ÇIKMAZ
Elmayı dilime
Kadını gönlüme göre yaratırsın
Sonra bunları cehennemin dibine sürer
Beni melûl mahzun aratırsın
Seni bütün başıma gelenleri bilirsin
Bazen salkım söğütlerin arkasında
Bazen beyaz bulutların ortasında
Açıp büyük ve yapayalnız gözlerini gülersin
Sen bütün bunları bilirsin dilin yok
Benim dilim var ey dost
Hiç bir şey bildiğim yok.
Bedri Rahmi Eyüboğlu bahtlı bir kişioğlu. Adı
iyi şairlerimizle birlik söyleniyor. Aslında belki bir
şair gücüyle, yetisiyle yaratılmış ama o yetiye,
o yaradılışa bırakmış kendini. Şiiri hiç düşünmemiş; şiirin birtakım gerekleri olduğunu hiç düşünmemiş. Onu şair olmaktan, iyi bir şair olmaktan alıkoyan nedenlerin başında ilkin bu geliyor, sonra dile boşvermesi, saygısızlığı, aldırmazlığı.
Dile böylece boşvermesi, onun, şiiri, sadece
bir öz meselesi, hattâ bir konu meselesi olarak
anladığını düşündürüyor. Bedri Rahmi’nin şiirindeki biçim yokluğu, şiirde biçimin dille olan büyük ilintisini, hattâ biçimin sadece bir dil meselesi olduğunu iyice gösteriyor.
Dilin şiirdeki büyük yerini umursamamak,
şiiri sadece bir öz meselesi olarak almak, çok güçlü bir şairi kurtarabilir. Onun dili böylece umursamaması sevimli bir ihmal, bir üslûp düzeni olarak bile düşünülebilir. Ama Bedri Rahmi böyle
güçlü biri değil. Söylediği şeyler, öyle şimdiye
kadar söylenmemiş, pek önemli şeyler değil de
ondan.
Bedri Rahmi’nin böylece de «şair» sayılması
bana, bizim ülkemiz kişilerinin şiiri anlayışı üstüne bazı şeyler düşündürüyor.
Çünkü bu arada ressamlığı ile gerçekten «eğitici» kişiliği de geliyor gündeme ve konu iyice
bulanıklaşıyor.
Onun şair sayılması «Yaradana Mektuplar»
ile başlar ve onlarla sürer. Çünkü B. Rahmi’nin
bundan sonraki kitapları şairliğine ayrıca birşeyler eklememiştir. 1941 yılında yayımlanan bu kitap, yeni anlayışa açılan, yeni bir öz ve biçim
zorunluluğunu duyan şiirimizde eski bir yönü, bir
geleneği sürdürür.
Bizim toplumumuz, oldum olası şiirde büyük
sözler aramıştır. Bilgece sözler aramıştır. Şiiri adeta, kişinin kişiyle, kişinin toplumla, kişinin Tanrı’yla ilintilerinin söylenmesine araç saymıştır.
Halk ozanlarımızın şiirleri böylesi hikmetlerle
doludur. Bizim yalnız halk topluluğumuzun değil, aydın çevrelerimizin kanısı da aşağı yukarı
böyledir. (Bunun edebiyatımızdaki en güzel örneği sanınm «Makber»dir.) Bilisizlerimiz de, okumuşlarımız da, kendi ölçülerinde, «Şair ne demiş..» diye başlarlar bir söze. Böylece daha eskilerde, «şairlik» ermişlik ile karışır bizde.
Şairlerimiz de bu durumu, bu anlayışı seve
seve sürdürdüler. Eski-yeni şiirimizden buna birçok örnekler bulunabilir. Şiiri sadece böyle bir
yaradılış meselesi olarak almak, böylece kabul etmek, şairi kültürlü bir kişi olma yükünden kurtarıyordu. Kültürlü bir kişi olabilmek, ekine varabilmek için gereken zorlu çalışmadan kurtarıyordu.
İşte «Yaradana Mektuplar», 1941 yıllarında,
şiirimizde bu geleneğin sürdürücüsüydü. Görünüşte yeni gibiydi. İmgeleri, ölçüsüz-kafiyesiz
oluşu, onu yeni gibi gösteriyordu. Oysa değildi.
Yeni olmaması, kötü olmasını gerektirmiyordu
elbet. Ama başka bazı öğelerin bulunmaması, başka birtakım şeylerin de fazladan olması yüzünden iyi şiirler değildi. O günlerin değer bunalımı, kargaşasında bunlar, eskilerce de, yenilerce de beğenildi. Bedri Rahmi’nin adı şaire çıktı.
Oysa, bir şairi şair yapan dil kaygısı, biçim kaygısı yoktu onda. Sonra halk şiirine yöneldi. Bu yönelmede de en kötü, en verimsiz, en kolay yolu seçti: halk şiirine, halk değerlerine körükörüne bir hayranlık. Bunun sonucu, en kötü biçimiyle halk şiirini taklit etmek olacaktı. Oldu nitekim.
Bu tutum, onu böylece yerli-yersiz halk şiirlerinden
aktarmalara götürdü. Bu örnek şiirlerinin çoğu
yerleri halk şiirinden doğruca alınmış dizelerle
doludur. O kadar ki, tutulduğu bazı dizeleri başka başka şiirlerinde tekrarladı.
«Şu dağın başında bir top gülüm var / Uzun sözün kısası iki türlü ölüm var.»dan hemen sonra «Şu dağın başında bir top gülüm var / Uzun sözün kısası hepimize ölüm var.» geldi. Bu şiirlerinden; folklor
değerlerinin, birtakım iyi ve aşırı duyguların, bir
iyi niyetin, bir şiiri şiir yapmak için yettiği kanısında olduğu anlaşılıyor.
Bedri Rahmi adeta, şiirimizin bugünkü anlayışı karşısında çağını ve çevresini şaşırmış bir
halk ozanı durumundadır. Üstelik, havas edebiyatına özenerek, kötü Arap-Acem tamlamalarıyla aruz şiirleri yazan çelimsiz bir halk ozanı. Bize bile «turistik» gelen bol nakışlı bir heybe.
Hikmet söylemek tutkusundan ve halk şiiri
hayranlığından sıyrıldığında yazdığı şiirler gerçekte alımlı şiirler.
Örneğin «Çakıl», «Sitem», «Hüzün geldi» v.b..
TURGUT UYAR
Bir Şiirden, S. 86-89

ŞİİRLERİ