Hitler 1933'te yönetimi ele geçirdiğinde, Alman halkı için acı günler başlamış oldu. GESTAPO, ülkedeki tüm demokratların ve toplumcuların ardına düştü. Yönetimsel bir birlikten yoksun olmalarına karşın, başta Alman işçileri olmak üzere, halkın en ilerici, en özverili kesimi, bu olayları sessiz sedasız karşılamadılar, Ülkenin çeşitli yörelerinde büyük protesto gösterileri düzenlendi; bazı kentlerde genel greve değin yayılan direnişler oldu. Bu arada yeni iktidar sahipleri, yerlerini sağlamlaştırmak için, baştan beri uygulayageldikleri planlarını yeni düzeylere çıkardılar. O çok bilinen "Reichstag Yangını"nı düzenlediler.
Bu olay, Nazilerin yeni saldırılarına bir sözde neden olmuştur. Bu koşullar altında Bertolt Brecht önceleri ülkede saklanabiliyordu; ama baskıcı boyutları büyüyünce Almanya'dan ayrılmak zorunda kaldı. Prag ve Viyana üzerin den önce İsviçre'ye, sonra da Fransa'ya geçti. Daha sonra, Danimarkalı yazarların çağrısı üzerine, 1939'a dek kalacağı Danimarka'ya gitti. Brecht, faşizme karşı savaşını burada yazdığı ünlü yapıtlarıyla sürdürdü. Hitler Rejiminin Korku ve sefaleti ve Carrar'dan sonra tarihsel bir konuya el atarken, o güne değin yüreklice savaştığı zamanına arkasını dönmüyordu.
Galile'nin Yaşamı'nda yaptığı çalışma, Brecht için bir tarihe kaçış değil, tersine, 1930'lar Almanya'sı ile bir hesaplaşmaydı. XVII. yüzyıldan alınan bu malzeme O'na zamanının büyük siyasal sorunlarının üzerine gitme olanağını sağlamıştı. Bunun yanı sıra tarihe dönüş rastlantısal olmamış; bu tarihsel olay, otuzlu yılların ikinci yarısında, anti-faşist edebiyatın görünümünü belirlemiştir.
Yazmaya başla madan önce tarih ve doğabilimleri alanında kapsamlı çalışmalar yapmış, İtalya'da kapitalizm öncesi çağın büyük sınıf çatışmalarını gösteren tarihsel olaylardan yararlanmıştır.
“... Şimdiki zamanın sorunlarının tarihsel olaylarla örgensel biçimde kaynaşmadığı, kendilerini benimsetici etkiler yaptığı durumlar olabilir. Burada da ölçüt, derin tarihsel gerçektir. Yazarın tarihe olan bağı ne denli yakınsa, zamanın - Marx'ın dediği gibi- 'modern görüşleri'ni dile getirmede o denli çok başarılı olacaktır..." (1)
Yani, geçmişteki toplumsal olayları gözler önüne seren tarihsel betimleme, zamanın belli sorunlarını incelemede büyük kolaylık sağlayacaktır. Bu gerçekten yola çıkan Brecht, Hitler faşizmine karşı savaşımında önemli bir yer tutan Galile'nin Yaşamı'nda, tarihsel olgularla zamanının gereksemelerini somutlaştırmıştır. Galile, olgusunu insanların anti-faşist savaşımlarında aydınlatıcı işlev görecek biçimde işlemiştir.
Bütün bunların dışında, Hitler belasının getirdiği koşullar altında tarihsel geçmişi yeniden ve daha derin irdelemek, Brecht gibi aydınların önünde duran başlıbaşına bir görevdi. Bir yanda Naziler Alman tarihini (ve de tüm Avrupa'nın geçinişini) büyük ölçüde bozmuşlar; bütün kültür alanlarını bir bir, işlerine geldiği gibi yorumlamışlardır. Hölderlinlerin, Georg Büchnerlerin ve daha birçoklarının faşizme hizmet eder duruma getirilmesine karşı savaşmak söz konusudur.
Öte yanda, tarihsel geçmişi doğaötesi, gizemci ve ırkçı yorumlardan kurtarmak; yaşanılanla tarihsel geçmiş arasında bağ kurarak Nazizmi insanlara anlatmak. İşte Galile'nin Yaşamı bu tarihsel zorunluluğun ürünüdür. Bugün, yazılmasından ortalama kırk yıl sonra bile bu yapıt, Almanya dışındaki bazı ülkelerde de bütün güncelliği ile ilgi görüyorsa, bu, insanlığın Brecht'e çok şey borçlu olduğunu kanıtlar.
XX. yüzyıl biterken insan yaşamında yerine getirilmesi zorunlu bir görev de, ilerici düşünüşün güçlü kaynaklarını bulup çıkarmak ve demokratik geleneğin kesintisizliğini sağlamaktır.
Brecht Galile'nin Yaşamı'nda, bilim ve toplumun birbirinden ayrı alanlar olmayıp, birbiriyle zorunlu ilişki içinde, ortak bir alan olduğunu vurgulamaktadır. Öncelikle dramın I. sahnesinde, bilimsel etkenlik alanının topluma, onun maddi temellerine ve toplumda egemen olan görüşlere, felsefelere bağımlı olduğunu belirtir; bilimin işlevinin toplumun gereksemeleriyle ilgili olduğunu gösterir. Ayrıca bu ilinti içinde bilim adamının yerini ve görevini, toplumdaki gelişmeler karşısında alacağı tavrı çözüme ulaştırır.
İnsanoğlunun toplumsal gelişiminin, onun doğayla olan ilişkisinin özgül bir biçimi olan doğabilimlerindeki gelişmeden ayrı tutulamayacağı ortadadır. Çünkü, doğabilimlerinin toplumsal yaşama yaptığı etki sonucu “teknik'ten ve "teknolojik gelişmeden söz edebiliyoruz. Tüm bu gelişmelerin yaşamın bir parçası olan estetik etkenlikte yansıması da doğal karşılanmalı ve insan toplumlarının geçirdiği ve geçirmekte olduğu gelişme aşamalarının tanımı bakımından ilginç araştırma alanı olarak görülmelidir.
Alman yazın tarihine baktığımızda Goethe'nin XVIII. yüzyıl sonlarında yaptığı biçimci ve görsel çalışmaları görüyoruz. 1809'da yazdığı Die Wahlverwandtschaften da kimyasal bir olguyla toplumsal-ruhbilimsel bir olguyu aynı düzeyde incelemiş ve doğa yasalarıyla toplum yasalarını karşılaştırmıştır. Alman coşumculuğunun önde gelen yazarlarında olan Novalis 1802'de yazdığı Die Lehrlinge zu Sais'la doğa olaylarının çok yönlülüğü ve karmaşıklığı karşısında insanoğlunun bunların gizemine varabilmek için yaptıklarını sergiler.
Yazında insanın doğayla olan araştırma düzeyindeki bağlarının konu edildiği yapıtlarla ilgili örnekler çoğaltılabilir. Ancak bizi burada ilgilendiren, yazındaki doğabilimin XX. yüzyılın ortalarında kazandığı yeni niteliktir.
Almanya ve İtalya gibi ülkelerde faşizmin yönetimi ele geçirişi, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, atom, hidrojen ve kobalt bombalarının bulunuşu ve bunların insanlara karşı kullanılması gibi, insanlığın o güne değin görmediği boyutlardaki gelişmeler, doğabilimin yazında bambaşka bir açıdan görülmesine yol açmıştır.
Yukarda adı geçen ve her biri insanlık için büyük bir yıkım anlamına gelen olaylar, yazın alanında bir tepki niteliğinde yapıtlar ortaya çıkarmıştır. Doğada araştırma yapan yazarın yerini, “bilim adamının sorumluluğu" olgusunu işleyen ve hesap soran yazar almıştır, Brecht'in Galile'nin Yaşamı'ndan başka burada Dürrenmattin Die Plıysiker ve Frisch'in Die Chinesische Mauer adlı yapıtları ilk aklımıza gelenler.
Brecht, Galile'nin Yaşam'ni 1938'de yazdıktan sonra, 1945-46 ve 1955'te iki kez de gözden geçirmiş, Galile’nin davranışlarında birtakım değişiklikler yapmıştır. 1938–39 yıllarında dramın ilk biçimini yazarken, faşizme karşı savaşımının yanı sıra, gazetelerde uran
atomunun Alman fizikçileri tarafından parçalandığına değgin çıkan haberlerin belirleyici etkisi olmuştur.
1945-46 yıllarında oyunu İngilizceye çevirirken (Brecht ve Charles Laughton birlikte) yapılan değişiklikler, yapıtın ikinci biçimini oluşturuyor. Atom bombasının Japonya'da kullanılması, Brecht için kimi zorunlu değişikler yapılmasını gerektirdi. Yapısal olmayan bu değişikler üzerine, yazar yapıtın önsözünde şunları yazıyor:
"... 'Atom çağı' ilk çıkışını, çalışmamızın ortasında Hiroşima'da yaptı. Yeni fiziğin kurucusunun yaşamöyküsü bugünden yarına değişik yazıldı..."
Bundan dokuz yıl sonra, hidrojen ve kobalt bombalarının insan yaşamına getirdiği yeni korkular karşışında, Galile'nin üst makamlarla olan çelişkisi, toplumsal başarısızlığı ve kendi kendini yargılayışı daha da katı biçimde kondu.
Toplum biçimlerinin eytişimsel gelişme içinde durmadan daha iyiye, daha ilerlemişe gittiğini bilmeyen kalmadı. Eskinin kimi kalıntılarını birlikte getirmesine karşın, bir sonraki toplum biçimi, bir öncekinden daha ilerde oluyor. Yine herkesin bildiği bu temel yasa, Galile'nin Yaşamı'nı da, toplum ve bilimi nitelendirirken kullanılan "eski” ve “yeni” sıfatlarının görece anlaşılması için önemli.
Eski çağlar boyunca bilimsel araştırma, astronomi, matematik ve mekanik olmak üzere üç alanla sınırlıydı; daha kesin ve dizgesel araştırmalarsa, ancak klasik sonrası dönem için (Arşimed) geçerliydi. Yunanlıların yaratıcı kurumları ve Arapların birbirinden kopuk çalışmaları, karşısında gerçek doğabilimden söz edilebilecek çağ, derebeyliğin kentsoylularca yıkıldığı, Papa' nin tinsel buyurganlığının gücünden çok şey yitirdiği çağdır.
Bağımsızlığı açıklayan doğa bilim, artık araştırmalarında kilisenin etkisinden çok uzaktı. Yeni doğabilimin ilk dönemi Nevton'la kapanırken, Kepler ve Galile ile matematik, mekanik, astronomi, statik ve dinamik alanlarında büyük adımlar atıldı.
İnsanlığın bugüne değin geçirdiği tüm aşamalar incelenirse, onun doğayı değiştirmek için sürekli yeni aygıtlar yarattığı ve artık çalışırken düşünmeye başladığı görülür. Yine görülür ki, toplumun ve bilginin gelişmesi, üretim güçlerinin gelişmesinin aynı zamanda hem nedeni ve hem de sonucudur.
Brecht, halkın geleceği için bilimin ve bilimsel bulguların öneminin bilincindeydi. O'nun için, toplumsal yaşamın iyileşmesine katkıda bulunduğu sürece doğabilimlerindeki gelişmelerin anlamı vardı "yeni" diye sunulan her şeyin gerekli yeni bilgelik anlamına gelmediğini düşünüyordu.
Yapıtını ilk kez yazmaya başladığında, Galile ve onun "geri dönüşü” hakkında değişik bir görüşü vardı. O'na göre, bir aydın gerçeği yayma sorumluluğuna sahiptir. Bu noktada bütün amacı Alman aydınlarının Naziler karşısında takınacakları tavrın sorumluluğunun bilincine varmalarını sağlamaktı.
Brecht'in doğru olarak saptadığı, kentsoylu toplumda bilim adamını "yansızlık" çerçevesi içine sokma eğilimlerinin egemen olduğudur. Böylece bilim adamı araştırmalarını engelsiz (!) sürdürürken, ister istemez egemen siyasaya bağlanacak ve onun dünya görüşünden yana olacaktır.
Brecht'in Galile’yi yazdığı yıllardaki Almanya düşünülürse; para ve yetkinin etkilemediği bilim adamlarına da baskı ve zor kullanma uygulanacaktır. Bilim adamı için asıl sınav da o zaman başlayacaktır. Brecht yapıtında yol ayrımındaki bilim adamının olanaklarını irdelerken; buna koşut olarak "bilimden yararlanma" sorununu da oyunun ağırlık noktası olacak biçimde ele almış.
Şöyle eleştirel gözle bakıldığında sorun, bilimsel çalışmaların sonuçlarından yararlanmada düğümleniyor. Oysa, gerçek olan, bilimsel sonuçları bu ya da şu toplumsal kesimin yararına yöneltmek değil; bunun da ötesinde, bilimin kendisinin zaten belli bir toplumsal çıkar doğrultusunda belirleneceğidir. Dolayısıyla, - sonuçları bu ya da şu biçimde değerlendirilsin - "yan tutmayan" bilimden söz edilemez. “Yansızlık” görünümü onun kentsoylu toplumuna olan belli ilişkisinden doğmaktadır.
Brecht Galile'yi ve çalışmalarını XVII. yüzyılın ilk yarısındaki derebeyliğe karşı savaşımla bir birlik içinde görmüş; bu çağı Hitler'e karşı verilen faşizme karşı savaşımla düşünsel bir koşutluğa sokmayı düşünmüştü. Nitekim, kendisi tarihte birçok büyük düşünürün, gerçeği yayma uğruna, aldatı yollarına saptığını göstermek istiyordu.
Galile’yi ilk kez yazarken, gerçeği yaymak için verilecek savaşımın zorluğunu, bütün çelişkili yanlarıyla verdi. Ne var ki, daha sonra Brecht, Galile'nin kilise karşısında dize gelmesinin, bulgularını kurtarmak için yapılmış bir aldatıcı tutum olabileceği izlenimini vermek istemedi. Son biçimiyle yapıtta Galile, Andrea’ya ölüm korkusunun geri çekilmesine yol açtığını söylemektedir.
O, kiliseye ve tüm derebeyci gericiliğe ağır bir tokat indirebilirdi. Ancak çalışmalarıyla fizik ve astronomi dallarını zenginleştirirken, onların toplumsal anlamlarını da yok etmişti. Görüşlerinin halkça benimseneceğini bilmesine karşın, halk sıralarına geçme kararlılığını göstermedi.
Karşısındaki düşman, - kilise - oyunda maddi dünya ile igili bir güç olarak verilmiştir. Kilise temsilcileri din adamından çok birer siyasacı gibi çizilmiştir. Brecht yapıtının üzerinde durdukça, Galile'nin ve bilimsel çalışmalarının olumlu yönleri giderek kısıtlanmış ve bilim adamı bir “toplum haini" düzeyine indirilmiştir. 1940'larda dünyada olan gelişmeler, yazarın Galile'yi daha eleştirel gözle görmesine yol açmış; sağlığını hiçe sayarak çalışmalarını sürdüren bilim adamının yerini “işbirlikçi" Galile almıştır.
Danimarka'da yazdığı Galile'de Brecht, onun bilimini hiçe sayarak Engizisyon önünde gerilemesini, toplumsal düzeyden çok, bilim adamının kişiliği ile ilgili olarak irdelemişti. Hiroşima'ya atılan atom bombasından sonra yazarın çıkış noktası daha değişik olmuştur; artık oyunda ağırlık kazanan bilim adamının toplum karşısındaki sorumluluğudur. Böylece bilim adamıyla kilisenin çelişen dünya görüşleri, bilim-inanç çelişkisi, bilimsel çalışmanın derebeyci egemenlerce engellenişi ikinci derecede önem kazanmıştır.
Yeni Galile örneği ile Brecht, bilimsel ve toplumsal sorumluluğun birbirinden ayrılamayacağını, bilimsel çalışmaları yürütmenin ve bulguları yaymanın kişisel yüreklilik gerektirdiği gibi, bunların insanlığın yararına kullanılmadığı zaman da, karşı çıkmak zorunluluğunu işlemektedir. Yeni Galile, geri çekildiğine inanmak istemeyen halkın düşleminde yarattığı bir tip değildir artık. O, halkın beklediği bir kahraman olamamıştır.
Galile'nin Yaşamı ile Brecht, bilim adamının geniş kitleler karşısındaki sorumluluğunu ele almakla kalmıyor; yapıtıyla Aristoteles'çi tiyatroya karşı çıkarken, aynı zamanda Aristoteles'in dünya görüşünün yerini alan yeni görüşü sergiliyor. Hiçbir devinimin olmadığı Aristoteles'çi dünya ve gökyüzü, yeni gözlemlerin ışığında (teleskop) yeniden değerlendiriliyor.
Brecht'in tiyatrosu toplumu, insan tarafından yapılmış, insanın egemenliği altında ve onun tarafından değiştirilebilir olarak sergiliyor. Bunu salt bir gelişim olarak değil, tersine, "değiştirilebilirlik” olarak benimsiyor. Amaç bu olunca Brecht’in elindeki dramaturji aracı da epik tiyatrodan başkası olamazdı.
Klasik-idealist tiyatrodan ayrımlı olarak buradaki gelişmeler eytimsel bir bütünlük için -gerek Galile'nin kişiliğinde, gerekse toplumda - çelişkilerle dolu yollardan geçiyor. Galile'nin Yaşamı'nın tiyatro sanatı açısından değerlendirilmesini yetkililere bırakarak, çok açık bir iki noktaya değinmekle yetinmekte yarar var.
Brecht'in oyunu kimi noktalarda tipik bir epik tiyatro örneği olmaktan uzak. Bireysel ve toplumsal çelişkilerin yoğun oluşu oyundaki gerilimi artırmaktadır; şarkı ve yorum gibi biçimsel yabancılaştırma etkenlerine pek başvurulmamış, sahnelerin bağımsızlığına özen gösterilmiştir.
Buna karşın yazar, seyircinin oyunu eleştiren bir gözle görmesini ve üstüne kafa yormasını sağlayabilmiştir. Bunda - yukarda belirttiğimizin tersine - oyunun çelişkili yapısının eytişimle örülmüş olmasının büyük etkisi vardır. “Yeni” çağın, kuşku ve mantıkla gerçeğin bilimsel kavranışının karşısına "eski'' dünya, inanç dünyası çıkarılıyor.
Kentsoylunun egemen olduğu, cumhuriyetçi Venedik'te, anamalcılığın yeni yeni oluştuğu koşullar altında “bilimsel araştırma özgürlüğü” meta olarak var. Dinci, derebeyci Floransa'da ise maddi temel güvence altında, bilimsel araştırma ise engizisyon tarafından engellenmekte. Bir yanda bilimin gelişinesine ilgi gösteriliyor (el işçilerinin yerine deneysel aygıtlar alacaktır), öte yanda bilimin sınırlandırılması... Çelişkiler yumağına bir başka örnek; yıldız haritaları benimseniyor, ancak buna bağlı dünya görüşü, yani bu işin kuramı yadsınıyor.
İlk sahnelerdeki Galile ile son sahnelerdeki Galile arasında birçok ayırım saptanabilir. Araştırmaları için zaman araması, fiziksel ve tinsel beğenilere ilgi duyması başta olumsuz değil. Bu tür beğeniler onu çalışmasından alıkoymuyor. Floransa'ya gitmeye karar vermesi, bir yüreklilik sonucu değil; onu çeken bol zaman ve rahat bir yaşam oluyor.
Galile'deki olumlu yönleri öncelikle veba sahnesinde görüyoruz. Burada o, kendini bilimine adamış büyük bir araştırmacıdır; kendisini veba bile korkutmuyor ve kentten ayrılmıyor. Ancak bilimi uğruna vebaya göğüs geren bilim adamı, engizisyon karşısında güçsüz kalıyor. Bilimini egemenlere karşı savaşıma sokmasına karşın, tutarlı olmadığından, topluma gerekli yararı sağlayamıyor.
Veba sahnesinde, “Nasıl da belli oluyorlar! Onların bütün yönetim sistemi bu, Artık meyve vermeyen bir incir ağacının hasta dalı gibi bizi kesip atıyorlar." derken toplumsal bakış açısını gösteriyor ve o zamanki sistem karşısındaki tiksintisini açığa vuruyor. Araştırmalarının emekçiler ve yeni yeni güçlenen kentsoylularca destekleneceğini bilmesine karşın, geniş kitlelerin gücüne dayanamıyor. Halkın mantığını övüyor, ancak egemenler karşısında "kovuculuk” yapıyor.
Özellikle ikinci “Galile”de, bilim adamının egemenlerın yargı gücü karşısında geri çekilmesinin verdiği derin ruhsal çöküntü daha açık görülmekte, Oysa bu kadar alçalan Galile'nin tüm olumlu yönlerini yine de yitirmemiş olmasını, Brecht gibi büyük bir yazarın, insan olgusundaki karmaşıklığı, hem bireysel ve hem de toplumsa düzeyde gerçekliğin bütün yönleriyle verebilirliğine bağlıyoruz.
14. sahnede Galile yeniden siyasal bir savaşçı olarak kişileştiriliyor. Bilim adamının buradaki tavrı, Brecht'in yaşadığı günlerden kaynaklanan ve Alman anti-faşistlerinin Hitler buyurganlığına karşı verdikleri savaşımın bir yansıması olan tavırdır. Şöyle diyor Galile Andrea'ya:
“... Gerçek ceketinin altında Almanya'dan geçerken kendine dikkat et!"
“Bilim adamının sorumluluğu" olgusunu işlerken Brecht'in gerçekçilikten ne anladığını daha iyi görebilmek için, “mantık” konusuna yeniden eğilelim. Galile'nin mantığa olan inancı oyunda önemli bir öğe olarak beliriyor. Önyargılarla, kör inançlarla dolu bir dünyanın karşısına geçerken onun en yakın yardımcısı mantığıdır. Ancak bu, soyut bir kavram olmaktan çok, kendisini halka ve gelmekte olan yeni çağa inançta belli ediyor.
Bu noktada yazarın öncelikle vurgulamak istediği de, bilimde gerçek ilerlemenin halkla bağ kurmak, geniş kitlelerin yararına araştırma yapmakla sağlanacağıdır.
Yine bir çelişki: Galile bunun da bilincinde, 14. sahnede, "Bilimin tek amacının, insan varlığının güçlüklerini hafifletmek olduğu inancındayım", diyor. 9. sahnede ise, yine bir bilim adamı olan Mucius'la konuşurken Galile’nin tavrı ilginç. Mucius'la Brecht, sürekli tutarsız olan, egemenlerin baskısı karşısında hemen dize gelen, zamanının korkak küçük kentsoylu aydınını çiziyor.
Mucius karşısında Galile acımasız ve bağışlamaz tutumda; dize geldiği için onu evinden kovuyor. Oysa bir süre sonra aynı duruma kendisi düşecektir. Galile'nin "ihanet”inin getirdiği sonuçları yazar özellikle vurgulamış. Bunu, Andrea Galile’ye Descartes'in kendisinin geri çekilmesinden sonra ışığın doğası üzerine yaptığı çalışmaları çekmeceye soktuğunu söylerken görüyoruz. Çünkü, Galile bir kezinde, ışığın ne olduğunu anlamak için, yeryüzünün yüzlerce kulaç altında tutuklanmayı göze alabileceğini söylemişti.
"Kahramanlara artık gereksinme duyulmayacak bir toplumun yaratılması" için Galile'nin kendisinin kahraman olması gerekiyordu. Bu olmadı; toplumsal gelişme engellenmiştir onun tutumuyla. Ne var ki, kesinlikle durdurmak söz konusu değildir. Galile de yeni çağın başlamakta olduğu konusundaki görüşlerini hiçbir zaman değiştirmemiştir. Galile bireysel olarak kendi çelişkilerini -olumsuz yönde - çözüme kavuşturmuştur. Araştırmayla onun ürününü birbirinden ayırdığı için toplumsal düzeydeki çelişki çözülmemiştir.
Hiç kimse toplumsal sorumluluklarından bağımsız değildir. Bu öncelikle bilim adamları için önemlidir. Bireyin etkisinin toplumsal gelişmede belirleyici olmamasına, inanca dayalı durağan Aristoteles'ci dünya görüşünün yöntemsel ilke olarak kuşkuya dayalı devingen görüş karşısında yenilgiye uğramasına karşın, belli tarihsel dönemlerde bireylerin takındığı tavırların, yaşamda etkili olabileceği açıktır. Galile'nin Yaşamı'ndan çıkarılacak dersleri bu tümcelerle özetleyebiliriz.
Brecht'in ölümünden dört gün önce, 10 Ağustos 1956'da "Berliner Ensemble", "Galile”nin son provasını yaptı; ve 14 Ağustos günü, saat 24.00'de Brecht artık yoktu. Yapıtları dünyanın birçok ülkesinde, bu arada özellikle bizim ülkemiz gibi olan ülkelerde, yaşadığımız dönemde daha bir önem kazanmıştır. Bilimsel araştırmaların ve bilim adamının "yansızlığı” sorununa, Galile'nin Yaşamı ile kesin bir yanıt vermiştir; şimdi bize düşen görev, bu yanıtın özünü kavrayabilecek bilince ermektir.
Bu yanıtı anlamaya çalışırken gözardı edilmeyecek bir başka nokta da şu: Bilim adamının toplumdaki yeri, toplumsal gelişme içinde doğabilimin yeri geniş kitlelere anlatılırken güçlü bir yol seçilmiştir. Bu, sanatın gücüdür; bu, yazın sanatının gücüdür; bu, Brecht'in sanatının gücüdür.
(1) W. Mittenzwei : Bertolt Brecht. Vou der Massnahmezu Leben des Galilei Aufbau Verlag, Berlin 1962, s. 321
SARGUT ŞÖLÇÜN
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Nisan 1978, S: 319, S. 321-325

ŞİİRLERİ