Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça daha yaşarken heykelleri dikilen, adına parklar sokaklar kurulan bir muazzam bilim adamı. Lakin tevazuu ve kibarlığından yerindibine geçiyor, söyleşiyi hem zorlukla hem 'şarkı hikâyeleri' üzerinden yapıyorum.
Eski hekimler, kendileriyle ilgili şakalar yaparken bazen şöyle derler:
"Bizim tıp fakültelerinden her şey çıkar. Eee tabii ara sıra da doktor çıkar." Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça da 1951'de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden başarıyla mezun bir "tababet adamı". Kadın doğum uzmanlarının duayeni ve dünya çapında otoritelerinden biri. Ama bir başka alanda da, Türk Musikisi'nde de duayen ve otorite.
AÇIK BÜFE
Eserleri, öğrencileri, sevgileri, tutkuları yani baştan bugüne hayatı; adeta dibi, ucu, bucağı olmayan bir umman gibi onun. Laf aramızda, Maçka'da, kendi adını taşıyan sokaktaki evinde yaptığımız sohbetin de keyfinin tarifi yok. Bilmek duymak isterseniz "hatıraların açık büfesi" var, buyurun.
- Hocam yapılır mı bu bana?
- Hayırdır Savaş Beyciğim bir kusurumuz mu oldu?
- Yaşarken heykeli dikilen, adı sokaklara, parklara, mahallelere verilen birisiniz.
- Öyle münasip gördüler, sağ olsunlar.
- Tıp alanında olsun, müzikte olsun yetiştirdiğiniz yüzlerce insan var...
- Estağfurullah.
- Yaptığınız şarkıların, saz eserlerinin, ilahilerin, aldığınız ödüllerin sayısı belirsiz.
- İltifat buyuruyorsunuz da; sizi gücendirecek ne yaptım?
- Gücendirmek ne kelime hocam? Tevazuunuz ve kibarlığınız karşısında kapıdan girdiğinizden beri yerin dibine geçmekle meşgulüm.
HEPSİ KIYMETLİ
Alaeddin Hoca'nın o kendine has zarif gülüşüyle şenlenen yüzünden yüz bulup esasa geçiyorum.
- Şarkıların hikayeleri üzerinden bir söyleşi lütfedin isterim hocam. Evlatlar arasında nasıl fark olmazsa, yine evlat sayılan bestelerinizi de ayırt edemezsiniz sanırım...
- Elbette mümkün değil bu. Her biri aynı kıymette benim için.
- Saygı duyarım elbette hocam. Ancak nasıl ki her şarkınızın bir güftesi, şiiri varsa bir de bilinmedik öyküsü vardır değil mi?
- Tabii ki var. Hepsinin ortaya çıkışı, Yüce Yaratan'ın bahşettiği ilham her birinde ayrıdır.
- İşte hocam ben de buradan yapalım ayırt etmeyi istiyorum. Hikayesi en derin iz bırakan şarkınızı öğrenmek isterim?
ELEM VE KEDER
Hoca bir an durgunlaşıyor. Bu hali durgunluktan da öte mahzunlaşma diyebiliriz. "Bilmeden bir bam teline teline bastım ama inşallah edepsizlik etmemişimdir dur bakalım" diyorum içimden. Bir süredir pencereden dışarı kilitlediği bakışlarını bana döndürüyor. Belli ki iri, elemli bir sır verecek. Belli ki ağır bir yara kanayacak yeniden. Hoca anlatacak, kabuk çatlayacak o yara açılacak.
BÜYÜK ŞAİRDİ
Ve anlattı:
- Faruk Nafiz Çamlıbel'i bilirsiniz. Gelmiş geçmiş şairlerin en büyüklerinden biridir Çamlıbel. Çok iyi, sevdiğim bir dostumdu o benim. Yaşı elbette benden ileriydi ama saygı dolu bir ahbaplık vardı aramızda. Bir gün muayenehaneme geldi. O zamanların çok meşhur ve yanına varmayı bırakın, randevu almak için bile ter dökülen bir genel cerrah hocamız vardı. Eşinin rahatsız olduğunu söyledi. O cerrah hocamıza göstermemiz için yardım talep etti.
AĞRISIZ VEDA
Hocayı iyi tanıyordum. Aradım, söyledim yanına çağırdı bizi. Hanımefendiyi muayene etti. Sonra beni yanına çağırdı ve teşhisini söyledi: "Alaeddin kardeşim, durum fena. Göğüsten başlamış tüm koltuk altını sarmış kanser. Mutlaka vücudun başka yerlerinde de metastaz yapmıştır. Bu hastayı hiçbir şekilde ameliyat etmek istemem. Hekim olarak yapacağımız ilaçlar verip ömrünün son demlerini mümkün olduğunca ağrısız geçirmesini sağlamaktan ibarettir." Ben yıkıldım duyunca. Nasıl söyleyeceğim ki bunu Faruk Nafiz Bey'e. Eşinin üzerine titreyen, ona delice sevdalı bir adam. Kırılgan, duygulu, şair bir adam. Nasıl derim, nasıl söylerim?
ACI TABLO
Hikayenin tam burasında gözlerine yaşlar doluveriyor Alaeddin Yavaşça'nın. Koca bir çınar yapraklarını döküyormuş gibi, gözünden yaşlarını döküyor hocamız da. Titreyen bir sesle devam ediyor anlatmasına: Ben o dev şairin koluna girip; "Gel biraz yürüyelim üstat' dedim. Bin dereden bin su getirir gibi anlatabildim acı tabloyu ona.
- Ne dedi peki?
- Hiçbir şey söylemedi. Çıt bile çıkarmadı gitti.
- Yıkıldı demek?
- Yıkıldı ama bir süre sonra hanımefendi vefat edince geldi esas yıkımı. Haftalar sonra yine geldi bana. Omuzları, avurtları çökmüş, gözleri kan çanağı bir halde geldi.
- Unutamıyor bir türlü?
- Mümkün mü? Cebinden katlanmış bir kâğıt çıkartıp açtı, uzattı. "Bunu yazdım. Bestelersen sevinirim" dedi ve yine çıktı gitti.
- Çok merak ettim hangi şarkınız hocam?
Hoca yine duruyor. Dalıyor ve neden sonra mırıldanıyor o meşhur şarkının muhteşem sözlerini: "Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok. Bir yer ki sevenler, sevilenlerden eser yok. Bezminde kadeh kırdığımız sevgililer yok. Bir yer ki sevenler ve sevilenlerden eser yok."
........
SAVAŞ AY
Takvim Gazetesi, 19.4.2008

ŞİİRLERİ