SİTÂRE

"Çeşmek be zen sitâre Ez men mekon kenâre"

Nerden çıktın karşıma böyle Sitâre? Efsaneler dökülüyor gülüşlerinden Kirpiklerin yüreğime batıyor. Telaşlı bir kalabalığın ortasında Ayaküstü konuşuyoruz Nedim'in nigehbân* nergisleri gibi Üstümüzde bütün nazarlar. Çok utanıyorum Sitâre, Dün oturup hesap ettim, Sen doğduğun zaman Ben bir askeri mektepte talebeymişim. Sen bilmezsin Sitâre Burada gündüzler, çekip durduğumuz bir mercan tesbih Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu. Her akşam dokuzda yat borusu çalardı Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı Bir derin uykuya atardım kendimi Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı Ben de onu alır anamın düşlerine kaçardım. Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum, Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum. Seninle konuşurken Sitâre, Aklıma yıldızlar dökülüyor. Bir çâresiz Zühre oluyorsun Bâbil caddelerinde Ateş gözlü kâhinler koşuyorlar arkandan Binlerce meşâlenin ışığı kımıldıyor saçlarında. Gökyüzü salkım salkım Zigguratlar tıklım tıklım Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım. Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan Kimi gün inatçı yosunlar gibi Kepez diplerine yapışan aklım. Gözlerine baktığım zaman Sitâre, Bütün çöllere ay doğuyor. Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays'ı, Antere'yi, Â'şâ'yı En kuytu vahaları dolaşıyorum Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitâre Çadırla su arasında bir cılga* var O cılgada narin ayak izlerin var Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var. Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum. Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun Biliyorum içinde bir sızı var Bıçak ağzı gibi bir sızı var Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan Züheyr'in Suâd'ı gibi keremsiz kılan Kuzeyden güneye, güneyden kuzeye Hep gidip geliyorum bu çöllerde Kureyş'in heybetli ve inatçı develeri Hiç aldırmadan benim esmer sevdâma Geviş getiriyorlar ufuklara bakarak Ben kaçıp Yesrib'e sığınıyorum Yesrib bahâne, bir kitaba sığınıyorum Dağda, ovada, bâdiyede okuduğum hep elif Elif diyorum Sitâre, sineme elif çekiyorum "Ah minel aşk-ı ve hâlâtihi.."* Çok eski bir gerçektir bu biliyorum. Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz Ve ikimizde ıslanıyoruz Ben ne yağmurlar gördüm Sitâre Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır O şehirde sırılsıklam gezerdim Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan Tapınaklar insanları safra gibi atardı Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim Kara bulutlar kükrerken bir Kaşgar sabahında, Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk Bakışlarımı sunuyorum tereddütsüz alıyorsun Gizli bir tebessümle çağırıyorum geliyorsun Kaşı karam, gözü karam, saçı karam Umay gibi yumuşak huylum Nerden çıktın karşıma böyle Sesin ılık bir bahar güneşi gibi Iğıl ığıl akıyor içime Asya'nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitâre Adam akıllı yorulmuşum Ellerin böyle olmamalıydı ellerine acıyorum Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum Durup durup ıssız yerlerde Güçlü ol ey kalbim güçlü ol, Daha çok işimiz var diyorum. Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum Gözlerin mi daha sıcak gülüyor Yoksa dudakların mı anlayamıyorum.

Dilâver Cebeci
( 1943 - 2008 )

Dilâver Cebeci, Bütün Şiirleri, S. 32-37

Bu şiiri sesli izlemek için tıklayınız.




ŞİİR PARKI