Ressam, Şair ve Tasarımcı Balkan Naci İslimyeli
ile tarihi yarımadayı kucaklayan evinin
salonunda, İstanbul sevgisini, yaşam
tarzı olan sanatını, dünyada çağdaş sanat
ve ortamını konuştuk, güncel birçok konuya
değindik.
Ünlü bir sanatçısınız ama sizi tanımayanlar için kendiniz ve sanatınız hakkında bir özet yapar mısınız?
60 yılı nasıl özetleyeceğimi doğrusu bilemiyorum. Babam memur olmanın yanı sıra bir karikatüristti, çocukluğumdan beri sanat
ortamında oldum. Babamın atanmaları nedeniyle Anadolu’nun pek çok şehrini dolaştık ve küçük yaşta bir vizyon sahibi olabildim; toplum ve Türkiye hakkında. Ama merkezimiz hep İstanbul’du aile oralı olduğu için. Babamın Akbaba dergisinin kapaklarındaki çizimlerini saklarım, ona da bir sergi yapmak isterim baba oğul diye yeni bir konseptle. Gerçi onun sergileri var ama birlikte yapmak istiyorum.
Babanızın ardından güzel bir şiir yazmıştınız.
Onlar öyle çok sevgili bir çiftti. Birbirlerini sevenler hemen birbiri arkasından gidiyorlar. Onları da öyle kaybettik ama mutlu huzurlu
bir ömür yaşadılar. Türkiye’nin bu günlerini görmediler. Bu arada avuntu sanat oldu, hem kaçış, hem tedavi, hem ifade. Sanat acıdan
doğan bir şey yani. Mutlulukla sanat bir arada yürümüyor. Mutlaka bir şeylerin ters gitmesi lazım; kendi içinizde veya çevrenizde. Onun
için sanatçı her zaman ikircikli, huzursuz olmak durumunda ki topluma yeni öneriler getirebilsin. Ama bundan şikayetçi değilim,
bu insanın yapısı, sanat bütün canlılara, çevreye nüfuz etmeyi; onları içten hissetmeyi gerektiriyor. Bunu yaptığınız zaman da çok
yıpranıyorsunuz. Yani acı çeken insanların aksi, yansıması, sizin içinizde devam ediyor. Bu bünyeyi, bu birikimi dışa atmak lazım, o
da sanatla mümkün oluyor.
Liseden sonra Tatbiki Güzel Sanatlar’a girdim. Eğitim ve hemen arkasından eğitmenlik sonra emeklilik,
yeni üniversitelerden teklifler. Işık Üniversitesi’ndeyim 10 senedir.
Gençlerle bir arada olmak güzel bir duygu. Yeni kuşakları yakından, içten tanıyorsunuz. Onlarla beraber olmak hem moral verici bir şey,
hem düzeltebildiğiniz kadar düzeltmeye çalışıyorsunuz bir takım
aksaklıklarını.
Işık Üniversitesi’nin Atatürk’ten gelen bir geçmişi var ayrıca.
Tabii, 130 yıllık bir misyon. Çok önemli, Türkiye’de çok aydınlık kuşakları yetiştirmiş bir kurum. O yüzden mutluyum çocuklarla.
Ressam, tasarımcı, şair, yazar ve de eğitmen olarak Prof. Balkan
Naci İslimyeli. Bütün bu çok yönlülüğü bir arada götürmekten bahsedelim. Nasıl dengeliyor, zamanınızı nasıl bölüyorsunuz? Hepsi birbirini besliyor mu?
Sanat bir yaşam biçimi, tüm bunlar aslında birbirinin içinde kontrast alanlar değil. Ben bir resmi oluştururken konsept olarak zaten onun
şiirlerini, desenlerini, hakkında düşündüklerimi yazarım. Dolayısıyla ifade etmenin her biçimi, her türü bizim hayatımızın içinde.
Müzik ile de ilgileniyor musunuz?
Evet, benim sesim ve kulağım çok iyidir. Eşim Sezen konservatuarın sonuna kadar geldi, kendisi Kimya Profesörü ama müziğe müthiş ilgisi var, onunla pek çok gruba katıldım. Koro, Klasik Türk Müziği kökenli ama ben cazı, etnik müziği de çok severim. Klasik müzik ise çalışırken benim arkadaşımdır, bir tek o girer atölyeye.
Geçenlerde Lale Müldür’le Ekavart’ta “resimde şiir, şiirde resim” temalı söyleşiniz vardı.
Galeri bir sanatçı sohbeti yapalım dediği zaman aklıma Lale geldi. Onunla dönemin en ünlü edebiyat dergilerinde şiirlerimiz yayınlandı. Ben şiiri resmimin biraz gerisinde tutmaya çalıştım. Şiir bütün sanatların büyüsü, sadece edebi bir tür değil, hepsinin üstünde bir aura. Yaşadığımız çağda alelade, çok sıradan şeyler yapılıyor. Dolayısıyla bizim o imrendiğimiz,
onun gibi olmak istediğimiz büyük sanatçı tipleri artık çok seyreldi. Müşteri baş tacı oldu, yaratılan orta sınıf kendi kültür düzeyinde şeyler
istiyor. Hangi ahlakla, duruşla başladıysak, kuşağımızdan eğilenler, bükülenler olsa da, biz dimdik yürümeye devam ediyoruz. Çok daha sade, anlamlı ve dürüst yaşanabilir hayatta.
Sırf Türkiye’de değil aslında bütün dünyada bu dediklerinizi görüyorum. Mesela Art Basel Miami Beach’de, ki çok pahalı orada
bir yer kiralamak, niteliksiz işler gördüm.
Şimdi insanları etkileyen şey sanatın niteliği değil fiyatı; 1 milyonluk bir resme başka türlü, 10 bin liralık resme başka türlü bakılıyor.
Piyasa bunu yaratıyor kurmaylarıyla; dev bir mekanizma. Aynı bir Pop Star, bir Madonna gibi büyük bir heyet size ne yapacağınızı, bütün
angajmanlarınızı, nerede sergileyeceğinizi, hangi müzelere girmeniz gerektiğini planlıyor. Siz o oyunun içinde küçük bir aktörsünüz. Yani
biçilen rol hangi boyuttaysa onu yaşıyorsunuz, onu oynuyorsunuz. Yer dolunca da sıradaki diyorlar.
Güncel konulardan kadınların ülkemizdeki durumu hakkında ne söylemek istersiniz?
Ben bağırarak anlatmayı sevmem, sanatın dili çok başka değil mi? Sanatın dili kalbe, ruha yönelik bir şey. Onu yapan sanatlar da olacak
tabii; afişler, protestolar, farklı anlatım dili graffitiler var. Şiddetli anlatımı sevmiyorum, öfke yaratmadan, nefret yaratmadan, kişi
kalbinde bir yere oturtsun isterim. Onun için de ölçü sanatta çok önemli. Bir şeyi etkili söylemek istiyorsanız biraz alçak sesle söyleyeceksiniz.
Bağırdığınız zaman haklı da olsanız, geri döner size, ses geri döner.
Kadınlara yapılan şiddet meselesi özellikle Müslüman ülkelerde çok büyük sorun. Bu zihniyetin değişmesi lazım. Biz de sanatçılar olarak kendi tarzımızla mücadele etmeliyiz. Kadının yetiştirilmediği bütün nesiller cahil, aksak ve kötü eğitimli oluyor ve yeni nesiller onun elinde büyüyor. Bu bir ideoloji ve dışarıdan da besleniyor. Ben burada
kadınları da suçluyorum çünkü birbirlerini yeterince desteklemiyorlar.
Yani kentli kadının ve Anadolu coğrafyasındaki kadının söylemlerini, dertlerini bir şekilde bir araya getirmek lazım. Biraz tepeden bakıyor
kentli kadınlar. Anadolu’da kadın erkeğin misyonunu devralır belli bir yaştan sonra, erkekten daha sert olur hemcinslerine karşı; gelinini, kız çocuğunu ezer, erkek çocuğunu yönetir. Bütün hakimiyeti alır ve erkekten öcünü böyle aldığını zanneder. Kan davasına özendirir,
demek ki kadınların kadınlara karşı yapacağı şeyler de var Türkiye’de.
Erkekleri yanınıza alın, zaten sizin gibi düşünen kaç tane adam var değil mi? Onun için hoşuma gidiyor böyle etek giyiyorlar, o da bir
medeni cesaret değil mi
Ev fiyatlarında balonlar patlıyor, kötü
resimlerde de balon patlamayacak mı ilerde?
Bir sanatçıya biçilen bir ömür var, ölünce
hepsi prim yapmayacak. Şimdi koleksiyoner
de kalmadı, çoğu spekülatör. Atölyeme
geliyorlar koleksiyoner görünümünde,
bakıyorsun 3-5 resim alıyor, aa ne hoş
diyorsun, bakıyorsun 2 ay sonra müzayedeye
koymuş. Yani bir borsa kağıdı muamelesi
görüyor sanat eseri, böyle sanat ortamı
olmaz. Şimdi sahte alıcılar bulunuyor ve
fiyatlar sahte olarak yükseltiliyor. Mesela
birisi 40 tane bir ressamdan toplamışsa
gidiyor onun bir arkadaşıyla anlaşıyor,
fiyatını 2 milyon dolara çıkarıyorlar stok
değerlensin diye. Stok bitince pat diye adamın
fiyatları düşüyor, ondan sonra herkes büyük
bir aldatılmışlık duygusuyla, sanatçının
varislerine saldırıyor.
Müzayedenin yarattığı geçici starlara inanmamak lazım. Bir ülke kendi sanatçısına bu kadar haşin davranırsa ve onu dünya pazarına niye çıkamadı diye suçlamaya kalkarsa, o pazara nasıl çıkıldığını irdelemesi lazım değil mi? Çin’in bütün zenginleri Çin resmi alarak, dünya piyasalarında Çin resmini bir yere getirdi.
Onların desteği olmadan sanatçı sanat mı
yapacak? Fiyatı bir yere geldi mi bir resmin
oradan indiremezsiniz, çünkü yatırım
yapanlar buna izin vermez, anlatabiliyor
muyum? Bir resme 8-10 milyon yatırıldığı
zaman siz o resmi haklı olarak yerin dibine de
soksanız, asla buna izin verilmez.
Galeriler, bir döneminizi çok beğenir,
koleksiyonerler çok beğenir, onlar kapışılır
ve istenir ki hep onları yapasınız. Sizin
bireysel iradeniz, duruşunuz aslında saygı
gösterilen bir şey değildir; ama iyiyi satmak
kültürel bir görevdir.
Bir de sanatçıyı en acıtan kısmı resmin
sevilmesinden ziyade yatırım aracı olarak
alınması.
Bizde burjuvazi öyle kültürel misyonu,
geçmişi olan bir sınıf değil. Ben kendimi
niye başarılı sayıyorum; bu kadar burnunun
dikine gidip de resimden hayatını kazanan,
iyi şartlarda yaşayabilen ender insanlardan
biriyim. Bizden önceki kuşaklar çok daha
avantajlıydı çünkü sanatçı bir idoldü, kült
bir figürdü. Şimdi kötü şarkıcılara, yazarlara,
piyasanın pop figürlerine sanatçı deniliyor.
Ama tabii ki bugüne kadar ayakta kaldığımıza
göre bizi destekleyen bir kesim de var.
Bu sene New York’ta ana caddelerden
birinde koca bir galeri vitrinine iki tane
çok kötü resim koymuştu. Meğer sanatçının
kendi galerisi imiş.
Bir takım galeriler mekanlarını kiralıyorlar,
oralarda sergi açmak büyük bir başarı gibi
yansıtılıyor. Paris’te resim piyasası çok ölü,
sadece piyasa olarak değil niteliksel olarak
da. Şimdi Londra, Berlin, New York arasında
bir saç ayağı işliyor, doğuda da Dubai tabii.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun bir sözü vardı:
“Bana ressamlar şair, şairler ressam der”
diye. Size de böyle takılanlar var mı?
Yok, takılmıyorlar bana öyle, bir iddiam
olmadığını düşünüyorlar. Belki de okumuyorlar
bile şiirlerimi. Sevenler var, ikisini de kabul
edenler.
Bazı resimlerinizde kendinizi kullanmanız
dikkatimi çekti, çarpıcı tabii ki. Balkan
Naci İslimyeli’nin gözünden gibi bir anlam
mı taşıyor?
Belki o bastırılmış aktörlük içgüdüsü, tiyatroya
da müthiş yatkınlığım vardı. Afrika serisinde
kadınlarla ilgili olanlarda o surette yaptım. Yani
o bir sert çıkıştı, o yüz yasağına karşılık.
İlerisi için ne gibi projeleriniz var?
İstanbul’da 6 katlı büyük bir yer aldım, orayı
'Balkan Naci Müzesi' yapacağım ve sergilerimi
de orada açacağım.
Bize bu güzel manzaralı evinizi açıp
söyleşimize vakit ayırdığınız için teşekkür
ederim
Söyleşen: AYŞEN GÜREL SİLE
Mengerler, Şubat 2015, S. 22-27

ŞİİRLERİ