ÂŞIK MURAT ÇOBANOĞLU ÜZERİNE

Ankara'da 26, Mart 2005 Cumartesi. günü vefat eden Âşık Murat Çobanoğlu'nu (doğ. 1 Kasım 1940) 1967 yılının sonlarında, Erzurum'da düzenlenen bir âşıklar toplantısı sırasında tanımıştım. Demek ki bu tanışmamızın üzerinden tam 38 yıl geçmiş. Son görüşmemizin üzerinden de aşağı yukarı bir yıl geçmişti. Sağlık ve hastalık haberlerini öbür Âşıklardan alıyordum. Acı haber de öyle geldi "Başınız sağ olsun hocam, Çobanoğlu sizlere ömür..."

Çobanoğlu'nun çalıp çığırdığı onlarca âşık toplantısının üyeliğini veya başkanlığını yaptım. Onunla; Kars, Sarıkamış, Ağrı, Erzurum, Narman, Elazığ, Amasya, Konya, vb. il ve ilçelerde, aynı salonları paylaştık. 21 yıllık Erzurumluluğumuzun en az 15 yılında, belki 30' dan fazla toplantıda. birlikte olmuştuk.

Onunla yakından tanışmamız; 7-8 Ağustos 1968 tarihlerinde Erzurum'da düzenlenen önemli bir toplantı günlerine rastlar. Doğu Anadolu'nun ilk gazetesi olan Envâr-ı Şarkıyye'nin kuruluşunun 101. yılı olan o yıl, Erzurum Valiliği ve Atatürk Üniversitesi Rektörlüğünce son derece düzenli bir kutlama haftası yaşanmıştı. Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu'nun öncülüğünde gerçekleşen pek çok etkinliğin başında âşıklar gecesi geliyordu.

Biz, onlarca âşığı, üç gün boyunca bir yandan ağırladık, bir yandan da Fakültemizdeki odamızda kayıt alıp bol bol fotoğraf çektirdik. Bu benim âşıklarla ilgili düzenlediğim ilk toplantı idi. Adların çoğunu ilk defa işitiyordum. Bir bilimsel açlıktan çıkarcasına ne bulursam kaydediyordum. Âşıklarımız da genç bir üniversite hocasının kendileriyle böylesine ilgilenmesinden dolayı son derece mutlu oluyorlardı.

O yılların âşık toplantılarının yazılı olmayan kuralları vardı. Bunları seyircilerimiz de bilirlerdi. Bu kurallardan biri de Çobanoğlu'nun hemşehrisi Şeref Taşlıova ile her akşam mutlaka karşılaşacağı idi. Âdeta bir atışma olmadan gece kapanmayacaktı. Bunu her yerde uygulardık.

Murat'ın, elbette öbürlerinin de, şiir veya türküden önce anlattığı hikayeleri vardı. Mesela Erzurumlu Yaşar Reyhanî, kocası gurbetteki gelinle ilgili bir hikâyeyi sıkça anlatırdı. Murat'ın da böyle sıkça anlattığı kısa bir hikayesi vardı ki ben birkaç kez dinlemiştim. O, bu olayı âdeta toplumsal bir yergi olarak algılardı.

Kızımızla oğlumuz evlenmiş. Derken zamanı gelmiş, aile bir oğlan sahibi olmuş. Ama bebek hafif mi hafif... Bebek, Çobanoğlu'na göre bazı anlatmalarında bir kilo 250 gram, bazı anlatmalarında ise bir buçuk kilo. Kuş gibi bir şey. Ama gelin görün ki anne ile babanın gönüllerinde bir arslan yatıyor. Oğullarına ad olarak nasıl bir ad mı koyuyorlar? İşte arslanın adı: Gürbüz. Çobanoğlu'nun bu adı söylemesinin ardından salonda gülümsemeler başlar giderdi.

1970'li yılların başındaydı. Çobanoğlu 30 yaşlarında tığ gibi bir delikanlıydı. Elinde sazı ile çeşitli toplantılara katılıyor, zirveyi zorluyordu. O yıllarda bir önceki dönemin ünlü âşıkları birer birer aramızdan ayrılıyordu. Posoflu Müdamî'yi bu arada sayabiliriz. Gençlerden ise bir süre türküleri dillerden düşmeyen Ferrahî de genç yaşta aramızdan ayrılıyordu.

O yıllar, 45'lik adı verilen küçük plakların çok sattığı bir dönemdi. Minibüs ve taksilere birer pikap yerleştiriliyor, sürücülerimiz ile müşterileri müziğin en son çıkan örneklerini dinliyordu. Ne yazık ki plak değiştirme olayı çeşitli kazalara yol açtığı için bu uygulama bir süre sonra yasaklanacaktı.

İşte o günlerde Çobanoğlu'nun bir plağı satış rekorları kırıyordu. Yüzbinlerce satan bu plakta merhum, Kiziroğlu Mustafa Bey'i okuyordu. Hiç unutmuyorum, belgesi arşivimdedir; bu plağın dönemin en çok satan gazetelerinin günlük eklerinde kocaman reklamları çıkıyordu. Bir Karslı âşığın günlük gazetelerde fotoğrafı ve çok renkli reklamları çıkıyordu.

Çobanoğlu'nun boyu posu da yerindeydi, kilosu da... Sahneye çıktığı zaman orayı dolduruyordu. Bu sebeple tanınması da kolaylaştı. Farklı bir ses tonuna sahip olması, Türkiye Türkçesini güzel konuşması onun tanınmasına yardımcı olmuştu. Bütün bu özellikleri ona yurt dışının kapısını da açıvermişti. Kültür Bakanlığının gurbetçilerimize gönderdiği âşıklar arasında Çobanoğlu adını da sık sık görüyorduk.

Gerek düzenlediğimiz gerek düzenleme kurulunda yer aldığımız âşık toplantılarını haber alan vatandaşlarımızın bize en çok sorduğu soru hangi âşıkların katılacağı değil, filan filan âşıkların da gelip gelemeyeceği idi. Erzurum'daki toplantıların vazgeçilmez adı Yaşar Reyhanî olduğu için, sorulan adlar daha çok Çobanoğlu ile Taşlıova olurdu. Âdeta onların özel dinleyicileri vardı.

Hakkında bitirme ve yüksek lisans tezleri hazırlanmış, birkaç yıl önce de (1998) güzel bir kitap yayınlanmıştır. Değişik arşivlerde onun sesinin yankılanması sürüp gidecektir.

Çobanoğlu ile Taşlıova arasında dostluğun başlangıcı yarım yüzyıla yakındır. İki hemşehrinin birbirleriyle çalıp söylemeleri de adeta onların bir "ikili" gibi algılanmasına yol açmıştır. Ben onları pek az yerde tek olarak gördüm, onun dışında iyi bir "Karslı ikili" olarak çalıp söylediler.

Birkaç yıl öncesine kadar onu televizyon kanallarında sık sık izlerdik. Çalıp söylerdi, atışırdı, hikaye anlatırdı. Bu konularla öylesine bütünleşmişti ki adeta alanın sözcüsü durumuna gelmişti...

Erzurum'da bulunduğum dönemde, bir gün uçakla Ankara'ya gidiyordum. Ben uçağa binmiş, eşyamı yukarıya koymuş, yerime oturmuş, kemerimi bağlamış, uçuş saatini bekliyordum. Derken yolcuların alındığı ön kapı tarafından Çobanoğlu ile Taşlıova'yı görüverdim. Sazları ellerindeydi. Ayak üstü konuştuk. Köşk' ten çağrılmışlar, bir "resepsiyon"a katılacaklarmış. Doğrusu onların adına sevindim. Saz şiiri ve âşıklar devlet katında değer kazanmışlardı.

Son birkaç yıldır Sivas Türk Müziği Korosu'nda devlet sanatçısı olarak görevliydi. Uzun yıllar âşıkların sosyal hakları için uğraşılmış ama sonuç alınamamıştı. Onlar kendi yağlarıyla değil, saz ve sözleriyle kavrulur olmuşlardı.

1973 Nisanı olacaktı. O yıl ilk defa Sarıkamış'ta güzel bir Âşıklar Bayramı düzenlenmişti. Bizler de, Erzurum'dan değerlendirme kurulu olarak gelmiştik. Âşıklar geceleri salonu inletiyor, gündüzleri şehirde, değişik ortamlarda kendi aralarında çalıp söylüyorlardı.

Aralarında başka biri daha vardı: Yetik Ozan. Evet, Yetik Ozan takma adını kullanan Dr. Turgut Günay. O, hem saz çalıyor, hem de irticalen söyleyebiliyordu. Bayram, 23 Nisanı da içine aldığı için bol bol zamanımız vardı. Yetik Ozan, öbürleri gibi Çobanoğlu ve Taşlıova ile de atışmıştı. Dr. Günay, kafiye bulmada daha farklı bir yol seçiyordu, yeni kavramlara da yer veriyordu; Çobanoğlu ise geleneğin kalıplarına başvuruyordu.

Çobanoğlu'nu anlatmak demek hatıralar denizine dalmak demektir. Bıraktıkları onu yaşatacaktır. Ruhu şad olsun.

Prof Dr. SAİM SAKAOĞLU
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Temmuz 2005, S: 643, S. 61-63

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI