hikmetin ilgili bölümü şu şekildedir (Yesevî, 2015, Hikmet: 10):

“Erenlerden feyz ve fetih alamadım,
Yüz yirmi beş yaşa girdim bilemedim,
Hak Teâlâ’ya ibadetlerimi kılamadım,
İşitip okuyup yere girdi Kul Hoca Ahmed.”

2. Kul Hoca Ahmed

Hoca Ahmed Yesevî için Allah’ın rızasına ulaşmış bir kul olmak en önemli konudur. Bunu hikmetlerinde sıklıkla tekrarladığını görürüz (Yesevî, 2015, Hikmet: 21):

“Kul Hoca Ahmed rahmetinden ümit tutayım
Rabbim “benim kulum” dese şükrünü edeyim,
Kulum demeyip yüz çevirirse nasıl diyeyim
Elimi tutup yola koy “Ente’l-Hadi”.

Görüyoruz ki Ahmed Yesevî’nin arzusu da olağanüstülükler âleminde bir sır olarak anılmak değil, bilakis kul sıfatıyla Allah’ın rızasını kazanmaktır. Elbette Ahmed Yesevî’nin ilahî pek çok özellik ile donatıldığı, bâtın âleminin alelade bir insandan farklı olduğu inkâr edilemez. Ancak bütün bunların ötesinde bir insan olduğunu, alnına bir nefis yerleştirildiğini, nefsi terbiye iradesinin diğer insanlara verildiği gibi ona da verildiğini unutmamak gerekir.

“Nefsim beni yoldan çıkarıp hakir eyledi,
Çırpındırıp halka ağlamaklı eyledi,
Zikir söyletmeyip şeytan ile dost eyledi;
Hazırsın deyip nefis başını deldim ben işte”
(Yesevî, 2015, Hikmet: 1).

Nefis terbiyesi ile çok uğraşan Ahmed Yesevî, onu yenmeyi başarmıştır. İnsanın belli bir olgunluğa erişmesi için nefsini terbiye etmesinin önemi üzerinde sıklıkla durur. Nefsin hilelerinden, insanı doğru yoldan çıkarmasından bahsetmiş ancak ardından insana verilen iradenin nefsi yenebileceğini göstermiştir.

“Didar için kul oldum “âmin!” deyiniz,
Ey talipler hâlim görüp gamım yiyiniz,
Yolda kalan Kul Ahmed’e yol veriniz,
Yolu arayıp kul olup geldim bak işte.”

Ahmed Yesevî, kendisinin “yolda kalmış” olduğunu söyleyerek taliplerinin aşırı yüceltmelerinden korunmaya çalışmıştır (Zeybek, 2014, s.161). Hikmetlerinin büyük bölümünde bunu görmekteyiz. Hak yolun ne olduğunu dinleyeninin gönlüne nakşederken, melamet gereği kendini kötülemekte, bununla başkalarının nazarında kusursuzlaş- tırılmamaya çalışmaktadır.

“Ki bilmeden çok günah işledim
Gönülleri yıkıp mahzun eyledim”
(Yesevî, 2015, Hikmet: 32).

Allah (c.c) Abese Sûresi’ni Resulünün hatası üzerine indirmiştir. (2) Yaradılışça en mükemmel insanın hayatında bile iyilik-kötülük mücadelesinin bittiği bir son nokta bulunmamaktadır (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2011, s. 555). Ahmed Yesevî de bir yaratılmıştı ve her insan gibi hatalar yapmıştı. İndirilen kitabı, İslam dinine geçmiş ancak İslam’ı yaşam felsefesi hâline getirememiş Türklere, hikmet diliyle anlatmıştır. Bütün bunları söylemeden evvel hata yollarından, nefsin karanlık odalarından geçtiğini bilmemiz gerekir. O hâlde olağanüstülükler beklemeye gerek yoktur.

3. Ahmed Yesevî’nin Gözünden “Dünya”

“Dünya” kavramı tasavvuf geleneğinde önemli bir yere sahiptir. Bu gelenekte bahsedilen dünyayı sadece içinde bulunduğumuz, yaşamsal faaliyetimizi sürdürdüğümüz gezegen olarak algılamak, son derece yanlıştır. Dünya kavramı tasavvufta insanı iyi işler yapmaktan alıkoyan her türlü faaliyet için de kullanılmaktadır. Dünya hayatı Kur’an’da bir oyun, eğlenceden ibaret görülür (En’am 6/32). Bu ayette, hayatı anlamlı ve değerli hâle getiren şeylerin Allah’ın rızasını kazanmayı ve O’na yakınlaşmayı umarak yapılan hayırlı işler olduğu anlatılır (Diyanet İşleri Başkanlığı, 2006, s. 394). Tasavvufta dünyaya bağlılık, afet olarak tanımlanır. Ona bağlanmak afet olarak görülmüş; ancak bununla birlikte dünyanın bir ihtiyaç, dünya için çalışmanın farz olduğu da hiçbir zaman göz ardı edilmemiştir (Erginli, 2014).

“Ey habersiz Hakk’a gönül yürütmedin,
Dünya haram, ondan gönül soğutmadın,
Nefisten geçip Allah’a doğru yönelmedin,
Bu nefis için ağlamaklı ve şaşkın oldum ben işte”
(Yesevî, 2015, Hikmet: 11).

Dîvân-ı Hikmet’te ve çoğunlukla tasavvuf edebiyatında, dünya derken sözün kelime anlamı da kastedilmektedir. Bu kelime ile adi, aşağılık işlerden bahsedilir. Yaşamakta olduğumuz dünya ve bu dünyaya verilen değer ayrı bir konudur. Dünya denilirken kastedilen ve terk edilmesi istenilen, insanı aşağı düşüren işlerdir. Ahmed Yesevî’nin yolunda olanlar, hayatın içinde olmalı, üretmeli, kazanmalı ve kazandığını gariplere, yetimlere dağıtmalıdır (Zeybek, 2014, s. 245).

Ahmed Yesevî hiçbir zaman dünyayı boşlamamış; insanın dünyaya gönderilme nedeninin sadece ibadet olmadığını çok iyi anlamış ve anlatmıştır. Bu yüzdendir ki Ahi Evran ve diğer Ahmed Yesevî dervişleri, Türk dünyasının muhtelif coğrafyalarına yalnızca ibadeti değil, Ahilik teşkilatı gibi sosyal bir kuruluşu da götürmüşlerdir (Ecer, 2001, s. 47-64). Ailesinin geçimini sağlamak için kepçe, kaşık yapıp satan ve insanları meslek edinmeye teşvik eden birinin, Allah’a yaklaşmak için dünyanın rızkını arka plana atarak yalnızca ibadet ile meşgul olduğu zaten düşünülmemelidir.

Dinimiz dolayısıyla tasavvuf geleneğimiz, dünyalık işleri değil, dünyadaki boş işleri terk etmeyi emretmiştir. Bu ikisi arasındaki ayrımı sağlıklı bir şekilde yapmamız gerekiyor, aksi takdirde Ahmed Yesevî’nin öğretisinianlayamayız. Anlayamadığımız için de hayatımızı bu doğrultuda yeniden şekillendiremeyiz. Yesevî’nin hikmetlerinde sıklıkla geçen dünya kavramını anlamak için, onun zaman anlayışına baktığımızda, zamanını üçe ayırdığını görmekteyiz (Yıldız, 2017):

Zamanının üçte birini ibadet ile, üçte birini ilimle, talebeler yetiştirerek, kalan üçte birlik kısmını ise, ailesinin geçimini sağlamak için kaşık, kepçe oyarak geçirmektedir. Sadece zamanını nasıl değerlendirdiğine bakarak dahi onun hayat felsefesini anlamak mümkündür. Allah’a ibadet ile geçirdiği vakit kadar, dünyadaki geçimini sağlamak için de emek harcamaktadır. Bu bize dünya ile ahiret hayatının arasındaki dengeyi nasıl kurmamız gerektiğini gösteren güzel bir örnektir.

Sonuç

Ahmed Yesevî her gün sokakta gördüğümüz insanlar kadar canlıydı. Yaşamış ve hayatın içinde olmuştu. Halkın derin sevgisini kazanmış insanların başına gelen, onun da başına gelmiş; yaşayan bir insan olan Ahmed Yesevî, olağanüstülükler âleminde bir gölge olarak kalmıştır.

Sözlü geleneğe sahip olmamızın da etkisiyle sağlam yazılı kaynaklar edinmek noktasında sıkıntılar yaşasak da, Ahmed Yesevî’nin bir insan olduğu hakikatini ikinci plana atmadan, tıpkı o zamanda olduğu gibi, “örnek insan, feyz alınan kimse” hâline getirebiliriz. Ahmed Yesevî sadece menkabelerle tanınmaması gerekecek kadar kıymetli bir şahsiyet, hayatın tam içinde olması ve bütün canlılığıyla yol başçımız olması gereken birisidir. Bu açıdan bakıldığında onu yalnızca bilimsel toplantılarda ya da edebî eserlerde anmak yeterli olmayacaktır.

Bir Müslüman nasıl ki oturmasından, kalkmasından dahi anlaşılmalı, Ahmed Yesevî’nin öğretileri de her hareketimize işlemelidir. Onu layığıyla tanıdığımız ve tanıttığımız zaman göreceğiz ki yetiştirdiği talebeler doksan dokuz bin ile değil, milyonlar ile ifade edilecektir. Ahmed Yesevî’nin kim olduğu sorusuna verilen kalıp cümleleri yıkmak, onun yeniden rol modelimiz olacağı zamana kavuşmak için çalışmak gerekiyor. Onun dünyaya bakışını anlayabildiğimizde, dünyamızı yeniden şekillendirme fırsatımız olacaktır. Ahmed Yesevî zihniyetini bugüne taşıyarak günümüz şartlarında değerlendirebilirsek, onun ve dervişlerinin kurduğu sosyal yapıyı kuvvetli bir şekilde yeniden inşa edebiliriz.

Dünya, tamamıyla bırakılması gereken bir günah çukuru değildir. Ahmed Yesevî’nin dünyası, çalışmaktır, iki âlem için de çalışmak. Onun dünya anlayışını İslam’ın dünya anlayışı ile bir görmek gerekiyor. Müslüman her daim ilimle meşgul olmalı, üretmeli ve ürettiği ile ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermelidir. Ancak onun ihtiyaç sahiplerine yardım etme anlayışında, vererek nefsi tatmin etme değil, insanları elindekini paylaşabilecek bir konuma getirme anlayışı hâkimdir. Bunu, dergâha derviş olmak gayesiyle gelenleri meslek edinmek konusunda teşvik etmesinden anlayabiliriz.

Ahmed Yesevî’nin insanî yönü, kul sıfatı ve dünyaya İslam penceresinden bakışının anlaşılması gerekmektedir. O, Hak dini yeni kabul etmiş ancak onu özümseyememiş Türklere, hikmetlerinin güzel dili ile İslam’ı yeniden anlatırken, dilinde ve hayatında sadelikten ayrılmamıştır.

İslam’ı Türk’ün kültürü ile harman ederek Türk-İslam medeniyetinin temel taşlarını döşeyen Ahmed Yesevî, tüm sadeliği ile anlaşılması ve bu sadelik ile günlük hayatımıza kadar yerleşmesi gereken biridir. Onun hikmetlerinin ve hayat felsefesinin yalnızca tasavvuf ehli için geçerli olduğu düşüncesini kırarak, Ahmed Yesevî’yi bir yaratılmış, menkabelerin ötesinde bir insan olarak görmek, onun değerini düşürmeyecek, yüz yıllar sonra dahi onu tanıyan insanlar, örnek alınacak bir şahsiyet olarak göreceklerdir. Ahmed Yesevî gibi şahsiyetleri örnek almaya, hayatımızı şekillendiren fikir adamı olarak görmeye ihtiyacımız var. Yüz yıllar önce bize verilen mesajı anlayabilmemiz için görülmeyen Ahmed Yesevî’yi görmeli ve onu bu açıdan tekrar okumalıyız.

HAMİYET ÖZER
II. Uluslararası Hoca Ahmed Yesevî
Sempozyumu Bildirileri, S. 397-404



(1) Rivayete göre Ahmet Yesevî’ye karşı kin besleyen Suri (Savran) halkı ondan intikam almak için bir ağaç altında uyumakta olan oğlu İbrahim’i öldürmüş, başını kesmiş, onu bir havluya sararak Ahmed Yesevî’ye göndermişlerdir. Ahmed Yesevî, başı getirenlere bunun ne olduğunu sorduğunda yeni yetişmiş, turfanda kavun getirdiklerini söylemişlerdir (Köprülü, 1976, s. 40).
(2) Bu sûre, gözleri görmeyen İbn Ümmi Mektum hakkında indirilmiştir: O, Hz. Peygamber’e gelerek,” Ya Resulullah beni irşat buyur / bana yol göster” deyip durmaktadır. Resulullah’ın yanında ise müşriklerin büyüklerinden birisi bulunmaktadır. Resulullah, gözleri görmeyen bu adamdan yüz çevirmiş, diğerine yönelerek “söyleyeceğinde bir sakınca görüyor musun?” demiş, “Hayır” karşılığını almıştır. İşte sûre, bu durum neticesinde indirilmiştir. (Tirmizî, Tefsir-u Sûre-yi Abese, 1).



KAYNAKÇA:

Algar, H. (1991). TDV İslam Ansiklopedisi . TDV İslam Ansiklopedisi Web
Apak, A. (2010). “Günümüzde Hz. Peygamber’in Doğru Anlaşılması Üzerine Düşünceler”, Uludağ Üniversitesi İlahîyat Fakültesi Dergisi (s. 68).
Bice, H. (2016). Pir-i Türkistan. Ankara: Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi.
Carhammed-ulı, M. (1992). “Hoca Ahmet Yesevî’nin Hayatı Hakkında Yeni Deliller ve Onun Bilinmeyen “Risale” Adlı Eserinin İlmi Değeri”, M. Şeker, & N. Yılmaz (Dü) içinde, Ahmed-i Yesevî Hayatı, Eserleri Tesirleri, (T. Tekin, Çev.:, s. 321-333).
Carmuhammed-ulı, M. (2001). Hoca Ahmet Yesevî ve Türkistan.
Diyanet İşleri Başkanlığı. (2006). Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir II.
Diyanet İşleri Başkanlığı. (2011). İlmihal II İslam ve Toplum.
Ecer, A. V. (2001). “Ahmet Yesevî Dervişi Ahi Evren ve Kayseri’de Ahilik”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(11), 47-64.
Eraslan, K. (1995, Kasım). “Ahmet Yesevî”, Erdem Dergisi, 7(21), 804.
Eraslan, K. (2016). “Ahmet Yesevî”,1. Uluslararası Hoca Ahmet Yesevî Sempozyumu (s. 43-45).
Erginli, Z. (2014). “Temel Tasavvuf Klasiklerinde Dünya Algısına Toplu Bir Bakış”,Uludağ Üniversitesi İlahîyat Fakültesi Dergisi, 15(2), 13-76.
Karaosmanoğlu, İ. (2016). Türk İrfanının Piri Hoca Ahmet Yesevî, Kocaeli: Sinka.
Köprülü, M. F. (1976). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Sever, M. (2017). Hakim Süleyman Ata Hikmetler ve Kıssalar, Ankara:
Tosun, N. (2017). Ahmet Yesevî, Ankara
Yesevî, A. (2016). H. Bice (Dü.) içinde, “Divan-ı Hikmet”.
Yıldız, M. (2017, Eylül 27). Anadolu Ajansı: http://aa.com.tr/tr/turkiye/hoca-ahmet-Yesevînin-hayati-ve-dusunceleri-konferansi-duzenlendi/921063 adresinden alınmıştır.
Zeybek, N. K. (2010). Allah’a Aşk ile Ulaş Ahmet Yesevî ve Hikmetleri
Zeybek, N. K. (2014). Aşk Yolu Hoca Ahmet Yesevî ve Hikmetleri

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI