Dilâver Cebeci. Bir şiir dervişi… Bir söz üstadı… “Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi”… Sözün
ulu dergâhına postunu sermiş bir derviş. Kor yürekli… Milli duygusallığımızın satırlarda dile
gelmişliği… Sadrından süzülür; Hasretten, vuslattan, aşktan, sevdadan, ayrılıktan damıtılmış şiirler.
Maziden, töreden, yurttan, obadan, yerlerden, göklerden seslenir. Bin yıllık tarihi sesler. O, şiir
söylemeye başlayınca ansızın bir sızı yakalar bizi Türkmen Ellerinden... Bırakmaz… Bozkırda
kalmış bir sancı saplanır böğrümüze. Çıkmaz… Soylu sevda türküleri söylenir sevgiliyi özlemenin
en koyu yerinde. Uzun bir hasret, upuzun bir rüzgâr olur mısralar dumanlı başımızda esip duran…
Buhara geceleri gelir sonra söze. Semerkant… Karanlık keleplenir yorgun Asya?nın kadim gönlüne.
Oturup ufuklara, dolunayı seyreyleriz. Azatlığın zirvesinde sohbete dalar yıldızlar. Biz burada
esirliğini yaşarken yaşamın…
Onun şiirini okumaya başlarken bir ince yağmura yakalanırız Selçuklu Yurdunda. Katıksız,
karışıksız töre gelir dile. Bütün ürkek ceylanlar koşmaya başlar Ortaasya çöllerinde. Yüreğimizin en
tenha yerinde yaralı ceylanlar… Cennet atları dörtnala gider uçsuz bucaksız bozkırlar boyunca. Ay
bir yakamoz gibi düşer atlarımızın gözlerine. Yelelerinden yangınlar yükselir atların... Ağ buluttan
atlarla yeteriz ta Anadolu baharına. Toplar çadırlarımızı apakaylar…
Anadolu dağlarına bahar gelir. Ilık bir bahar güneşi yüreğimize akar ığıl ığıl. Çiğdem olur,
çiçek olur genç kızların sevdaları… Sımsıcak bir yemin olur… Dokunulmamış, kuytu, sımsıcak bir
yemin… Bahar gelir, koyaklardaki dereler akar doludizgin. Akar dereler boz bulanık… Söğüdün
dalları eğilir boz bulanık sulara. Söğüdün dalları…
Kirlenmemiş mavi göğe bakarak firuze düşlere dalar gözlerimiz. Korkulardan azade… Zaman
ipince bir iptir kirmenlerde eğrilen. Yosunlu sulara dalan çocukluğumuz en delişmen çağlarıdır.
Çimdiğimiz yosunlu dereler…
O, şiir söylerken Türkçemizin duru pınarlarından kana kana içeriz. Dupduru bir dilin tadına
doyulmaz iksiri sarıp sarmalar bizi. Artık unutulmaya yüz tutmuş kadim kavramlar, imgeler,
teşbihler, söyleyişler yeniden dile gelir. Dilâver Cebeci?nin şiirinin bir yanında Dede Korkut seslenir
diğer yanda Yunus… Fuzuli dile gelir, Şeyh Galip ve Nedim…
******
Dilâver Cebeci bir özge şair. Şiir ikliminde baştan ayağa ıslanmıştır yüreği. Yüreğine yağan
şiir yağmurları… Unutulmuş, üzerinden alelade geçilmiş zamanlara yakılmış birer ağıt gibidir
mısraları. Söylenmemiş türküler kadar bakir… Başı pare pare dumanlı dağlar kadar yüce… Binlerce
yıllık kültürümüzden süzülüp gelen bir pınar gibi berrak. Şiir pınarı… Türkiyem?dir O… Şafağa
çekilirken, sığındığımız içimize…
Onu okurken gâh bir kervansarayda tarihin hüznüne yakalanırız. Göç yollarına döner
ömrümüz. Gâh İmrü-l Kays'ın develeriyle çölde yürürüz. Lacivert bir gecede yıldızlara kasideler
söyleriz. Yola düşeriz, yol düşer bahtımıza. Yusuf Nebi'nin güzel sureti seslenir bize en karanlık
kuyulardan. En asude düşlerin yorumcusuyla yorarız korkulu, bulanık düşlerimizi.
En çok ta çocukluğumuz dillenir. Körpe ceylanlar gelir düşlerimize bir Cibril nefesiyle. Düşer
gideriz peşine kınalı kekliklerin. Cılga yolların izinde… Bakıp bakıp ağlarız cılga yollara geçip
giderken… Büyüdükçe bir sızı kalır içimizde. İçimizde bir sızı…
O, şiiri dillendirince hasret türküleri başlar. Baştan ayağa hasret olur her şey. Kavuşmak
ihtimalini yitirmiş sevgililer söyleşir onun tenha mısralarında. Zaman bir derin kuyu olur yârin
suretinin suya düştüğü. Bir derin kuyu…
Dilâver Cebeci, Kandahar Dağları'nda sabah namazı kıldırır bize. Bütün mevcudatla…
Rahmet damlalarından bereketli bir tespihi çeker şiirinde. Dolunay umutlarla çeker zamanın
tespihini… Alnında otuz damla terdir o tespih. Allahuekber!...
Enver'in şiirini söyler sonra bize. Enver Paşa'yı… Çeğen Tepesi'ni… “Bir ceviz ağacı… Bir
duru pınar…” Uzun ve yorgun Çeğen gecelerini… Gözlerine koyu gölgeler inmiş Osmanlı'yı anar
kederle. Yaşanmamış çağları…
Dilâver Cebeci, kalemine ruh üflenmişlerden. Şiirleriyle yüreklerimizde sonsuz rüzgârlar
estirirken, makaleleri, seyahat yazılarıyla aklımızı başımıza toplamızı öğütlerdi. Kara mizahın en
ciddi çehresiyle gülümserdi yazıları. İroninin engin vadilerinde dolaşırdı kalemi. Milli öfkemizdi
yazdıkları bozuk düzene karşı, bozulan töreye… Türkün edebiyle ve İslam?ın ahlakıyla çepeçevre
sarmalanmış bir dili konuşurdu O, en bizim olan dille...
******
Yazımızı “Dilâver Cebeci Hayatı, Sanatı ve Eserleri” adlı Yıldıray Bulut'a ait Yüksek Lisans
Tezinde anlatılan bir anekdotla bitirelim:
“Dilâver Cebeci'nin 23 Eylül 2005 te Elazığ'da tertip
edilen “Hazar Şiir Akşamları-Dilâver Cebeci'nin Şiir Dünyası” adlı panelde yaptığı konuşma:
“Muhterem Dostlar,
Hastalığımdan dolayı konuşmakta zorlanıyorum. Gözlerim zor görüyor. Harfleri zor
anlıyorum. Fakat sizler için bir şiirimi okumaya çalışacağım. Bu, benim sağlıklı olduğum zamanda
yazdığım son şiirimdir. Adı “Zaman Masalı”dır.
Susadım, su diye içtim zamanı
Bindim bir huzmeye geçtim zamanı
Dilime verildi sözden anahtar
Yanaştım onunla açtım zamanı.
Dediler ki vakit kılıçtır, keser
Davranıp onunla biçtim zamanı
Sonra ellerimde oldu bir tespih
Koparıp etrafa saçtım zamanı.
Silkinip dönüştü bir gök küreye
Sardım kollarımla koçtum zamanı
Kırk bin yılda kırk bin belde dolaştım
Nihayet arkadaş seçtim zamanı.
Susadım su diye içtim zamanı
Bindim bir huzmeye geçtim zamanı.
Bu şehir güzel insanlar yetiştirdi. Evlatlarınız bu ülkeye büyük hizmetlerde bulundu. Beni de
evladınız gibi bugün bağrınıza bastınız. Kadirbilir vefalı Elazığ şehrine çok teşekkür ediyorum,
saygılarımı sunuyorum.”
Bu konuşma Dilâver Cebeci'nin sağlığında bir panelde yaptığı son
konuşma olarak tarihe geçmiştir.
MUAZ ERGÜ
Hece Taşları Dergisi, 5 Haziran 2015, Sayı 4, S. 4-5

ŞİİRLERİ