Nejat Birdoğan Hakka yürüdü.
Açık, aydınlık, çağdaş bir kalem, yazmaz oldu. Hep uyarıcı olan bir fikir üreticisi, bir özgün bakış, eylemini vaktiyle yazdıklarıyla, kitaplarıyla sürdürecek artık.
Arkasından, şimdiden söylenecek olan nedir?
Onu, bir kültür tarihçisi olarak tanıdık.
Gözleri, kendi yurdumuza çevriliydi; fikrî kaygısı, Anadolu kültürünün dünü ve bugünü üstüneydi. Özellikle Alevilik ve Bektaşilik üzerinde duruyor; onların doğuşu ve kültürümüzdeki yerini araştırıyordu.
Onu, bu aranışa götüren ne olmuştur?
Gazetemizde, Alevilik ve Anadolu’daki Gerçekler adıyla, 16 Ağustos1989’da yayımladığı pek özlü bir yazısında, bunun ipuçlarını verir.
Dediği şudur: Alevî, bilindiği gibi “Ali yanlısı” anlamındadır. Buradan kalkarak çoğu araştırmacı, elmalarla armutları aynı sepete koyar; bir büyük kültür olgusunun çıkışını, Halife Ali’nin elinden alınan halifelik hakkına, Fedek Hurmalığı’na, Kerbela Olayı’na bağlarlar. Arkasından hüküm faslı gelir: “Biz Müslümanlığın bir koluyuz” deyip işin içinden çıkarlar.
Oysa bu sorunu çözmüyor, daha da karmaşıklaştırıyordu: Örneğin İran, Suriye, Fas; Ali yanlısı yığınla ülke var; onlarda da “Ehl-i Beyt”, “On iki imam”, “Kerbelâ” inancı baş köşede; ama yine de bir farklılığımız var onlarla.
Dahası, Anadolu Alevilerinin kendine özgü inanç ve ibadetleri de görülüyor.
Peki, kaynağı ne bu farklılığın?
Nejat Birdoğan’ın kaygısı, işte bu sorunun yanıtını aramak oldu. Ortaya koyduğu gerçek de, ulusal kültürümüzün -yüzyıllar önce- nasıl olup da mayalandığıdır.
Söz konusu yazısında şunu altını çizer:”Anadolu Aleviliği salt Ali sevgisiyle doğmadı. Bu kutsal gelenekler toplamı, gerçek bir ulusal kültürdür, bilinçtir. Daha doğrusu İslamlaştırma, Arapçalaştırma çabalarına karşı bir
tepki, bir direnmedir”
Ona göre yaşamın ve tarihin zorlukları, Orta Asya bozkırlarındaki göçebe Oğuzları Batıya ittiğinde, ayrıcalığa inanmayan bu eşitçi insanlar, Anadolu’ya kendi tüze ve törelerini de getirdiler. Bu tüzeye ister Gök Tanrıcılık,
ister Şamanlık diyelim, işler kazasız belasız yürüyordu. Ne var ki, göçebe Oğuzlar, Anadolu’da koyu ve tutucu bir Müslüman baskısıyla karşılaştılar.
Karşılaştıkları düzeni bozmak yerine, bu yelpazede kendilerine bir yer aradılar.
“Hz. Ali sevgisiyle dolu bölgeyi seçip eski kırsal alışkanlıklarını da alıp o bölgeye yerleştiler. Sonraki dönemlerinde bu sevgiyi geliştirdiler. Bu sevgi ile
yatıp kalktılar. Törenlerindeki eski Asya geleneklerini Ali çiçekleri ile süslediler.
Kurban onun adına kesildi. Semah, onun adına yapıldı. Yargı onun adına verildi. Ulu Türkçemize Ali çok yakıştı. Anadolu Alevileri Ali’yi Türkleştirdi ve ölümsüzleştirdiler”
Böylece, ne Fedek Hurmalığı, ne Kerbelâ!
Belli ki, fikri de inancı da yoğuran, Anadolu toprağının tarihsel ve kültürel koşulları olmuş. Böyle bakarsak, Alevinin şeriat düşmanlığı da, laikdemokrat Cumhuriyet yandaşlığı da yerli yerine oturur. Nejat Birdoğan’ın
kalemi, işte bütün bunlara açıklık getirmiştir. Aramızdan ayrılan, bir “Aydınlanmacı”ydı bir yerde.
Adı unutulmayacak!
Ve uyur-gezerlere, hinoğluhinlere, şarlatanlara karşı mücadelede, yön gösterecek, güçlerimizi artıracak...
SERVER TANİLLİ
Cumhuriyet Gazetesi, 11.5.2001

ŞİİRLERİ