XX. yüzyılın ilk yarısında yurdumuzda
şair, tiyatro yazarı ve bir idareci olarak
ün yapmış olan Faik Ali Servet-i Fünûn ve Edebiyat-ı Cedide edebî ekollerinin
değerli bir üyesidir. Fakat onun asıl şöhreti
Mutlu Yarınlar diye çevirebileceğimiz
Fecr-i Âti edebi ekolünü ve dergisini kurmakla
başlar.
Servet-i Fünûn topluluğu içinde hayalinin
genişliği ve sembolizme yaklaşan
renkli üslûbu ile kişiliğini belirten Faik
Ali, Servet-i Fünûn Mecmuasının kapanmasından sonradır ki çevresinde gruplaşan genç şair ve romancılarla biraz evvel sözünü ettiğimiz Fecr-i Âti dergisini kurmuştu.
İlk olarak onun başkanlığım ettiği
bu grupta günümüzün büyük şöhretlerinden
Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Hamdullah
Suphi, Fuad Köprülü ve nihayet Tahsin
Nahit gibi imzalar vardı.
Akımlara başkanlık
Kendisi gibi şair, edip ve idareci bir
babanın, Mardin Mutasarrıfı şair ve tarihçi
Sait Paşa’nın oğlu ve edip Süleyman
Nazif’in kardeşi olan Faik Âli Mülkiye
Mektebi’nde bugünkü ismiyle Siyasal Bilgiler
Fakültesi'nde okumuş ve 1901 yılında
mezun olmuştur.
İşte daha genç bir mülkiye öğrencisi
iken ilk şiirlerini yazan Faik Âli yukarıda da belirttiğimiz gibi kısa zamanda devrinin
ünlü edebiyat ve fikir akımlarında
yer almış, hattâ bu akımlara başkanlık
etmiştir. Diyebiliriz ki zamanının ikinci
bir şair azami, ikinci bir Abdülhak Hamit
olmuştur.
Onun 1900-1950 yıllarında yazdığı bütün kitaplarını şu iki bölümde toplayabiliriz:
I — Şiir kitapları,
1) Fani Teselliler, 1908
2) Temâsil (Sembolik Şiirler), 1913
3) Elhan-ı Vatan (Vatan Şiirleri), 1915, 1917
4) Mithat Paşa, 1915
5) Şâiri Azarım Açık Mektup, 1922
(Abdülhak Hamit’e yazılmış manzum
bir mektup)
II — Tiyatro eseri:
1) Payitahtın Kapısında, 1918
(Çanakkale harbi ile ilgili iki perdelik
manzum piyes)
2) Nedim ve Lâle Devri, 1950, 1970
(Beş perdelik manzum piyes)
Faik Âli’nin bu basılmış eserlerinden
başka henüz basılmamış Şehirler Şehriyarı
adında bir şiir kitabı daha vardır. Ayrıca
çeşitli dergilerde basılan nesir ve nazımları
da el’an derlenip bir eser haline getirilmemiştir
ki onlar da en az 3-5 cilt tutar.
Onun nazmına bir örnek olarak şu şiiri
veriyoruz:
Bitmiş veya bitmemiş bir senfoni
Bîr hakikat mi, yoksa rüya mı?
Cennet ettin bir anda dünyamı..
Ömrümün bitti, gitti âlâmı;
Bitmez asla bu aşkın ilhamı.
Beni âşüfte hâl eden gözler
Bütün ilhamımın semalarıdır;
Ezeli ruhun aşinalarıdır;
Ebediyet bakışlarında güler.
Kederim, şevkim ıztırabımsın;
Ruhum, ey ruhumun perisi her an
Yeni bir aşk alır temasından..
Sen günahım değil, sevabımsın.
İşte yarım asır boyunca kuvvetli kişiliği ve kalemi ile fikir ve san’at dünyamızda
böylesine değerli bir imza olarak
yer alan Faik Âli Ozansoy evvelce de
söylediğimiz gibi Sait Paşa’nın oğludur.
22 Mart 1292/1876’da Diyarbakır’da doğmuştur.
Bursa Maiyyet memuru olarak atıldığı göreve Bursa ve Balıkesir’in çeşitli kazalarında
Kaymakam Vekâleti, Burhaniye
Pazarköy (Orhaneli), Mudanya, Gebze ve Büyükada Kaymakamlıklarıyla devam etmiştir.
Bu arada 1908’de Pazarköy Kaymakamı
iken Bursa’da eski valilerden Mehmet
Haydar Paşa’nın kızı Mevhibe Hanımla
evlenmiştir. 3 erkek, 2 kız çocuğu vardır
ve hepsi hayattadır.
Müsteşarlıktan öğretmenliğe
1909’da Midilli Adası Mutasarrıflığına verilen Faik Âli üç sene bu görevde
kaldıktan sonra sırasıyla Üsküdar, Kütahya
ve Beyoğlu Mutasarrıflıklarıyla Dahiliye
Nezareti Teftiş Kurulu Müdürlüğü
(Başkanlığı)nda bulundu ve nihayet 1917’
de Diyarbakır Valisi, 1919’da da Dahiliye
Nezareti Müsteşarı olmuştur. Ancak kısa
bir süre sonra bu idarî görevlerden istifa
ederek ayrılmış ve çok sevdiği öğretmenlik
ve edebiyat dünyasına dönmüştür.
Kuvvetli Tiirkçesi kadar Farsça ve
Fransızca’ya da hakkıyla vakıf olduğu
için 1931 yılına kadar Mülkiye’de Fransızca,
Saint Benoit Fransız Kolejinde de
Türkçe - edebiyat okutmuştur.
1931’de emekli olduktan sonra ise
kendini tamamen edebiyata vermiştir. Bu
arada 1936-37 senelerinde Marmara adıyla
edebî bir dergi yayınlamıştır.
1933’den sonra yaz ayları hariç, bütün ömrünü Ankara’da geçiren Faik Âli
Ozansoy 1 Ekim 1950 gecesi sabaha karşı
1.20’de uzun yıllarını geçirdiği Yenişehir,
Konur sokaktaki Koral apartmanında
hayata gözlerini kapamıştır.
Cenazesi İstanbul’a nakledilerek resmî
bir törenle Zincirlikuyu'ya Abdülhak Hamit'in
yanına defnedilmiştir, ve orada el’an şairi azama yazdığı açık mektubun cevabını
bekler gibidir. Ve bir gazeliyle bugünün
gençliğine şöyle seslenmektedir:
GAZEL
Eskimez, eski bir lisânım var.
Zinde, tâbende bir zebânım var.
Yeni neslin yabancı olduğu bir
Başka, îcâz-eser beyânım var.
Bir evim yoksa yer yüzünde ne gam?
Kehkeşanlarda âşiyânım var.
Görünen kâinatın üstünde
Bana mahsus olan cihânım var.
Bu cihânın serir-i şi’rinde
Bir melek yüzlü yâr-ı canım var.
Bugün aynı soyun üçüncü bir nesli
Munis Faik Ozansoy gibi devlet idaresinin
en üst kademelerinde görev veren değerli
bir şair, edip ve idareci yıllardır babasının ve büyük babasının taşıdığı şeref bayrağını el'an zinde tutmakta, şiir ve tiyatro
gibi çeşitli edebî yazılarıyla fikir ve san’at
dünyamızda da yer almaktadır.
Rahmet olsun Faik Âlilere, rahmet
yağsın onları yaratan bu topraklara!..
Prof. Dr. BEDİ N. ŞEHSUVAROĞLU
Taha Toros Arşivi, 001584202010

ŞİİRLERİ