BRECHT VE ŞİİRİ

Bilinir ve söylenir:

Sanatlar içinde sahteliği kaldırmayan tek sanat şiirdir diye. Bu sözden amaç, başka sanatlarda göz boyayarak, sanat dışı yöntemlerle başarı sağlanabileceği; şiirde ise bunun olanaksız olduğudur.

Bu yazıyı yazmaya hazırlandığım günlerde Brecht üstüne yeni başlayan bir tartışma bu sözü anmama neden oldu: Uluslararası Brecht Topluluğu'nun (International Brecht Society) kurucusu ve her yıl yayımlanan Brecht Yıllığı'nın on dört yıl boyunca editörlüğünü yapan ABD'deki Maryland Üniversitesi edebiyat profesörü John Fuegi'nin bu yıl yayımlanan Brecht ve Çevresi adlı 876 sayfalık biyografi kitabında Brecht'in çoğu yapıtlarının çevresindeki çalışma arkadaşlarının (Elisabeth Hauptmann, Margarete Steffin ve Ruth Berlau) ürünü olduğunu ya da başka kaynaklardan kopya çekildiğini savlıyor. (*)

Brecht'in şiiri üstüne bir yazı yazacağım sırada böyle bir savla karşılaşmak heyecanlandırdı beni. Elinizdeki kitabı hazırlayabilmek için birkaç aydır Brecht'le yatıp, Brecht'le kalkıyordum çünkü. Ben de yıllardır şiir yazan, şiir üstüne düşünen biri olarak, kendimi bir şairin dünyasına nasıl yaklaşılabileceğini az çok kestirebilen biri sayıyorum. Matematikçilerin, hayal dünyaları geniş insanların da şiir yazabileceklerine, ama şiire giden asıl patikaların yalansızlık ve içtenlik taşlarıyla döşenebileceğine inanıyorum.

Brecht şiirinin bütününe yaklaşırken, bir şair kişiliğin oluşum sürecine ve bu sürecin şairin yaşamı boyunca nasıl bir çizgi izlediğini, dolayısıyla hayatıyla şiirinin nasıl bir ilişki içinde olduğunu da yakalamaya çalışacağız.

Brecht'in şiirlerinin tümü ancak ölümünden sonra derlenerek bir arada yayımlanabilmiştir. Sağlığında yayımlanan birkaç şiir kitabı, yazdığı şiirlerin ancak küçük bir bölümüdür. Oysa Brecht on altı yaşından başlayarak ölümüne dek aralıksız olarak şiir yazmış, özelllikle yaşamının son dönemlerinde, Berlin'e döndükten sonra oyun yazarlığından iyice uzaklaşmasına karşın, şiirden hiç kopmamış, yazınsal üretiminin en sürekli eylemi şiir olmuştur. Yirminci yüzyılın başta gelen tiyatro adamlarından biri olması, ilk bakışta onun şair kişiliğini gölgeler, ikinci planda bırakır gibi olursa da, toplam bin iki yüze yakın şiiriyle büyük bir şiir varlığının da sahibidir.

Brecht'in bütün şiirleri derlemesinde ilk şiir 1913 tarihlidir. Ozanın on beş yaşında yazdığı ve o sıralar yaşadığı kent olan Augsburg'da okuduğu lisenin öğrenci gazetesinde yayımlanmıştır. Ardından gelen 1914 ve 1915 tarihli şiirler ise kentin önemli gazetelerinden "Augsburger Neusten Nachrichten"de yayımlandı. Elinizdeki kitabın ilk şiiri olan 1914 tarihli, yani ozanın on altı yaşında yazdığı "Çağcıl Söylen" şiirine bakıldığında, çocuk sayılacak yaşta değil de, olgun bir ozanın şiiriyle karşılaştığımız ortadadır.

Şiire bu denli erken başlayan şairlerin iç dünyalarına girebilmek için çocukluk ve ilk gençlik yıllarına gitmek kaçınılmaz oluyor. Brecht'in doğduğu kent olan Augsburg, doğa güzellikleriyle dolu güney Almanya'da yer almasının yanında, daha 19. yüzyılda önemli bir sanayi kenti olmuştu. Dolayısıyla varsıl bir burjuva yaşamı kentte egemendi.

Brecht de bir burjuva ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası kentteki kâğıt fabrikasının yöneticisiydi. Kent ve çevresindeki doğa güzellikleri genç Brecht'i ne denli çektiyse, içinde bulunduğu burjuva yaşam tarzı da o denli itti. Daha lise yıllarında içinde yaşadığı toplumsal düzene başkaldırarak, zaman zaman avarelik çizgisine dek uzanan bir yaşam sürmeye başladı. Öğrenim yılları ona sadece muhalif olmayı öğretti.

Arkadaşı Herbert Ihering'e 1922 sonbaharında yazdığı bir mektupta okul yıllarından şöyle söz eder: "İlkokuldaki dört yıl benim için can sıkıcıydı. Lisedeki dokuz yılım sırasında öğretmenlerimde önemli bir değişim sağlayamadım. Tembelliğe ve bağımsızlığa eğilimim sürekli gözlerine batıyordu. (...) Lise yıllarında uğraştığım çeşitli sporlardan dolayı, bana metafiziğin sırlarını öğreten bir yürek şoku geçirdim."

1938'de yazdığı "İyi Geçmişi Söküp Atmak" adlı şiirinde, aile çevresinden şöyle söz eder:

Oğlu olarak yetiştim
Varlıklı insanların. Ailem
Boynuma bir yaka takıp yetiştirdi beni
Hizm et edilecek biri olarak ve öğretti bana
Buyurma sanatını. Ama
Büyüyüp çevreme baktığımda
Sevmedim sınıfımın insanlarını
Buyurmayı ve hizmet edilmeyi
Ve terkedip sınıfımı katıldım
Yoksul insanların arasına

Brecht daha Augsburg'dayken baba evinden ayrılarak tuttuğu bir çatı odasında, her şeye karşı çıkan anarşist-nihilist bir anlayışla bildiğince yaşamaya başladı.

"Çağcıl Söylen" şiirini daha Birinci Dünya Savaşı'nın ilk ayında yazmıştı.

Yalnız analar ağladı
Her iki yanda

Oysa dönem, ulusçuluğun alabildiğine yükseldiği bir dönemdi.

Çok genç yaşta başladığı şiir uğraşını Brecht, ömrünün sonuna dek aralıksız sürdürdü. Tanınması, geçimini sağlaması, hep tiyatro yoluyla oldu, ama şairliği, masasında ve odasında büyük bölümünü okurlarla paylaşma fırsatını bulamadığı bireysel bir etkinlik olarak sürdü.

AUGSBURG'DAN MÜNİH VE BERLİN'E

Brecht, liseyi bitirip tıp öğrenimi görmek üzere Münih'e gelmesinden kısa bir süre sonra askere alındı. Görevi Augsburg'daki askeri hastanededir. Burada gördüğü dehşet sahneleri inanılmayacak denli vahşi ve acımasızcadır. İnsan yaşamının çok ucuzladığı yıllardır. Savaş alanlarında topraktaki solucanlar gibi insanlar kıvranmakta, bataklıklarda, sazlıklarda çürüyüp gitmektedirler. Savaşta ölmek, yüce bir amaç olmaktan çıkıp, gülünç bir duruma gelmiştir. Ardından kendisini savaş sonrasının kaos ortamında bulur. Sanat çevrelerinde son derece canlı bir tartışma ortamı vardır. Bu tartışmalara katılır. Sokak tiyatrolarında gitar çalmakta, birahanelerde, savaştan dönmüş yorgun askerlere şiirlerini okumaktadır.

Brecht'in bu dönem şiirlerinde doğa öylesine öne çıkar ki insan doğanın sıradan bir parçasıdır ancak. "Göllerde ve Irmaklarda Yüzmek" şiirinde insanı su ile özdeşleştirmekte, doğadaki bir su yaratığı gibi görmektedir. Sanki Tanrının unuttuğu insanlar doğayla birleşmektedirler. Şiirin Birinci Dünya Savaşı sonrasında yazıldığı düşünülürse, insanlara mutluluk ve dostluk yolu olarak gök ve suyun önerildiği ortaya çıkar.

Irmaklara uzanmalı insan ya da küçük göllere
Sazan balıklarına yuva olan sazlar gibi

Brecht'in gençlik dönemlerinde yazdığı şiirlerde Kipling, Villon, Baudelaire ve Rimbaud'nun açık etkileri görülür. Toplumdışı tavır hep öndedir. Bu dönemde yayımlanan şiir kitabı Hauspostille (Ev Vaazları), adından başlayarak alaycı bir anarşizmle doludur. Brecht'in gençlik yıllarının isyancı havası bu kitaba tümüyle egemendir. Tanrı, halk, vatan, aşk gibi toplum düzeninin temel kavramlarını, toplumdışı bir bakışla, hiçbir sakınma ve utanma duymadan ele alır. Burjuva yaşamının gerçek yasaları neyse bunları ortaya dökmeyi amaçlar:

Halkı iyi olmaya çağıran ilahiler, ölüme giden askere söylenen yurtseverlik şarkıları, gönül kırgınlarına seslenen bayağı aşk şarkıları, Brecht'in şiirlerinde gerçek yüzleriyle görünürler, hiçbir utanma ve sakınma duymadan. Ev Vaazlarinöa "Son Bölüm" başlığı altında yayımlanan "Yoldan Çıkarılmaya Karşı" şiirinde şair, tıpkı bir din adamı gibi, insanları bedelini pahalıya ödeyecekleri "yoldan çıkma"lara karşı uyarır. Ancak Brecht'in uyarıları, din adamlarından farklı olarak insanları bedelini öbür dünyada değil, bu dünyada pahalıya ödeyecekleri yoldan çıkmalara karşı uyarır.

Uyarıları en az din adamlarınınki kadar ciddi ve kesindir. Şiir insan yaşamına ilişkin sarsıcı bir uyarıdır:

Bırakmayın yoldan çıkarmasınlar sizi
Angarya ve sömürü için!
Korku neden?
Bütün hayvanlar gibi öleceksiniz siz de
Ondan ötesi olmayacak.

Uzun süredir amaçladığı, edebiyat dünyasında bir rezalet çıkarabilmeyi bu kitabıyla bir anda gerçekleştirir. Protestan tanrıbilimci Kari Tieme; Ev Vaazları'm "şeytanın dua kitabı" olarak niteler. Çürüme ve kokuşmadan oluşan bir doğa görünümünün içine yerleşmiştir insan. Salyası akan, tüküren, küfreden bir varlıktır. Brecht'in bu şiirlerindeki sözcük dağarcığı sokakların sözcükleriyle doludur. Bu şiirlerin toplumdışı kahramanları, burjuva dünyasının ahlak anlayışına karşı çıksalar da, dünyayı, yaşamın tadının sınırsızca çıkarılacağı bir yer olarak görmektedirler. Askerler, denizciler, korsanlar, sokak kadınları, serüvenciler bu dünyanın kahramanlarıdırlar.

Bu dönem şiirlerinden biri olan François Villon'un "Le Pauvre François Villon" (Yoksul François Villon) adlı şiirinin etkisiyle yazdığı 1922 tarihli "Yoksul B. B. Üstüne" adlı kendini anlattığı şiirinde de aldırmazlık içinde burjuva toplumu üzerinde patlayacak depremleri bekler. Şiir bir kabare şarkıcısı ağzıyla söylenmiş gibidir:

Umarım yakında depremler başlayınca
Acıdan puro içemez duruma gelmem.

Bu kitapta genel çizginin dışına çıkan az sayıdaki şiirden biri de "Marie A.'yı Anımsama"dır. Bu son derece kişisel şiirde Brecht, bir sokak şairi tonuyla anlattığı olayın bireysel yanından uzaklaşarak, Marie A. ve aşkından kendisine yalnızca gökyüzündeki o an görünüp yiten bir bulutun anısı kaldığını vurgular.

Her ne kadar Brecht'in bu dönem şiirleri özde tam bir başkaldırı, kuraltanımaz bir yaratıcının ürünleri gibi görünse de biçimde eski şiirle köklü bir bağ kurar. Ev Vaazları'ndaki pek çok şiir geleneksel bir biçim olan "Balad" tarzında yazılmıştır. Yine "Sone" de Brecht'in sık sık başvurduğu bir başka geleneksel tarzdır.

Bu kitapta Brecht'in son derece parlak bir dil ustası olduğu dikkat çeker. Dili büyük bir rahatlıkla kullanırken, şiirlerini son derece kolay yazdığını düşündürtecek bir akıcılığa sahip olduğu görülür. Ernest Borneman, Brecht'in sahip olduğu dil becerisinin altında dört ana kaynak olduğunu yazmıştır:

1- Güney Almanya halkının günlük dili, 2- Renkte, kurguda ve tüm başka somut oluşumlarda imge düşmanı bir şiir, 3- Okulda öğretilen resmi yazı dili, 4- İngilizce ve egzotik deyimler. (Bkz. Martin Esslin, Brecht, Das Paradox des politischen Dichters, dtv, 1970, s. 145.)

Bu elemanlardan Brecht'in özel şiir dili gelişti. Brecht'in dilinin gücü, dildeki çeşitli renkleri harmanlayıp, bunlardan yeni bir anlatım dili oluşturabilmeslndedir. Bir derginin soruşturmasına verdiği yanıtta, yaratısındaki en önemli edebi etkiyi kutsal kitaplardan aldığını söylemişti. Tevrat ve İncil'deki anlatım biçimlerini ustalıkla şiirine uyarladı: Karşıt anlamların bir arada kullanılması, koşut anlatım, yineleme ve ters çevirme.

Yine Brecht'in dilinde sokak şarkıcılarının etkileri de hemen ayrımsanır. Soytarıların panayırlarda söyledikleri melodram şarkıları, halk oyunlarındaki kantolar, o yıllarda edebiyat dilinden tümüyle dışlanmışken, Brecht, onlardaki saf, buna karşın sözünü esirgemez özelliği yakalayarak şiirine kattı. Gençliğini geçirdiği Augsburg sokaklarında, yüreğini sevinçle dolduran duyguları ve renkleri bulduğunda, şiir dilinin yenileştirilmesi için de bir kaynak bulmuş oldu.

17. yüzyıldaki Alman edebiyatının Barok dönemi ürünleri de Brecht şiirini yakından etkilemiştir. Otuz Yıl Savaşları'nın (1618-48) getirdiği yıkım ve kargaşa ortamının ardından doğan Barok edebiyat, insanların, o zamana dek salt öbür dünyaya yönelik bir yaşam sürmelerinin tersine yaşadığı günün zevkini çıkarmalarını işleyen bir akım oldu.

Dindışı konuların işlenmesi müzik, dans ve şiirin birleştiği yeni anlatım olanaklarının da doğmasını sağladı. Barok dönemde edebiyatın günlük yaşamla buluşması sonraki yüzyıllarda kayboldu ve edebiyat yeniden bir seçkinler uğraşı haline geldi. Brecht, Alman edebiyatının günlük hayatla olan kopukluğunu gidermek, çağdaş edebiyat dilini yenileştirmek için giriştiği uğraşta Barok dönem ürünlerini örnek aldı.

Baudelaire ve Rimbaud gibi toplumdışı yazarların Brecht'e doğrudan etkileri ne denli doğalsa, İngiliz emperyalizminin destekçisi olarak tanınan Kipling'den etkilenmesi ise o denli şaşırtıcıdır. Kipling'in çekim gücü Brecht için tümüyle egzotizminden kaynaklanır. Egzotizm, Brecht için küçük burjuva ahlak kavramlarının reddi, dar bir dünyanın sınırlılığına ve küçüklüğüne karşı duyulan kindir. Kipling'deki lanet okuyan, kutsal şeylere küfreden toprak kölelerinin baladlarında hayatın canlılığı ve bayağılığı saf olarak görülür.

Böylece, Kipling, egzotizmiyle Brecht'in ilk yaratı döneminde ana kaynaklarından biri olur. Bu kaynağa Kipling'in yanı sıra çeşitli ülkelerden ve çeşitli çağlardan etkiler de karışır: Jack London'ın on dokuzuncu yüzyıl sonları Kanada ve Alaskası, Upton Sinclair'in Şikago'su, Dickens'ın Londra'sı vb.

Brecht, egzotik hayal dünyasıyla güçlü bir düzen karşıtı tutum yanında yeni şiirsel anlatım biçimleri de üretmiş olur. Brecht'in bu dönem şiirleri dönemin egemen sanat anlayışı olan dışavurumculuktan da kişiselliğin öne çıkmasıyla ayrılır. 1924'de Berlin'e taşınması Brecht'in şiirine büyük kent havasını soktu.

Nihilist-anarşist Brecht, kendini bilinçli olarak toplumculuğun düzenleyici ilkeleri ve diyalektik materyalist düşünce biçiminin disiplini altına aldı. Berlin'de 1925-30 arasında yazdığı şiirlere "Kentlerde Oturanlar İçin Okuma Kitabı'ndan" adını verdi, ancak bu şiirlerini kitaplaştırma olanağı bulamadı. Bu şiirlerin temel özelliği büyük sanayi kentlerindeki insanların deneylerini yansıtmasıdır. İnsanın kendine ve çevresine yabancılaşması ana izlek olarak ortaya çıkar.

Kendinden önceki Walt Whitman, Baudelaire gibi şairlerin büyük kentlere coşkuyla yaklaşan tavırlarına karşın Brecht için büyük kent duygu değil, duyarsızlık ortamıdır. Kent görünümlerine (apartmanlar, geniş bulvarlar, trafik, eğlence yerleri) Brecht denli duygusuz bir gözlemci gözüyle bakan şaire rastlanmaz. Bu duygusuzluk ortamı, aslında Almanya'nın 1925-30 yıllarındaki ortamından da kaynaklanır. Kentler aynı zamanda yeraltı siyasal çalışmalarının da merkezleridir. Pekçok insanın hayatı gizlidir. Bu şiirlerde rastlanan pekçok uyarı, yeraltındakiler içindir "Ört izlerini!".

Bu şiirlerde geleneksel şiirden tam bir kopuş gözleniyor. Dil, öğretici, yukardan bakan bir konuşma dilidir. Brecht şiirlerde kendi dünyasını anlatmaz, başkalarına, öğüt ve bilgi vermek istediği insanlara seslenir. Kentte yaşamayı öğreten bir öğretmen. 1928-29 yıllarında yazdığı Mahagonny adlı oyun, Brecht'in en güzel şiirlerinden biri olan "Sevgililer"i getirir. Bu yapıtı, kişinin doğayla bütünleşmesi düşüncesini en etkili biçimde işleyen şiirlerinden biridir.

Güneşin ve ayın altında küçük hareketlerle
Birbirlerine sevdalı, uçarlar sonsuza,
Hey sizler, nereye? - Hiçbir yere. - Nereden? - Her yerden.
Soruyorsunuz, ne zamandır birliktesiniz?
Çok olmadı. - Ne zaman ayrılacaksınız? - Hemen.
İşte böyle bir anlık birlikteliktir, sevenler için sevda.

Brecht şiirinin "yıkıcı" dönemi, 1920'lerin ikinci yarısında, Marksizm'i öğrenmeye başlamasıyla değişmeye başlar. Bu dönemde yıkıcılık yapıcılığa, inançsızlık inanca doğru bir değişim sürecine girer. Bu süreçte şiirin yazıldığı insanlar için yararlı olması kaygısı öne çıkar.

SÜRGÜNDE

1933'de Hitler'in iktidara gelmesiyle Brecht’in on beş yıl sürecek sürgün yaşamı başlar. Bu süre içinde yayımlanabilen tek şiir kitabı 1939'da Svendborger Gedichte (Svendborger Şiirleri) olur. Svendborger, Brecht'in Almanya'yı terk ettikten sonra yerleştiği Danimarka'da bir kıyı kasabasıdır. Burada geçirdiği altı yıl, üretkenliğinin en verimli dönemidir. Svedborger Şiirleri' nin basılmasını, Brecht Danimarka'yı terk edeceği sırada, yardımcılarından, tiyatro oyuncusu Ruth Berlau sağlar.

Svendborger Şiirleri için baştan sona bir siyasal şiirler toplamı denebilir. Brecht şiirlerinin doğrudan siyasal savaşım içindeki insanlara seslenmesini istiyor, bunun için doğrudan siyasal şiirler, hatta çoğu bestelenerek söylenen marşlar yazıyordu. Bu dönemde yazdığı siyasal temaların bulunmadığı şiirlerini ise bu kitaba almamıştır.

Bu şiirlerde dil, imgeden tümüyle arınmış, doğrudan konuşma diline yönelmiştir. Ev Vaazları’nda bulutlarla, sularla, bitki örtüleriyle çok sık karşımıza çıkan doğa, Svendborg Şiirlerinde ortadan kaybolur. Yerini ürkek, belirsiz, arada bir görünüp kaybolan küçük doğa parçalarına bırakır. Bu dönem şiirlerinde ortadan silinen bir başka özellik de lirizmdir. Lirizmin Brecht şiirinden tümüyle çekildiği söylenemez ancak bu kitabına Brecht neredeyse hiçbir lirik şiirini almamıştır.

Okul yıllarında başlayan Latin ozanlarına sevgisinin yanı sıra Brecht bu dönemde incelediği Uzak Doğu, özellikle de Çin şiirinden de etkilenmiştir. Çin şiirinden yumuşak, yalın, uyaksız ve özgür koşukla yazma olanaklarının yanı sıra Konfüçyüs öğretisini de öğrenir. Şiirin haykırışı, ancak dingin bir olgunluk içinde olanaklıdır. Konfüçyüs'ün dostluk ve erdem düşünceleriyle sosyalizm idealini özdeşleştirir ve bu iki kavram şiirlerinde sürekli yinelenen temel bir izlek olur.

Bu kültürlerin, kısa yapılar içinde, birbirine karşıt iki konunun karşılaştırılması sonucu ortaya çıkan çelişkinin şaşırtıcılığı ile şiir oluşturma tekniğini de ustaca kullanmıştır. Çin şiiriyle ilgisi, Brecht şiirini bir yandan son derece yalınlaştırırken, bir yandan da zenginleşmesini ve yoğunlaşmasını sağlamıştır. Çin şiiriyle ilişkisi, Brecht'in yaratıcılığında önemli bir etken olan zeka kıvılcımlarını da daha yoğun bir biçimde kullanmasına yol açmıştır. Yapısını zekasıyla kurduğu pekçok şiirin temel özelliği, okuyucuda beklenmedik bir şaşkınlık yaratmalarıdır. Çelişkili, uyumsuz ya da saçma iki durum birbiriyle karşı karşıya getirilir. Bu yadırgatma, okuru bir bilgiye götürmek ya da uyarmak amacı taşır:

Tebeşirle duvara yazılmış:
Savaş istiyoruz.
İlk vuruldu
Bunu yazan

Güncel siyasal koşulların da etkisiyle Brecht şiirini o denli yalınlaştırır ki, kimi şiirlerine "Çocuk Şiirleri" üst başlığını koyar. Yine aynı amaçla "Fabl"ler yazar. Kimi şiirlerini ise doğrudan yürüyüşlerde marş olarak söylenebilmesi için yazmış, Hans Eisler'in bestelediği bu marşlar büyük yaygınlık kazanmıştır.

Svendborger Şiirleri' ne girmeyen dönemin öbür şiirlerinde bir yandan siyasal konular işlenirken, bireysel sayılabilecek konuları anlatan, aşk ve doğaya dönük şiirler de önemli yer tutar. Hatta siyaset dışı şiirlerinin şaşılacak bir konu çeşitliliğine ulaştığı görülür. Bu şiirlerin dili, siyasal şiirlere göre yumuşaktır. İnsani yanları öne çıkaran lirik bir anlatım dile egemendir.

1939'dan sonra sürgün yaşamı daha da güçleşir. Kısa sayılabilecek sürelerle kaldığı, İsveç, Finlandiya, Sovyetler Birliği'nden sonra ABD'ye gelir. Kapitalizmin yeryüzündeki merkezi Brecht için mutlu olabileceği bir mekân değildir. Oyunları beğenilmez, geçinebilmek için yazdığı pekçok senaryo geri çevrilir. Kendini hiç olmadığı kadar "garip" ve yalnız hisseder. Bu duygular şiirine de yansır:

Her sabah, ekmeğimi kazanmaya
Giderim pazara, yalanların satın alınacağı yere.
Umut dolu
Sunarım kendimi satıcıların arasında

İçinde bulunduğu garip durumu anlatan hüzünlü şiirler yazar ama "Almanya Üstüne" ya da "Oğlu Ölen Ananın Ağıdı" gibi 1941 yılında yazdığı şiirlerde olduğu gibi uzaktaki yurdunun acılarını da içinde duyar, savaş sonrasına ilişkin yurdu üstüne tasarılar kurar.

Gök, yer ve rüzgâr
Ve insanların yarattıkları
Kalabilirler ama
Sömürücüler
Kalamaz.

BERLİN'DE

Savaş sonrasında Brecht, ancak 1948'de Berlin'e dönebildi. Döndüğü ülke, on beş yıl önce terk ettiği ülkeden çok farklıydı. Her şey altüst olmuştu. Sanki "yeni bir ülkede yeni bir hayata" başlamış gibiydi. Ölümüne dek geçen sekiz yılda yine pekçok şiir yazdı. Bunların büyük çoğunluğu günlük izlenimlerden yola çıkılarak yazılmış lirik şiirlerdir.

Bunlar arasında kimi parlak aşk şiirleri özellikle dikkat çeker. 1953'de yazdığı "Buckow Ağıtları" başlıklı şiirler ise, izlenimci bir ressamın açık havada çizdiği küçük desenler gibidir. Kısa, yalın ve yoğun anlatım bu şiirlerde en üst düzeye erişir.

Brecht'in şairlik yaşamına baktığımızda, başlangıcını 1914 kabul edebileceğimiz; 1956'daki ölümüne dek kırk iki yıl süren kesintisiz ve yoğun bir şiir serüveniyle karşılaşıyoruz. Yaklaşık bin iki yüz şiirlik bu dev üretim, şiirsel yoğunluğunu hiç yitirmeden sürmüştür. Natüralist sayılabilecek bir tutumla başlayan şiir serüveni, doğu ve batı kültürlerinden pekçok etki altında kendine özgü bir nitelik kazanmıştır.

Brecht şiiri için söylenebilecek en genel tanım, onun şiirinin, yalınlığın, düz anlatımın 20. yüzyıl dünya şiirindeki doruklarından biri olduğudur. Brecht şiire başladığı yıllarda yaygın olan Fütürizm (Gelecekçilik), sonraki yıllarda hemen tüm Avrupa şairlerini etkileyen Sürrealizm (Gerçeküstücülük) gibi akımlardan hiç etkilenmemiş, arayışları hep, okurla doğrudan bağ kurabilen bir şiire yönelik olmuştur.

Brecht pek çok şiirinde ölçülü uyaklı biçimler uygulamıştır. Serbest ölçüyle yazdığı şiirlerinde de uyaklara önem vermiş, özellikle de dize sonlarının yanı sıra dize başları ya da ortalarına serpiştirdiği yarım uyaklarla şiirlerinde zengin bir ses uyumu yaratmıştır. Uyak kullanmada son derece yetenekli olmasına karşın pekçok şiirinde uyaklardan ve her türlü süsleme öğelerinden arınmış, "benim ritme gereksinmem vardı, tıkırtıya değil" diyerek "düzenli düzensizlik" olarak adlandırdığı bir şiir biçimi yaratmada ısrar eden Brecht, çok az şairin ulaşabildiği yalınlık içinde çok anlamlılığa ve derinliğe ulaşabilmiştir.

Brecht, bütün bu çabalarını şu sözleriyle özetler: "Bütün sanatlar en üstün sanat olan yaşama sanatına hizmet eder."

Valery, bir sözün şiir sayılabilmesi için üç koşul sıralar: Dil değeri taşıması, bu dille anlatılan bir şey olması ve anlatılan şeylerin başkalarınca anlaşılabiliyor olması.

Brecht'in şiirinin gerçek değerinin de her şeyden önce, dilinin yalınlığı ve gücüyle oluştuğunu belirtmek gerekir. Ancak bu yalınlık, içinde çok anlamlılığı da taşır. Brecht'in böylesi yalın anlatımla kurduğu şiir dünyası çevirmenleri de güç durumda bırakmakta, şiirin düz bir çevirisi, bir başka dilde kupkuru bir metne dönüşüvermektedir. Onun sözcükleri sıradan, ama sözcüklerin bileşimi büyüleyicidir. Bu dil büyüsü Brecht şiirinin ilk dönemi olan anarşist-nihilist coşkunluk döneminde oluşmuş, sonraki dönemlerde yapısal değişikliklerle yeni biçimlerde sürmüştür.

Yayımlanma olanağı bulunmamasına karşın bu denli ısrarla kesintisiz olarak şiir yazmak da yine büyük şairlere özgü bir özelliktir.

Brecht'in tüm şiirlerine topluca bakıldığında ortaya matematikle desteklenen bir maddi gerçek daha çıkıyor. Brecht'in şiir yazma süreci olan 1914-56 arasındaki kırk iki yıllık sürede yazdığı yaklaşık bin iki yüz şiir yıllara bölündüğünde yılda ortalama otuz şiir yazdığı ortaya çıkıyor. Bu da düzenli yayımlama olanağı bulabilse kırk yıl boyunca hemen her yıl bir şiir kitabı çıkarabileceğini gösteriyor.

Brecht bu denli çok şiir yazmakla, başka büyük şairlerde de rastladığımız bir özelliğe daha kavuşuyor: Kendi hayatının, sanatının, dünyasının gelişimini günü gününe belgelemek. Brecht'in pekçok şiiri, - belki de yayımlanacağını düşünmeden - günlük olaylar üstüne, bir sanatçının güncesine düştüğü notlar gibidir. Özellikle bu tip şiirleri, onun iç dünyasına yaklaşmamızı, onu yakından tanımamızı sağlar. Bu dünya, yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir şairin, bir sanatçının dünyasıdır. Umutla umutsuzluğun, eskiyle yeninin, bireyselle toplumsalın sürekli çatıştığı, insanların kolaylıkla yok olup gidebildikleri acımasız bir dünya...

Bu yazının girişindeki sava dönersek, Brecht, gerçek bir yaratıcı değil de bir göz boyayıcı olsaydı, sanatların en hası olan şiirle bu denli uğraşır mıydı? Üstelik şiirde yapmaya çalıştığı şey; her türlü süsü ortadan kaldırıp, yalnızca sözcükler ve anlamdan oluşan saf bir şiir hiç olmazdı.

John Fuegi'nin savları, önümüzdeki yıllarda Brecht üstüne tartışmaların daha da alevlenip yayılacağını gösteriyor. Bu tartışmalar Brecht'in yapıtlarının yeniden gündeme getirilip tartışılmasına yol açmasıyla da önem taşıyor.

1995

(*) Bkz."Öldürülmek İstenen Brecht'tir", Thierry Gandillot, "Le Nouvel Observateur", 20 Nisan 1995. Çeviren : Aslı Yıldırım, "Evrensel Kültür", Sayı : 43, Temmuz 1995 ss. 16-17.

TURGAY FİŞEKÇİ
Bütün Şiirlerinden Seçmeler. S. 11-23

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI