Cumhuriyet devri Türk edebiyatının önemli şairlerinden Bekir Sıtkı Erdoğan 24 Ağustos 2014 tarihinde vefat etti. Erdoğan “Kışlada Bahar” ve “Hancı” şiirleriyle tanınıyor. Hatta denilebilir ki bu şiirlerin şöhreti şairini de aşmıştır. Besteleri, filmleri yapılmıştır.
Şairin hepimizin yüreğini tutuşturan “Gurbetten gelmişim yorgunum hancı / Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş / Aman karanlığı görmesin gözüm / Otur başucuma sor yavaş yavaş” mısralarıyla başlayan ünlü “Hancı” şiirini unutmak mümkün mü?
Hangimiz askerliğini hatırladığında “Kışlada Bahar” şiirini anmaz. Mehmetçiklerimizin en çok okuduğu ve sevdiği bu şiir dudaklarının ucuna her zaman gelmiyor mu: “Kara gözlüm, efkârlanma gül gayri! / İbibikler, öter ötmez ordayım. / Mektubunda diyorsun ki: ‘Gel gayrı!’/ Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.”
Peki Bekir Sıtkı Erdoğan sadece bu iki şiirden mi ibarettir? Elbette hayır. Bizde bazı şairler, bir veya iki şiirleriyle tanınır ve onlarla anılırlar. Ama gerçekte o sanatkârların çok başarılı başka şiirleri de vardır. Bütün mesele şairlerin şiir külliyatını bir bütün olarak okumak ve değerlendirmek.
Şiire Adanmış Bir Ömür
Bekir Sıtkı Erdoğan, 8 Aralık 1926 tarihinde Konya Karaman’da doğdu. Karaman Gazi İlkokulu, Kuleli Askerî Lisesi (1946), Kara Harb Okulu (1948) mezunudur. Çeşitli şehirlerde kıta subaylığı yaptı (1948-59). Ankara’da görevli olduğu yıllarda (1953-57) Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni bitirdi. İstanbul Heybeliada Deniz Lisesi’nde albay rütbesiyle edebiyat öğretmenliğine başladı. Deniz Harp Okulu, Deniz Lisesi, Deniz Astsubay Okulu, Kadıköy Özel Marmara Koleji ve Moran Lisesi’nde Türkçe-edebiyat öğretmenliği yaparak1979 yılında emekli oldu. Emekli olduktan sonra Özel Alman Lisesi’nde on iki yıl daha öğretmenlik yaptı.
Büyük bölümü aruz ve hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde divan ve halk şiiri formlarını kullandı. Serbest ölçüsü ile de ürünler veren Erdoğan’ın şiirleri Çınaraltı, Şadırvan, İstanbul, Türk Yurdu, Kubealltı Akademi Mecmuası, Hisar, Çağrı, Türk Yurdu, Yüzakı, Milli Kültür ve Türk Edebiyatı dergilerinde yer aldı. 50. Yıl Marşı yarışmasını kazandığı şiirini Necil Kâzım Akses besteledi. Bestelenen şiirleri arasında “Kışlada Bahar’ da vardır.
Bekir Sıtkı Erdoğan’ın hat sanatına da büyük merakı olup bu vadide pek çok çalışması bulunuyor. 2000 yılında Fırat Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktorluk unvanı verildi. Hakkında pek çok araştırma ve inceleme yapılan Bekir Sıtkı Erdoğan’ın yayınlanmış iki kitabı bulunuyor. Bunlar da, Bir Yağmur Başladı (1949) ve Dostlar Başına (1965)’dır. Çok titiz olan şairin Sabır Sarmaşıkları (rubailer), Gönüller Kavşağı ve Kaybolmayan İzler (Elif Divanı) isimli şiir dosyaları henüz basılmadı.
Bekir Sıtkı Erdoğan’ın şiiri hakkında edebiyat tarihçileri ve otoritelerinin değerli görüşleri vardır. Onlardan biri de hocam Mehmet Kaplan’ındır. Kaplan’ın Şiir Tahlilleri’ndeki değerlendirmesi şöyledir: “Binbirinci Gece gerek şekil, gerek muhteva bakımından Halk şiirinin bir devamı gibi gözükmekle beraber, alelade bir taklit değil, yeni ve okuyucuda güzellik duygusu uyandıran bir şiirdir. Şair vezin, kafiye ve durakları, geleneği bozmadan orijinal bir şekilde kullanmasını biliyor.
Öyle sanıyorum ki, bize bu şiiri güzel gösteren âmillerden biri tanıdık bir sesin değişik bir şarkı söylemesidir. Divan şairleri gibi Halk şairleri de yüzyıllar boyunca muayyen bir vezin, şekil ve duygu kadrosunu işleyerek kendilerine has bir mükemmeliyette ulaşmışlardır. İşte Bekir Sıtkı Erdoğan bu şiirinde gelenekle mükemmel hale gelmiş unsurları kullanarak yeni bir eser vücuda getiriyor.”
(Şiir Tahlileri 2- Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Mehmet Kaplan, 3. Baskı Kasım 1980, Dergâh Yayınları, s. 336)
Aslında Bekir Sıtkı Erdoğan biraz da bilinmeyen büyük şiirlerin şairidir. Bir kuyumcu titizliğiyle tasarladığı, bir kanaviçe gibi işlediği son yıllardaki şiirleri ve bilhassa rubaileri onu ölümsüz şairler kervanına şimdiden katmıştır bile. Erdoğan, “Mahzendeki iç bölmede loş bir in var / Her gölgede binbir cadı, binbir cin var… / Tâ dipte, zaman ermeyecek bir köşede / Bir bukle saçın, bir de minik resmin var.” gibi güzel mısraların sahibidir.
Bekir Sıtkı Erdoğan, gerek sohbetlerinde, gerekse kendisiyle yapılan röportajlarda sorulara verdiği cevaplarda, şiir anlayışını çok açık ve net bir biçimde ifade etmiştir. Meselâ, “Şiir, insanlara dağları değil ama çağları aşıran önemli bir sanat dalıdır. Şiir milli zevkin bir parçasıdır.” der.
Şairimize yaptığım sık ziyaretlerden birinde şiir eğitimi meselesini konuşmuştuk. Hoca, bilhassa aruzun gençlere öğretilmesi gerektiğini söylemiş ve şöyle devam etmişti: “Şiirin mânâsına uyan kafiye şiiri büyüler. Aruzun tadına varanlar, bir daha bu vezni bırakamazlar.”
Son yıllarda yazdığı ve “Sabır sarmaşıkları” adını verdiği rubaileri telefonla bana okurdu. Daha sonra Kubbealtı Akademi Mecmuası’nda yayınladığım bu dörtlükler, aslında şairimizin gönül coğrafyasını göstermeye yeterdi. Bir bakıma bir duygu harmanı içinde kalırdım bu mısraları duydukça. Çünkü Hoca gelenekle modern söyleyişi bu kısa şiirlerinde birleştiriyordu. Meselâ “Gönülden Gönüle” şiiriyle bizi şöyle mükâfatlandırıyordu: “Her aşkı sarar mazi bir başka tüle / Sönmez bu ateş öyle gömülmekle küle! / Her gün yeni baştan eşilip tazelenir / Taa haşre kadar sürer gönülden gönüle.”
Düşünen ve Düşündüren Sanatkâr
Hem şiir dünyamızın hem de gönül dünyamızın seçkin siması olan Erdoğan, dörtlüklerinde düşünmeyi ve düşündürmeyi seviyordu. Meselâ
“Mezat Pazarı” da bu tarz rubailerinden biriydi: “Gönlüm Pazar olmuş sana, gel kâra buyur / Gel, mihnete gel, derde gel, efkâra buyur!... / Diller dökerek yetmedi takrire dilimi, / Lutfeyle sükutumdaki ikrâra buyur!”
Yıllar önce kendisiyle yaptığım bir röportajda, şiirinde tasavvufî ve tefekkürî unsurların ağır bastığını söylemiş ve bazı örnekler vermiştim. Kabul etmiş ve şöyle demişti: “Tabiî doğrudur. Bakın şu bitkilere, çiçeklere... Her sene ölüyor, yeniden diriliyorlar. Bir insanın aklı olduğu, ilmî bulunduğu halde inanmıyorsa çok yazık. Câhil adamın inançsızlığı bir tarafa, âlimin imansızlığı çok büyük bir talihsizlik.”
Yine “Bakar Kör” rubaisini hatırlatınca şöyle devam etmişti: “Neler neler dönüyor… Ne dönmüyor ki... Çekirdeğin etrafında elektronlar dönüyor... Güneşin etrafında gezegenler dönüyor... Başka nelerin döndüğünü de bilmiyoruz. Ortalıkta bir şeyler dönüyor, ama anlamıyoruz... Zaman geçiyor, bize verilen cevheri acaba zamanında ve yerinde harcıyor muyuz? Şükrediyor muyuz? Zaten insan şükredip biraz düşünürse İslâm’ın diğer bütün kuralları yavaş yavaş kendiliğinden gelir.”
Bekir Sıtkı Erdoğan’ın aşk kavramına bakışı da bize onun farkını gösterir. O “Kutsal Ateş”te dediği gibi beşeri aşk’ı, ilahî aşka dönüştürmenin gayreti içindeydi ve şöyle diyordu: “Sevdâ-zedeler düşlere kanmış; kanacak, / Her gün nice mecnûn uyanıp uslanacak! / Gönlüm, sen asıl kendine yan çünki bu aşk, / Mısra mısra tütüp, müebbet yanacak!..” Erdoğan’ın temel derdi insanoğlunun ezelî ve ebedî dâvâsını kurcalamaktı. “Harabât Ehli” bu tür mısraları içinde barındıyor: “Cânân gelir aklıma hep, cân gider! / Günler geceler permeperişân gider… / Her kim ki düşer böylesi bir fırtınaya, / Vîrân gelir âleme, vîrân gider!..”
Şairler ‘aşk’ı çok farklı biçimlerde târif etmişlerdir. Bekir Sıtkı’nın “Aşk Efsanesi” bize onun bu duyguya bakışını gösteriyor: “Leylâ dediler; gönlümü açtım sana ben, / Sevdâ dediler; ömrümü saçtım sana ben… / Beyhûde yanar sonunda Mecnûn’a cihan / Baştan bırakıp kendimi kaçtım sana ben…” Erdoğan, “Büyük Çile”de Mecnun-Leylâ aşkının derinliğine dikkat çeker: “Aşk erleriyiz bizlere mantık ne gerek / Mecnûn’a ha düş, ha böyle çılgın gerçek! / Her gün yeni bir umutla dünyaya gelip / Öldük yeniden her gece Leylâ diyerek!”
Erdoğan, yüreğinden akıp gelen, dudaklarından dökülen bütün şiirleri yazdıran biri olduğunu belirtir “Şah-Eser” rubaisinde. Şöyle der: “Nazmımda o şâh oldu her ilhâma perî, / Mısrâ; kalemin sadece kulluk hüneri. / Bir şâheserin kâtibi olmak ne şeref; / Yazdıklarımın hepsi o şâhın eseri...” Bekir Sıtkı zaman zaman ‘naz makamı’na geçer ve “Mecnunlar Sahrası”nda olduğu gibi sitemkâr konuşur: “Biz çölde yetiştik; çile yâr oldu bize / Sermayemizin külleri kâr oldu bize!.. / Tek müjde nasip olmadı hiçbir kuyudan / Biz hep su dedik, yankısı nar oldu bize!..”
Mistik Şiire Doğru
Nasıl üstat Necip Fazıl Kısakürek’in şiir caddesinde bir dönüşüm yaşanmışsa Bekir Sıtkı Erdoğan’da da sanat dünyasının ilerleyen bölümlerinde yeni temalar görürüz. Tasavvufî ve hikemî anlayışın hâkim olduğu bu şiirlerde dinî motiflere sıkça rastlarız. Meselâ artık dillere destan olan, bütün camilerde ve mevlüt kandillerinde okunan “İhlâs Kasîdesi” onlardan biridir. “Gariplik tuttu boynumdan / Büker Mevlâ’ya Mevlâ’ya... / Gözüm taştıkça göynümden / Döker Mevlâ’ya Mevlâ’ya...” diye başlayan şiir şöyle biter: “Henüz darlaşmadan bollar / Nihâî koş, Hüdâ kollar / Odur tek yön; bütün yollar / Çıkar Mevlâ’ya Mevlâ’ya…”
Şairimizin “Acı Salkım” şiirinin ilk kıtasında da dünyanın faniliği vurgulanır ve insanın öte dünyaya hazırlıklı olması gerektiği belirtilir. Altı kıtalık şiirin ilk dört mısraı şöyle: “Vakit yaklaşıyor toparlan ahbap / Yarın bir gün
bu meydanda talan var / Nasıl olsa görülecek şu hesap, / Sanma bu dünyada bâkî kalan var!”
Yol, yolculuk ve yollar hakkında şairlerin çeşitli şiirleri, filozofların muhtelif düşünceleri vardır. Bekir Sıtkı Erdoğan’a göre ise bakalım “Yollar” ne anlam ifade ediyor: “Bir yol bilirim: Âdeme Havvâ’ya gider, / Bir yol bilirim, gizlice sevdâya gider, / Bir yol ki ömür bahçelerinden geçerek, / Yaşlarla, figanlarla musallâ’ya gider!..”
Bekir Sıtkı Erdoğan çocukları da düşünen şairlerimizdendir. Onun özellikle “Bayram Gecesi” şiiri hüzünlü bir ortamı ve babasını bir bayram günü kaybeden on yaşında bir çocuğun yürek sızlanışını anlatır: “Bu gece bayram gecesi: / Her taraf mavi, pembe, mor... / Bu gece bayram gecesi: / İçim içime sığmıyor! / Görünüyor suyun dibi; / Mahalle, komşular, falan… / Her şey bıraktığım gibi, / Babamın öldüğü yalan!” Okuyanı kedere sevk eden şiirde şu mısralar can yakıcıdır: “Her şeyi dizdim şöylece, / Fotinim, elbisem tamam… / Beni a?edin bu gece, / Kirpiklerim, uyuyamam.”
Şiir Ustalarına Saygı
Kendisi de şiirimizin ulu çınarlarından biri olan Bekir Sıtkı Erdoğan, gençlerin ve şairlerin eski ve yeni ustalarla mutlaka temas kurmaları gerektiğini söylüyordu. Ona göre eskiyi bilmeyen yeniyi de ifade edemezdi. Bundan dolayı gençlere hep yol gösteren, onlara el veren ve herkese şiiri sevdiren üstat, büyük şairlerimizin okunması gerektiğini söylüyordu. Başta Karacaoğlan, Yunus Emre, Emrah, Fuzuli, Baki, Nedim, Yahya Kemal, Faruk Nafiz ve Ahmet Muhip Dıranas ilk elde okunması gereken şairler zümresindeydi. Divan edebiyatına sahip çıkan Erdoğan, halk edebiyatımıza da ilgisiz değildi. Bütün şairlere biricik öğüdü şuydu: “Halk edebiyatımız, diliyle duygularıyla bizim öz malımız, sanatımız,
ruhumuz, öz cevherimizdir. Oradan hareket etmeliyiz.”
Ölümü şiirine dolayan şairlerimiz arasında Bekir Sıtkı Erdoğan’ın müstesna bir yeri var. “Döner Dolap” şiirinde insanoğlunun kaçınılmaz sonunu veciz biçimde ifade eder: “Ey yolcu değişmez bu devir hırsı bırak! / Bir müddeti var sayıyla dönmekte bu çark… / Okşar da bugün pembe bulutlar başını / Öpmez mi yarın ayaklarından toprak?” Bu yazıyı rahmet dilediğim şairimizin güzel kıtası “Harabât Ehli” ile tamamlamak en iyisi galiba: “Cânân gelir aklıma hep, cân gider! / Günler geceler permeperişân gider… / Her kim ki düşer böylesi bir fırtınaya, / Vîrân gelir âleme, vîrân gider!..”
MEHMET NURİ YARDIM
1453 Dergisi, Sayı. 20, S. 101-104

ŞİİRLERİ