Nahit Sırrı Bey “Edebiyat ve Sanat bahisleri" adlı bir kitapta dört ayrı bahse dokunan dört makalesini neşretti. İlkin, ROLAND DORGELES’in “Devesiz Kervan" adını taşıyan bir yolculuk kitabı dolayısiyle "Seyahat edebiyatı hakkında düşünceler"ini yazıyor. ROLAND DORGELES büyük harpten sonra, birkaç yıl evel Ahmet İhsan Beyin "Yolda" adiyle türkçeye çevirdiği "Partir" gibi; Mısır ve Suriyeye ait "Devesiz Kervan" gibi seyahatnameleriyle tanınmış
bir fransız muharriridir.
Seyahat edebiyatının seciyesini yapan tafsilat; geçmişe ve uzaklara ait azametli veya fakir, şen veya hazin tasvirler; sade, güzel, bilâvasıta bir üslûp; el memleketlerin, ayrı ruh ve yüzlerin verdiği heyecan, muhabbet, hayranlık, samimiyet ve aşk bu muharrirde pek kıt olmakla beraber, kitaplarındaki roman çeşnisi ve vakalarının entriği kariin alakasını çekmeğe yetiyor. Zaten Nahit Sırrı Beyin makalesi de bu muharrir hakkında bir eser olmaktan fazla seyahat edebiyatının bir tarif ve tahlilidir.
Netekim, CHATEAUBRÎAND, LAMARTİNE, LOTİ BARRES, gibi şark ve Aksayışark hakkında birçok eserler yazmış ve bugün klasik olmuş muharrirlerle millî kütüphanemizin seyahat edebiyatı faslını başlı başına dolduran muharrirlerimizden ve mesela, Evliya Çelebi, Cenap, Falih Rıfkı'dan bahsetmek suretiyle yazışına umumî bir çeşni vermiştir. Bilhassa, belki birkaç Roland Dorgeles’e değer olan ve bugünkü edebiyatımızın en uç nok tasında tek başına duran Falih Rıfkı’yı; başka lisanlarda "Denizaşırı" ayarında bîr eser daha okumadığını ilave ederek, medih ve takdirle anmakta pek haklıdır. Onun "Zeytin Dağı" Suriye için yazılmış bütün eserlerden üstün gelir.
Tanınmıyan veya az bilinen yerlere has eserler söze mevzu olurken arkadaşım Behçet Kemal gibi benim de kafama ilk gelen, Anadoludur. Yalnız; Behçet Kemal gibi ben de diyorum ki: Anadolu yazılırken eser muharririn değil, Anadoluyurdun eseri olacaktır. Hastasına kendi keyfinin değil, derdin ilacını veren doktor gibi Anadoluyu nasılsa öyle görmeğe borçluyuz; çıplak, yakın ve hakikî.. Bu vesile ile o muharriri düşünüyorum ki, Anadolunun bir yanı için canlı bir tetkik mahsulü olarak bizde hemen hemen ilk eseri yazmıştır: Birçok edebî değeri yüksek kitaplardan daha olgun ve çok faydalı görünen bu eserle muharririni "Derebeyi ve Dersim" ile Naşit Hakkı'yı burada şükranla anarım.
"Edebiyat ve sanat Bahisleri" nin diğer iki makalesi: “Edebiyatta başka sanatlar" ve "Temsil sanatında heyecanların hududu" gayet bol ve değişikli yazılmıştır. En nihayet, çiynene, çiynene çürük bir sakız halini almış olan, son günlerde bazı kalemlerin yeniden tazelediği bir mevzu üzerinde: “Tenkit ve Münakkide dair" bir makale var. Muharrir bunda tenkit ve münakkidi nasıl anladığını söylüyor. Şu yazdığı doğrudur:
"Bir münakkit (*) için çok okumuş, çok anlamış ve çok düşünmüş olmak, edebiyatı ise pek çok sevmek kati ve mutlak bir mecburiyettir" Çok okumuş, çok anlamış çok düşünmüş bir edip veya şairin eseri üzerinde başka bir eser yapmak için çalışmak, o muharirin kusurlu ve eyi taraflarını bulup meydana koymak güç iştir. Sanatkârane sâve benziyen, belki de ondan üstün olan bu çalışmada muharrir veya şairden daha görgülü ve kültürlü, çok zeki ve ruhu sanatkâr olmak gerektir; Muharrrin geniş hürriyetine karşı münakkidin uğraşma sahası bir operatörün ameliyat masası kadar dar ve tehlikelidir.
Bununla beraber Nahit Sırrı Beyin hemen bütün makalesinde söylemek istediği gibi münakkidi elinde bir “terazii adalet, kefelere ezelî eyi ve kötüyü koyarak günah ve sevap tartan bir hakyemez mevcut gibi görmek hiç bir zaman mümkün değildir. Hakikatte bu, münakkidin hürriyetine daha dar bir hudut çizmek demektir. Çünkü, tenkit de aşağı yukarı bir sanattır.
Şair Faruk Nafiz bir mülakatında: Sanatın baş tarafı şiir, ayak tarafı tenkittir, demekle de tenkidi bir sanat sayıyordu. Sahiden bu böyledir ve böyle olunca tenkit daha geniş bir mana alır. “Güzel" muayyen kaidelerin çerçevesi dışında içten gelir; ruhun derinliklerinden bir kaynak gibi taşa taşa dökülür; güzeli yaratmak için değişmez düsturlarımız, sayılı kaidelerimiz yoktur. “Güzel" mefhumunu tarif ne kadar güçse, onun nasıl vücude getirilebileceğini söylemek daha zordur.
Sanat eserlerinin yaradılışına dokunan değişmez kaideler bulunduğu daima şüpheli olunca o eseri yalnız bir görüşten ve vücudu her zaman şüphe, götüren bazı kaideler bakımından tenkit de hatalı olur. Bunun için on dokuzuncu asırda F. BRUNETÎERE’in bahsettiği afakî ve bütün şahsî tecrübelerden ayrı olmasını istediği düsturî bir tenkit hep nazariye olarak kalmıştır. ANATOL FRANCE: "Eyi münakkit, şaheserler arasında ruhunun sergüzeştlerini anlatandır." "Ne Kleopatra’nın cazibesi, ne Saint François d’Assise’in şefkati, ne Racine’in şiiri formüllere irca olunamaz." diyor. Ama tam manasiyle (impressioniste) tenkit hatasız mıdır? JULES LEMAÎTRES’in OHNET hakkında “Muasırlar" ında yazdığı şiddetli ve şahsî makale gösteriyor ki: Hayır. Netekim A. FRANCE ta ZOLA’ya pek haksızca hücum etmişti.
Munakkit ne korkunç yüzlü bir yeniçeri ağası, ne karnına basınca el çırpan zilli bir bebektir; bir edebiyat tarihi yapan da olmadığı gibi.. Fakat bir münakkitten pek bitaraf olmasını istemeğe hiç bir zaman hakkımız ve kuvvetimiz yoktur. Münakkit bir muharrir, bir şair, bir dramcı gibi belirmiş bir estetiği olan sanat eserlerini kendi güzellik ve zevk adesesinden gören bir adamdır; bundan başka da her insan gibi sinirlerine ve etlerine; muhabbet, kin, ıstırap veya saadetinin hâkim kudretine ister istemez ve az çok bağlıdır. İnsanın bu zafı tenkit edende büyük bir hastalık gibi görülür.
Bana göre eyi münakkit, onun zevkine inanmış okuyuculariyle sevdiği muharrir ve eserler hakkında, yeni baştan bir sanat eseri yaratır gibi ve yorularak, heyecan duyarak, heves ederek; sürükleyici, hoş, samimî ve candan konuşandır. Tenkidi bu şekilde anladıktan sonra o münakkidin dost okuyucularını gücendirmemek için bitâraf olması kendine bir mecburiyet sayacağı ve biç olmazsa kötü bulduğu eserden sevmediği muharrirden bahsetmemeğe çalışacağı besbellidir.
Bu bakımdan eyi eserler kalburun yüzüne gelir, kale alınmıyan kötüler de birer birer ortadan çekilir.
İşte tenkit ve münakkide dair Nahit Sırrı Beyle birçok noktalarda birleşen fikirlerimizin ayrı görünen tarafı budur.
(*) Münakkit (münekkid) : eleştirmen
AHMET MUHİP DIRANAS
Hakimiyet-i Milliye, 6 Teşrinisani 1932
Taha Toros Arşivi, 001513526006

ŞİİRLERİ