|
::::: DÜNYA HALLERİ :::::
|

BİR ARAŞTIRMA
Hertfordshire Üniversitesi'nden Dr. Richard Wiseman ve Bilim Yayma Derneği uzmanları, geçen eylül ayında internette gülme psikolojisi hakkında geniş kapsamlı bir anket başlattılar ve katılımcılardan en iyi buldukları espriyi sunmalarını, diğerlerinin önerdiği en iyi espriyi seçmelerini istediler. İngilterede 11 ulusa mensup 10 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bu araştırmada çeşitli milletlerin fıkralara verdiği farklı tepkiler de incelendi.
Deney sonunda sadece en iyi fıkra değil, insanların esprileri cinsiyet ve milliyetlerine göre nasıl değerlendirdiği de ortaya çıktı. Örneğin erkekler saldırgan fıkraları, kadınları cinsel olarak aşağılayan esprileri tercih ediyor. Kadınlar ise içinde kelime oyunları bulunan fıkralara daha çok gülüyor.
Fıkralara en fazla gülen millet ise Almanlar. Araştırmada oy veren 11 ulusun mensupları arasında Almanlar diğerlerine göre daha fazla sayıda fıkrayı komik bulmuş. Ancak Dr. Wiseman'ın değerlendirmesine göre fıkraları komik bulmak, insanın mizah duygusuna sahip olduğu anlamına gelmiyor. Almanlar'ın yüzde 35'i bir fıkrayı çok komik bulurken, aynı fıkraya İngilizler'in yüzde 30'u, Kanadalılar'ın ise yüzde 26'sı gülüyor. Almanların fıkralara bu kadar gülmesinin nedeni, hayatlarının monoton olmasına bağlanıyor. Çeşitli ulusların en çok güldüğü İngiliz esprileri şunlar:
FRANSIZLAR:
"Beyefendi, siz çok pahalı bir avukatsınız. Size 500 dolar versem, benim iki sorumu yanıtlar mısınız? "
"Tabii ki, ikinci sorunuz nedir? "
BELÇİKALILAR:
"Dünyada üç çeşit insan vardır. Sayı bilenler ve bilmeyenler."
İSVEÇLİLER:
Adamın biri hastaneye telefon açarak hemşireye telaş içinde bağırır:
"Çabuk yardım gönderin, karım doğuruyor. "
Hemşire sorar:"İlk çocuğu mudur? "
Adam cevap verir: "Hayır, ben kocasıyım."
Ve işte en çok gülünen fıkra:
Sherlock Holmes ve Dr. Watson birlikte kıra gider kamp kurarlar. Güzel bir yemek yiyip, bir şişe şarabı da içtikten sonra uykuya dalarlar. Birkaç saat sonda Holmes uyanır ve Watson'ı dürterek uyandırır. Watson uyku sersemidir.
"Ne oldu, ne istiyorsun? "
"Yukarı bak, ne gördüğünü söyle bana."
"Bunun için mi uyandırdın? Milyonlarca yıldız işte.
"Peki bu sana neyi gösteriyor?"
Artık uykusu iyice kaçan Dr. Watson feylezofça cevap verir:
"Teolojik olarak tanrının kudretini ve kendi acizliğimizi görüyorum. Felsefi olarak evrenin sonsuzluğunu ve onun karşısındaki önemsizliğimizi ; astronomik olarak galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin varlığını, dünyaya benzeyen başka gezegenlerde de hayat olabileceğini; meteorolojik olarak yarın havanın güzel olacağını görüyorum. Peki sana neyi gösteriyor? "
"Görmüyor musun ahmak, çadırımızı çalmışlar..."
Gönderen: Orhan Özefe
|
BİR SERVET ÖYKÜSÜ
Ülkenin yaşını başını almış ve en zengin işadamlarından biriyle yapılan röportajda, genç gazeteci çocuk soruyor:
"Efendim, bugünlere nasıl geldiğinizi, bu inanılmaz servetin öyküsünü bizimle paylaşmak ister misiniz?"Ve cevap geliyor:
"1928 yılıydı. 1. dünya savaşının acıları yeni yeni sarılıyordu. Elimdeki birkaç sentten başka hiç bir şeyim yoktu. Elimdeki 5 sent ancak 1 elma almama yetiyordu ve ben 1 tek elma aldım. Sabahtan akşama kadar elmayı sildim, pırıl pırıl oldu.
O elmayı gün sonunda tam 10 sente sattım. Sabahı zor etmiştim. Ertesi sabah, elimdeki 10 sentimle 2 elma aldım. Sabahtan akşama kadar o 2 elmanın her tarafını sildim, bir güzel parlattım ve gün sonunda ikisini, toplam 20 sente sattım.
Bu sistemle ay sonuna kadar devam ettim. 1 ay içerisinde tam 1.37 dolar kazanmıştım.
Ertesi ayın ilk haftası karımın amcası öldü ve bize 5 milyon dolar miras kaldı...."
|
İADESİ YOKMUŞ
Küçük Can arkadaşına dert yanıyordu :
- Bana bir kardeş geldi ama hiç beğenmedim.
- Söyle değiştirsinler.
- Olmaz artık... İki aydır kullanıyoruz...
Gönderen : Nebahat Akgül
|
ŞİMDİ OLMAZ..
65 yaşlarındaki bir bayan doğum yapmıştı. Hastaneden eve döndüğü gün eşi dostu ziyaretine gelmişti.Gelenler biraz sohbetten, hal hatır sorduktan sonra bebeği görmek istediler. Anne :
"Şimdi olmaz, belki birazdan!" dedi. Sohbet sürdü ve yarım saat kadar sonra misafirler tekrar bebeği görmek istediler. Anne, yine "Şimdi olmaz, belki biraz sonra'" diye yanıt verdi.
Sohbet 10 dakika kadar daha sürdükten sonra misafirlerden biri bu kez sabırsızlıkla:
"Bebeği şimdi görebilir miyiz?" diye sordu. Anne,
"Şimdi olmaz, bebek ağlayınca" diye cevap verince misafirler meraklı ve şaşkın:
"Neden ağlayınca?" diye sordular. Yaşlı anne, en doğal haliyle:
"Çünkü bebeği nereye koyduğumu unuttum!" diye mırıldandı!
Gönderen : Nebahat Akgül
|
İŞADAMI KAFASI
Zengin işadamı ofisinde çalışırken büyük oğlu telaşla içeri dalar:
- Baba... Kızma ama.. Bir kızı hamile bıraktım... Şimdi çenesini tutmak için benden 5 milyar istiyor.
Adam çek defterini çıkartır. Rakamı yazar.
Derken küçük oğlu da aynı kötü haberle çıkagelir:
- Baba... Hamile.. Susmak için 3 milyar...
Baba bu parayı da öder...
Biraz sonra ailenin biricik kızı içeri dalar:
- Baba...
Adam heyecanlı:
- İnşallah hamilesin!
- Maalesef baba...
Adam derin bir nefes alır:
- İşte bu harika... Nihayet para kazanma sırası bize geldi desene!..
Gönderen : Nebahat Akgül
|
HERKESI TANIYAN KADIN
Bir mahkeme salonu düşünün...Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar..kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır...
"- Bayan Jones.. Beni tanıyor musunuz?" Yaşlı teyze cevap verir:
"- Ah evet Bay Williams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum..siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız..Sürekli yalan söylüyorsunuz,karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konusuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak için herkesi satarsınız..."
Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olur.. Adam ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar:
"- Peki Bayan Williams,ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?"
Kadın yine cevaplar:
"- Elbette tanıyorum.. çocukluğunda ona dadılık yapmıştım.. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir.. etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor.."
Yine herkes şokta.. bütün salonu bir uğultu kaplar.. hakim kürsüye tak tak tak vurup herkesi susturur ve her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırır..Ve ikisine de eğilmelerini söylerek kulaklarına şunu fısıldar...
"- Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım.
Gönderen : Nebahat Akgül
|
İKİ SEBEP
Sabah, anne oğlunu uyandırmaya gelir :
"Oğlum, kalk artık, okula gitme zamanın geldi !"
"Anne, okula gitmek istemiyorum."
"Okula gitmemen için bana en az iki sebep gösterebilir misin?"
"Tabii, birincisi ; çocuklar beni cok sinirlendiriyor, ikincisi ; öğretmenlerin çoğundan hoşlanmıyorum.
"Bunlar sebep değil, kalk ve hazırlan bakalım."
"Peki Anne, sen benim okula gitmem için iki sebep söyleyebilir misin?"
"Bir ; 52 yaşındasın, İki ; Sen okulun müdürüsün..."
Gönderen : Nebahat Akgül
|
RAKI MI? SU MU?
Eski valilerden Fahrettin Kerim Gökay, tam bir içki düşmanıydı. Vermiş olduğu bir Yeşilay konferansında, eşşeklerin bile rakı içmeyeceğini anlatmak amacıyla bir ara dinleyicilere sordu:
- "İki kovadan birine su, diğerine rakı koyup bir eşeğin önüne koysak acaba hangisini içer?" Dinleyiciler hep bir ağızdan cevap verdi:
- "Suyu"
Gökay;
- "Peki neden?" dediği anda dinleyiciler arasındaki Neyzen Tevfik cevap verdi;
- "Neden olacak, eşekliğinden!.."
|
YANLIŞ ANLAMA
Çok karizmatik ve yakışıklı bir adam yanında bir deve kuşuyla bara girmiş, herkes şaşkın şaşkın adama bakarken adam bara yanaşmış:
"Barmen bana bi viski, ona da büyük bi bardak su..."
Barmen talepleri yerine getirmiş. Bi tek, iki tek, saatler ilerlemiş, adam:
"Hesap lütfen demiş. barmen hesap pusulasını uzatmış, adam elini cebine atmış, parayı çıkartmış, tam hesapla aynı.... ertesi gece adamımız geri gelmiş, yanında tabii deve kuşu da var.
"Barmen bana bi viski, ona da büyük bi bardak su... "
Barmen istediklerini vermiş, bi tek, iki tek, saat geç olmuş, adam hesabı istemiş. Barmen hesabı göstermiş, adamımız elini cebine atmış, çıkartmış, tam hesap miktarı.... barmen şaşkın ama nafile....
Bir kaç gece sonra adam deve kuşuyla beraber geri gelmiş, barmenin meraktan içi içini yiyormuş. Adam:
"Bana bi viski, ona da su ver "deyince barmen emre amade, yerine getirmiş. Gece ilerlemiş, adam hesabı istemiş, barmen bol küsuratlı saçma sapan bi miktarı hesap olarak adama vermiş, adam elini cebine atmış, çıkartmış, yine tam hesap. Barmen oynatmak üzere, dayanamamış:
"Beyefendi bir süredir barımıza gelip gidiyorsunuz, kusura bakmayın ama birşey sormak istiyorum, yoksa kafayı yiyeceğim; her gece cebinizden çıkan para hesapla kuruşu kuruşuna aynı oluyor, bunu nasıl başarıyorsunuz?" Adam gülümsemiş:
"Bir gün karşıma bir cin çıktı, üç dileğimi sordu; ilk olarak karizmatik ve yakışıklı bir tipim olmasını istedim, İkinci olarak ta ne almak istersem isteyeyim elimi cebime attığımda parası aynen cebimden çıksın istedim..
Barmen:"Peki kızmayın ama bu kuş neyin nesi? diye sorunca adam :
"Ah işte onu hiç sorma, son dileğim; beni hiç bırakmayacak uzun bacaklı bi piliçti, yanlış anladı şerefsiz !!!!" demiş.
|
ŞŞŞ ŞŞŞ ŞŞŞŞ...
Birisi kekeme olan iki dağcı bir dağa çıkıp zirvede kamp kurmaya karar vermişler...
Daha yolun yarısında kekeme olan diğerini dürtmüş
- Bi. bi. bi. bi.
Diğeri:
- Ya dur yorgunum zaten sonra söylersin demiş
Kekeme ısrarla:
- Bi bi bi bi bi bişe şşşş şşşş sölicem demiş, diğeri yine susturmuş.. Biraz sonra kekeme yine dürtmüş adamı :
- Çç..ççç.. çççaaaa.
Diğeri:
- Ya bi sus geldik zaten az kaldı demiş.
Neyse dağın tepesine çıkmışlar.
- Ne sölicen söle şimdi demiş adam
Kekeme :
- Çç..ççç.. çççaaaa... çadırı unuttum demiş..
Adam çok sinirlenmiş nasıl unutursun ya falan diye bağırmış. Ama çaresiz geri dönmek zorunda kalmışlar, başlamışlar tekrar inmeye.. İnerken yolda dürtmüş kekeme yine adamı :
- Bi. bi. bi. bi.
Diğeri :
- Ya dur sinirliyim zaten inince söylersin demiş
Kekeme ısrarla :
- Bi bi bi bi bi bişe şşşş şşşş sölicem demiş
Diğeri yine susturmuş..
Kekeme yine dürtmüş
- şşş şşş şşşş diye zorlamış...
Adam sinirli sinirli:
- Ya bi sus ya aşada sölersin bi sus ya demiş susturmuş,böylece aşağı inmişler.. Aşağı iner inmez adamın siniri geçmiş sormuş:
- Ne sölicen, de şimdi demiş
Kekeme :
- Şşş şşş şşşaaa şaka yaptım demiş.
|
HAMAMBÖCEKLERİ
Akıl hastanesinden iki deliyi salıvereceklermiş. Doktorlar kendi aralarında :
"Şunlara son bir test yapalım da görelim akılları başlarına gelmiş mi. " demişler. Bunun üzerine iki deliyi bir masa başına çağırmışlar. Masanın üzerine bir kavanoz dolusu siyah zeytin, bir kavanoz dolusu da canlı hamamböceği dökmüşler ve :
"Buyrun beyler, yiyiniz. " demişler. Delilerden bir tanesi hemen zeytinlere saldırmış, ötekisi araya girmiş:
"Önce kaçanları yiyelim, öbürleri nasıl olsa duruyor! "
Gönderen: Jinet
|
TEKNİK (!)
İngiliz, Alman ve Türk birlikte tren seyahati yapacaklar, bir Japon yolcunun oturduğu kompartmana girmişler. Derken aralarındaki muhabbet ilerlemiş ve karate konuşmalarına başlanmış. Japon kendinden gayet emin karate uzmanı olarak konuşmaları hep burnu havada yönetiyormuş. Derken bizimkiler onu dövebilecekleri konusunda iddiaya girmişler.
Önce Alman atlamış, "Bırakın, şu ufaklığı bir haklayayım!" Konpartmandan çıkmışlar. Pat, küt, pat sesler derken Alman ağzı burnu dağılmış olarak içeri girmiş. Arkasından küçük boyuyla Japon girmiş. "Nasıl yaptın bunu?" demişler, "Hoitonun Kotitosu" demiş Japon kullandığı tekniği kastederek...
Ardından İngiliz bu işi bitirmeye karar vermiş ve hışımla kalkıp Japon'u dışarı çağırmış, çıkmışlar. Dışarıdan yine pat küt pat sesler gelmiş. Derken İngiliz de ağzı burnu dağılmış olarak içeri girmiş. Japon' a sormuşlar, "Bu neydi peki?" Japon gayet sakin cevap vermiş, "Moitonun Kitorusu"
Derken bizim Türk istemeye istemeye ayağa kalkmış, sıranın kendisine geldiğini bildiği için yavaş adımlarla çıkmış dışarıya, arkasından da Japon... Yine pat küt pat sesler dışarıdan... Ve Japon diğerlerinin şaşkın bakışları arasında ağzı burnu dağılmış olarak içeri girmiş. Bizim Türk diğerlerine dönüp elindekini göstererek "Toyotanın Krikosu..." demiş.
|
SIRA SENDE
KGB karargahındaki telefon çalmış :
"Alo, Komşum Salamon bir devlet düşmanı. Odunluğunda deklare edilmemiş elmaslar saklıyor."
"Not edildi, merak etmeyin."
Ertesi gün KGB Salamon' un evini basmış. Ajanlar odunluğa dalmışlar. Tüm kütükleri parçalamışlar, içlerine bakmışlar. Bir tek elmas bile bulamamışlar. Salamon' a sövmüşler ve gitmişler. Akşam üzeri Salamon' un telefonu çalmış :
"Alo, ben Moşe.. KGB geldi mi?"
"Geldi, geldi..."
"Kışlık odunları kırdı mı?"
"Hepsini kırdı..."
"O zaman telefon etme sırası sende.. Sebze tarlamın ekim için çapalanması gerek.."
-----------
KOLKOLA
Hayvanat bahçesinde iki ahtapot kollarını birbirine sarmış, dolaşıyorlardı. Erkek ahtopot eğildi, hafif sesle dişi ahtapotun kulağına fısıldadı:
"Ne güzel bir gece, değil mi sevgilim? Mehtap, yıldızlar, sen, ben... Ve bu güzel gecede seninle ikimiz böyle kolkola, kolkola, kolkola, kolkola, kolkola dolaşıyoruz..."
|
ÖZÜRÜ KABAHATİNDEN BÜYÜK
Şehrin hayırsever vakıflarından birindeki çalışanlar şehrin en başarılı avukatından henüz herhangi bir bağış almamış olduklarını fark ettiler. Bağış toplama görevindeki kişi avukatı bağışta bulunması için ikna etmeye çalışıyordu :
"Araştırmalarımıza göre yıllık geliriniz en az 500 000 dolar, ancak bu güne kadar hiç bir hayır işine bir kuruş bağışta bulunmamışsınız. O paranın bir kısmını bir şekilde topluma iade etmek istemez miydiniz?"Avukat bir süre düşündü, sonra :
"Önce, araştımalarınız annemin uzun bir hastalıktan sonra ölmek üzere olduğunu ve hastane masraflarının onun yıllık gelirinin bir kaç kat üstünde olduğunu da gösterdi mi?"
Görevli utandı :"Şey, hayır.""Sonra, kardeşimin malul bir gazi, kör ve tekerlekli iskemleye mahkum olduğunu?"
Görevli utancından kıpkırmızı kesilmiş bir halde özür dilemeye çalışırken avukat onun sözünü kesti :
"Ya da kızkardeşimin kocasının bir trafik kazasında öldüğünü ve onu üç çocuğuyla beş parasız bıraktığını?"
Görevli yerin dibine geçmişti, sadece,"Hayır, hiç bir bilgim yoktu..."diye mırıldanabildi. Avukat bir kez daha onun sözünü keserek devam etti :
"Pekala, ben onlara zırnık para vermezken size niçin vereyim?"
|
VOSVOSU BİLİR MİSİN?
Adam otoyolda Porshe'nin tadını çıkartıyor, sol şeridi tutturmuş, önü açık gidiyor. Sağ şeritten bir Vosvos hızla yanından geçiyor, Vosvos' un şoförü pencereden kafasını çıkartıp Porshe şoförüne bağırıyor :
"Sen Vosvos' u bilir misin Vosvos' u?"vınlıyor Vosvos gidiyor. Porshe sahibi basıyor gaza, Vosvos ' u yakalayıp geçiveriyor. O sırada Vosvos şoförünede alaycı bir bakış atıyor. Otuz saniye sonra Vosvos yine sağ yan camda beliriyor ve hızla geçerken şoförü camdan bağırıyor :
"Sen Vosvos nasıldır biliyormusun?"Vınnnn! Vosvos Porshe'yi yine ekiyor! Porshe sahibi yine yakalıyor lakin Vosvos yine geçiyor ve çığlık atıyor:
"Vosvos nasıl Vosvos?"Porshe bu sefer iyice gazlıyor, tam Vosvos'u yakalayacak... Vosvos yoldan çıkıp bir ağaca bindiriyor. Allah'tan hava yastıkları çalışmış ölüm yok, adam sadece şokta, Porshe sahibi yanına yaklaşıyor:
"Kardeşim senin neyine Porshe ile yarışmak, bir de insanı tahrik ediyorsun her geçişinde"Sen Vosvos'u bilir misin"diye.
Vosvos'taki konuşur:
"Seni yarışa tahrik etmiyordum ki..."
"Ya ne yapıyordun?"
"Sen Vosvos'u biliyorsan freni nerede diye soracaktım!"
|
PİŞKİNLİĞİN BÖYLESİ
Genç çocuk, son model BMW'si ile yolda ilerlerken kırmızı ışıkta durur. Tam o sırada arkadan gelen bir kamyon büyük gürültü ile arabaya çarpar. İkisi de inerler bakarlar ki arabanın arkası haşat. Kamyonun şoförü gencin ayaklarına kapanır :
"Abicim sen beni affet. Ben 30 yıl çalışsam bunu ödeyemem. Sen şu kardeşini affet " der. Çocuk bakar ki adamın hakikaten hali vakti pek yerinde değil. Adamı affeder ve arabasına binip yoluna devam eder.
Çocuk iki, üç ışık sonra tekrar durur. Derken yine büyük bir gürültüyle arabasına arkadan çarparlar. Çocuk arabadan iner bir de bakar ki yine aynı kamyon şoförü arabasına vurmuştur. Ancak bu sefer şoför kamyondan dışarı çıkmadan sadece kafasını pencereden uzatır ve :
"Abi benim ben... Devam et!"
|
SINIRDA
Meksikalının biri bisikletle Amerika' dan ülkesine dönüyormuş. Elinde bir torba, ağır ağır sınır kapısına gelmiş. Kapıdaki gorevli, Meksikalının elindeki torbadan şüphelenmiş ve aramak istemiş. Torbayı açınca kum dolu olduğunu görmüş. Araştırmış karıştırmış ama kumdan başka bir şeye rastlayamamış ve Meksikalının geçmesine izin vermek zorunda kalmış.
Aradan iki hafta geçmeden aynı Meksikalı yine bisikletle ve elinde bir torbayla aynı sınır kapısından geçmek istemiş. Aynı görevli yine torbadan şüphelenip aramış ve yine kumdan başka bir şey bulamamış. 3 böyle 5 böyle... Her seferinde ayni şekilde geçen bu adamda hiç bir şey bulamamak görevliyi çıldırtıyormuş ama yapabileceği bir şey de yokmuş.
1 yıl sonra görevli emekli olmuş, bunu kutlamak için bir barda içki içerken, sınırda arayıp durduğu Meksikalının da aynı barda olduğunu görmüş. Hemem yanına gitmiş ve :
"Artık sana bir şey yapamam. Çok iyi biliyorum ki sınırdan bir şey kaçırıyordun. 1 yıldır içim içimi yiyor, lütfen bana ne kaçırdığını söyle"demiş.
Meksikalı kafasını hafifçe çevirip kayıtsızca mırıldanmış :
"Bisiklet..."
|
KARAGÜMRÜK'LÜ
Güzel bir bahar gününün sabahında İETT şöförü garaja gider, otobüsünü çalıştırır ve yola çıkar. Sorunsuz bir şekilde bir duraktan diğerine ilerler, yolcularını alır, indirir. Derken ; durağın birinde iriyarı, güçlü kuvvetli ve oldukça tehlikeli görünüşe sahip bir adam otobüse biner. Şöföre sert bir bakış fırlatır ve :
"Karagümrüklü bilet atmaz."diyerek arkadaki bir koltuğa geçer ve oturur.
Ertesi gün, ondan sonraki gün ve hergün aynı şey tekrar olur. Karagümrüklü, aynı sözlerle ve aynı sert bakışlarla bilet atmadan koltuğa geçip oturur. Bu durum otobüs şöföründe kompleks yaratmaya başlar. Hat değiştirme dilekçesi de red edilince son çare olarak bir jimnastik kursuna yazılır. Her akşam devam ettiği kursta ; Judo, karate, aikido ve benzeri tüm dövüş teknikleri konusunda ihtisas yapar.
Yazın sonlarına doğru, kendine güveni olan iyi bir dövüş ustası haline gelmiştir. Kursları bitirdiğinin ertesi günü tekrar otobüsüyle yola çıkar. Uzaktan Karagümrüklü'nün durakta beklediğini görür. Sinirini gizlemeye çalışırken, dişlerini gıcırdatarak otobüsün kapısını açar. Karagümrüklü otobüse biner, şöföre sert bir bakış fırlatır ve :
"Karagümrüklü bilet atmaz."diyerek ilerleyecekken tam o sırada sıkı bir kavgaya hazır olan şöför birden koluna yapışır :
"Neden atmıyormuşsun bakiim!??"diye sorar. Şoföre şaşkınlıkla bakan adam şöyle der :
"Çünkü Karagümrüklü'nün mavi kartı var..."
|
ENAYİ DEĞİLİM
Arabasını park edip lokantaya giren adam, çıktığında arabasını akordeona dönmüş bir halde bulur. Cam sileceğinin altında bir kağıt vardır. Kağıdı açtığında şu satırlarla karşılaşır:
"Ön vitesle geri vitesi şaşırıp arabanıza sert bir şekilde çarptım. Arabanızda gördüğünüz gibi büyük hasar var. Olayı gören kimseler de şu an, ben bu satırları yazarken çevremde toplanmış bulunuyorlar ve bu kağıda adımı ve adresimi yazdığımı sanıyorlar. Ne halin varsa gör, o kadar enayi değilim!..
|
NE İŞ YAPAR
Temizlikçi bir kadın dışardan ilkokul diploması almak için sınava girer.
Tabiat bilgisi soruları ve cevapları şöyle:
Soru: Mide ne iş yapar?
Cevap: Sindirim yapar, yediklerimizi öğütür.
Soru: Akciğer ne iş yapar?
Cevap: Solunum yapar, bizi yaşatır.
Soru: Kalp ne iş yapar?
Cevap: Dolaşım yapar.
Soru: Beyin ne iş yapar?
Cevap: Bizim apartmanda kapıcılık yapar.
Gönderen : Nebahat Akgül
|
MÜTHİŞ AVUKAT
Recai şehrin en gözde semtinde bir büro tutmuş, içini güzelce döşemiş, kapıya da AVUKAT RECAİ ŞAŞMAZ yazılı bir tabela asmış.
Yeni bürosunda ilk sabah otururken kapı çalınınca Recai sekreterine -kapıyı aç kızım demiş. Gelen adam odaya girdiği an Recai telefonu eline almış ve konuşmaya başlamış.
- O iş tamam beyim, zaten benim aldığım bir davada kötü bir netice çıkmaz, tabi…tabi hemen kurtarırız. Şabanı da ben kurtarmıştım, Mahir'i de. Siz hiç merak etmeyin Ankara'da çok tanıdık var…. Konuşma böyle bir kaç dakika devam ettikten sonra Recai telefonu kapatır ve adama döner:
- Ahh efendim, demiş, kusura bakmayın sizi beklettim. Ama görüyorsunuz işler çok yoğun. Sizin ne davanız vardı? Adam
- Hiiç, demiş benim davam felan yok, ben telefonu bağlamaya gelmiştim.”
|
KAPTAN BRAVO
Yıllar yıllar önce Kaptan Bravo adında bir denizci varmış... Bu deryalar hakimi öyle bir adammış ki, öyle yürekliymiş ki, düşmanlarıyla karşılaştığında en ufak bir korku ifadesi görülmezmiş yüzünde, duyulmazmış sesinde...
Günün birinde açık denizlerde yol alırken, gözcü seslenmiş direğin tepesinden, "heyyoooo, uzakta bir korsan gemisi göründüüüüüü...." Bunun üzerine tüm mürettebat dehşet içinde sağa sola koşuşturmaya başlamış. Kaptan Bravo sakin bir sesle yardımcısına seslenmiş:
"Bana kırmızı gömleğimi getirin." Yardımcı derhal kaptanın kırmızı gömleğini getirmiş... Bravo gömleği giyerken adamlarını savaş düzenine sokmuş ve korsanları yenmiş...
Daha sonra, gözcü bu kez bir değil, iki korsan gemisini tespit etmiş uzaklarda... Kaptan Bravo bu kez de kırmızı gömleğini istemiş ve yine korsanları duman etmiş. O akşam, bütün mürettebat güvertede oturmuş, o günkü zaferi konuşurken, adamlardan biri kaptana sormuş:
"Kaptanım, niye savaştan önce kırmızı gömleğinizi istiyorsunuz, çok merak ettik de, bağışlayın sormakla bir kusur ediyorsam..."
Bravo soruyu cevaplamış:
"Şundan istiyorum evladım... Eğer saldırı sırasında yaralanırsam kırmızı gömlek akan kanımı belli etmez, böylelikle siz de korkusuzca düşmanlarımıza direnmeyi sürdürürsünüz."
Ortalığı bir sessizlik kaplamış, sadece denizin şıpırtısı ve rüzgarın yelkenlere dokunuşu duyuluyormuş... Adamların yürekleri kaptanlarının cesaretine duydukları hayranlıkla güm be de güm atıyormuş...
Şafak sökerken gözcü bu kez bir değil, iki değil, ama tam ON korsan gemisinin yaklaşmakta olduğunu tespit etmiş. Mürettebat kutsayıcı bir sessizlikle kaptanlarına bakarak, onun o artık alışılagelen kırmızı gömlek talebinde bulunmasını beklemeye başlamışlar. Kaptan Bravo çelik gibi gözleriyle gemisine yaklaşan korsan filosuna bakmış, sonra korkusuzca adamlarına dönmüş ve sakin bir sesle bağırmış:
"Kahverengi pantolonumu getirin bana!"
Gönderen : Nebahat Akgül
|
YALAN
Yoğun devlet işlerinden bunalan Padişahın biri, 'Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın
vereceğim!' demiş.
Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana:
''Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü.''
Padişah,''Bunun neresi yalan?.. Kuş kartaldır, arslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabii!..''
''Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!..''
Padişah,''Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin
kafasındaysa, kral odur tabii!..''
''Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!''
Padişah,''Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer
bulamayıp yere inmiştir.''
Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş.
Ama bir gün bir adam gelmiş:
''Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!..
Gönderen : Nebahat Akgül
|
BİYOLOJI SINAVI
Biyoloji dersinden yapılacak sınav için sınıftaki herkes acayip çalışmış, notlar fotokopiler havada uçuşmuş. Daha sonra sınavın yapılacağı gün gitmişler bir de bakmışlar, ortada kağıt kalem yok sadece sıra sıra mikroskoplar. Hocada başlarında bekliyorken demiş ki:
"Bu mikroskaplarda lam'da bir böceğin bacağı var, sınavınız bacağından böceği tanımak"
Tabi hemen itirazlar ama fayda etmemiş, hoca dediği dedik. Öğrenciler mikroskopların başına geçmiş. Ama bir şey yapamıyorlar. En sonunda biri dayanamamış, kapıyı çarpıp çıkmış.
Hoca arkasından seslenmiş :
"Kimsin ulan sen, kapıyı çarpıp çıkıyorsun?" Kapı hafifçe aralanmış ve bir bacak uzanmış:
"Tanısana hadi lan tanısana kim olduğumu"
Gönderen : Nebahat Akgül
|
SALAK OĞLUM..
Çok cimri bir aile vardır. Bu ailenin bütün fertleri cimridir. Çocuk okuldan dönüşte otobüse binmeyip otobüsün peşinden koşar. Eve geldiğinde bunu babasına iftiharla anlatır.
- "Baba, ben bugün otobüse binmeyip otobüsün peşinden koştum. Böylece otobüse vereceğim para cebimde kalmış oldu" der.
Babasından yaptığı bu hareket sonucu iltifat beklemektedir fakat umduğunun tersini görür.
Babası çocuğa;
- Ulan salak oğlum! Otobüsün peşinden koşacağına taksinin peşinden koşsaydın ya, daha fazla para kalırdı cebinde"
Gönderen : Nebahat Akgül
|
İYİ VE KÖTÜ HABER
Ünlü ressam, son sergisinin ardından galeri sahibine sormuş:
"Ne dersiniz? Sergiden sonra eserlerime talep arttı mı?”
Galeri sahibi kafasını kaşıyarak "Aslında size bir iyi bir de kötü haberim var” demiş:
“İyi haber, bir beyefendi uğradı ve yaptığınız tabloların siz öldükten sonra daha da değer kazanıp kazanmayacağını sordu…
Ben "Kesinlikle kazanır" deyince 15 tablonuzun hepsini satın aldı..."
Ressam şaşırmış:
"İnanamıyorum, bu gerçekten harika bir haber, peki ya kötüsü?”
Galeri sahibi hemen yanıtlamış:
Resimleri alan beyefendi doktorunuzmuş…"
Gönderen : Nebahat Akgül
|
HIZ SINIRI
Amerikada 22 nolu karayolunda, devriye görevi yapan bir otoyol polisi arabasından yolu takip ederken, bir araba görmüş. Bu aracı radarla incelemiş ve minimum 50 km ile gidilmesi gereken yolda bu aracın tam 22 km/saat'le gittiğini farketmiş. Bu araba yolu tıkıyormuş. Ve aracı durdurup sürücüyü uyarmaya karar vermiş.
Aracın peşinden gidip aracı durdurmuş, bir de ne görsün. Aracı kullanan çok yaşlı bir teyze. Ve aracın arkasındaki koltuklarda da çok korkmuş 3 tane yaşlı teyze daha var.
Polisi görünce yaşlı sürücü: 'Polis bey çok mu hızlı gidiyordum?' diye endişe ile sormuş.
Polis demiş ki; 'Hanımefendi, hızlı değil, aksine çok yavaş gidiyorsunuz ve bütün otoyol trafiğini etkiliyor! Radardan gördüğüm kadarıyla 22 km hızla gidiyorsunuz.'
Yaşlı teyze: 'Ama, otoyolun girişinde 22 yazıyordu ve bende bu hızla uymak istedim!'
Polis: 'Teyzeciğim demiş, o 22 otoyolun numarası. Bu yolda min. 50 km hızla gitmelisiniz.'
Kadın, 'Tamam, bundan sonra hızlanacağım', demiş.
Polis tam kendi arabasına giderken, gözü yine arkada oturan, hiç konuşmayan ve çok korkmuş 3 yaşlı teyzeye kaymış. Ve sormaya karar vermiş sürücüye:
'Teyzeciğim bir şey sorabilir miyim? Bu arkada oturan kişilerin nesi var? Çok korkmuş gözüküyorlar, sanki dillerini yutmuşlar gibi!'
Kadın şöyle cevap vermiş:
Valla ben de anlamadım, 160 nolu karayolundan çıktığımızdan beri böyleler...
Gönderen : Nebahat Akgül
|
SAVUNMANIN ÖNEMİ
Avukat hırsızlıkla suçlanan müvekkilini yaratıcı bir savunma ile hapisten
kurtarmak istemektedir. Avukat yargıca hitaben:
- Müvekkilim, arabanın camından içeri sadece kolunu sokup çantayı almıştır. Müvekkilimin kolu, bizzat kendisi değildir. Sadece bir kol tarafından işlenen bir suç için niye bütün bir kişiyi cezalandırıyorsunuz?
Yargıç gülümseyerek:
- Peki o zaman aynı mantıkla gidiyorum ve müvekkilinizin kolunu 1 yıl hapse mahkum ediyorum. Müvekkiliniz isterse ona eşik edebilir...
Müvekkil gülümser. Avukatın yardımıyla müvekkilin takma kolunu çıkartıp masaya bırakırlar ve dönüp giderler...
Gönderen : Nebahat Akgül
|
BİRŞEYLER OLMALI..
Aşırı sinirli biri, havalimanında 'bavul kabul bankosu'ndaki ilgili memura etmediği
hakareti bırakmamış..
Müşterinin abartılı kabalığı karşısında, banko memuru sakin ve güleryüzlü bir
şekilde davranıyor, hiç cevap vermeden işine devam ediyormuş.. Adam işi bitip
gidince, bir arka sıradaki müşteri:
"Sizi tebrik ederim..!" demiş memura, "Hiç tahrike kapılmayıp nezaketinizi sürdürdünüz.
Ama bu kadarı da yanlış.. Yapabileceğiniz bir şeyler olmalı.."
"Olmaz olur mu, var efendim.." demiş, memur gülümseyerek, "Şerefsiz New York'a
gidiyor, bavulları Bangkok'a..!"
Gönderen : Nebahat Akgül
|
MAHO AĞA
Maho ağa, dağ, bayır gezerken bastığı yere dikkat etmez ve uçurumdan yuvarlanmaya başlar. Çizgi filmlerdeki gibi, uçurumun yarısında bir ağaç parçasına zor tutunur. Kendine gelince var gücü ile seslenir;
- Ula yoharida kisme yoh miiiii?.....sadece sesi yankılanmaktadır. Aradan biraz zaman geçer. Bir gayret daha;
- Ula yoharida kisme yoh miiiii?....Hiç ses soluk yoktur. Epey zaman geçer. Hava kararmaya, tutunduğu dal çatırdamaya başlamıştır. Zaten kolunda da mecal kalmamıştır. Son bir gayretle ve bağırmaktan kısılmış olan sesi ile:
- Ula, ula yoharida kisme yoh miiii?..... Derken, nereden geldiği belli olmayan, içinden mi, dışından mı bir ses duyar;
- Ben varım!... Gözleri parlamış ve azıcık can gelmiştir Maho ağaya; - Ula sen kimsin?
- Ben seni yaratan Allah'ınım.
- Bana bir çare Allahım ne olur. Allah;
- Saatlerdir orada sabırla ve isyan etmeden bekledin ey kulum. Bu sabrının mükafatı olarak senin bütün günahlarını affettim. Bırak elini ve gel cennetime! Maho ağa azıcık düşünür sonra var gucuyle bagirmaya devam eder :
- Ula başka kimse yohmiiiiiii?...
Gönderen : Nergis Uysal Demet
|
BİR ANNENİN PASTA TARİFİ
Fırını yakın.
Dolaptan bir kap, bir kaşık ile pastaya koyacağınız malzemeleri çıkarın.
Pasta kalıbını yağladıktan sonra cevizleri kırın.
Mutfak tezgahının üzerindeki yedi tane oyuncak otomobili ve onsekiz lego blokunu kaldırın.
İki fincan unu ölçün.
Ali'nin ellerini unun içinden çıkarın ve üzerindeki unları temizleyin. Un,şeker ve kakaoyu eleyin.
Süpürge ve faraşı alıp Ali'nin kırdığı kabın parçalarını yerden temizleyin. Başka bir kap alın.
Kapının ziline yanıt verin.
Mutfağa dönün.
Ali'nin ellerini kabın içinden çıkarın.
Ali'yi yıkayın.
Yumurtaları alın.
Telefona yanıt verin.
Geri dönün.
Yağlanmış kalıbı alın.
Kalıbın içindeki bir santim kalınlığındaki tuz tabakasını temizleyin.
Pasta kabına tuz döktükten sonra ortalıktan kaybolan Ali'yi arayın.
Mutfağa geri dönün ve Ali'yi yine tezgahın başında bulun.
Ellerini kabın içinden çıkarın, üzerindeki un, kakao vesaireyi temizleyin.
Yağlanmış kalıbı tekrar alın ve içinde bir sürü ceviz kabuğu bulun.
Kabın içindeki ceviz kabuklarının varlığını fark ettiğiniz an mutfaktan kaçarken pasta kabını tezgahtan yere düşüren Ali'nin peşine düşün. Yerleri temizleyin.
Tezgahı temizleyin.
Duvarları temizleyin.
Kabı kacağı yıkayın.
Pastacıya telefon edip, bir adet pasta sipariş edin.
Fırını kapatın ve bekleyin...
AFİYET OLSUN!!:)
Gönderen : Nebahat Akgül
|
BABAANNEM
Yetmiş sekiz yaşında, tonton bir babaannem var. Ne kadar modern olsa da gelişmiş teknolojiye ayak uydurmakta epey zorlanıyor. Buna en güzel örnek evimi aradığında telesekreterime bıraktığı not : "Babaannesi aradı dersiniz."
Babaannem tam bir laz kadınıdır. Her zaman elleri ve ayakları kınalıdır. "Bir kadın öldüğü zaman ellerinde nişan yoksa (tırnaklardaki kınayı kastediyor) zebaniler ellerini rendeleyecek" der. Babaanne vallahi Stephen King halt etmiş yani senin yanında..
Babaannem nişanlısından hamile kaldığını anlayana kadar karnındaki bebek dört aylık olmuş. Kilo almasına rağmen böyle bir şey hiç aklına gelmemiş çünkü "evlenmeden" hamile kalınmaz sanıyormuş.
Babaannem namazında niyazında bir kadındır. Ziyaretine gittiğimizde ev kalabalık da olsa hep televizyonlu odada namaz kılar. Alışmış olsa gerek, sesten falan hiç rahatsız olmaz. Bir gün o namaza durmuşken biz televizyon izliyorduk. Kanalları gezerken birden babaannemin ahenkli sesi dua ile karışık bir şekilde bizi dumurlara yelken açtırdı: "Velem yuleeedd....Kanalı değiştirmeeee... Velem yekunlehu... Ajans başlayacaaak...Kufuven ahad!"
Brezilya-Almanya final maçını izliyorduk. Brezilya'nın önemli bir atağını yavaş çekim gösteriyorlardı. Babaannemin söylediklerini aynen yazıyorum: "Bu oğlanlar da amma yavaş oynuyorlar. Bizim yavrularımız aslan gibiydi. Yine de elendiler." Canım babaannem seni çok seviyorum ama teknoloji işte, çocuklar ne yapsın.
İlkokuldayken Commodore 64 bilgisayarımla sık sık "Ghost'n Goblins" oyununu oynardım. Bu oyunda amaç, mezarlıkta dolaşırken dirilen ölüleri yeniden öldürmekti. Babaannem de ben oynarken izler, arkamda sürekli Fatiha suresini okurdu. "Babaanne onlar gavur, anlamazlar" deyince de sinirlenip terlikle kovalardı. Tonton babaannemi çok özlüyorum.
Babaannem 58 milyon vererek aldığım gözaltı kremimi ellerine sürüp bitirmiş..
İzmir'deyken televizyonda Ajda Pekkan'ı seyreden, birkaç gün sonra Ankara'ya döndüğünde televizyonda yine Ajda Pekkan'a rastlayan babaannemin yorumu: "Buraya da mı geldi bu zilli?! Nereye gitsem peşimde.."
|
YAŞGÜNÜ HEDİYELERİ
Üç yahudi genç kardeş kendi işlerini kurup zengin olmuş ve yaşgününde annelerine aldıkları hediyeleri birbirilerine anlatarak böbürleniyorlarmış.
Birincisi demiş ki: 'Ben anneme kocaman bir ev aldım.'
İkincisi: 'Ben bir Mercedes aldım ve bir de şoför tuttum.'
Üçüncüsü: 'Benim hediyem hepinizden güzel. Annemin Tevrat'ı okumayı ne kadar sevdiğini ve gözleri iyi görmediği için artık okuyamadığını biliyorsunuz. Ona bütün Tevrat'ı ezbere bilen büyük kahverengi bir papağan gönderdim. Onu eğitmek için 12 haham 12 yıl boyunca uğraşmış. Bu papağan için havraya 20 yıl boyunca her yıl 1 milyon dolar bağışlayacağım, ama buna değer. Annem sadece bölümün adını söyleyecek ve papağan ona ezbere okuyacak.'
Kısa bir süre sonra anneleri üçüne de birer teşekkür mektubu yazmış:
Birinciye: 'Milton,bu ev çok büyük.Bana tek bir odası yetiyor ama hepsini temizlemek zorunda kalıyorum.'
İkinciye: 'Marvin, yolculuk etmek için çok yaşlıyım, arabayı hiç kullanmıyorum ve şoför çok kaba.'
Üçüncüye: 'Canım Melvin'im, annesini mutlu etmeyi bilen tek evladım sensin. Tavuk çok lezzetliydi, teşekkür ederim!'
Gönderen : Nergis Uysal Demet
|
YAŞLI ADAM VE ÇOCUKLAR
Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.
Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak. Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir.
Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur ve :
"Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 1 dolar vereceğim" der.
Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle der :
"Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı, bundan böyle size sadece 50 sent verebilirim."
Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye. Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları.
"Bakın" der, "Henüz maaşımı alamadım bu yüzden size günde ancak 25 sent verebilirim, tamam mı?"
"Olanaksız bayım" der içlerinden biri, "Günde 25 sent için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz."
Gönderen : İnci Tun
|
DALKAVUKLAR..
Eskiden konaklarda dalkavuk bulundurmak adetmiş. Konağın birinde bir
gün Bey demiş ki:
- Bir dalkavuk alacağım, filan gün imtihan var, sağa sola haber salınız. Derken o gün gelmiş, kapının
önünde dalkavuk adayları sıra olmuş. İlki içeri alınmış. Bey sormuş:
- Sen dalkavuk musun?
- Evet efendim.
- Ama sen dalkavuğa hiç benzemiyorsun.
- Olur mu efendim? Ben filan Bey'in yanında şu kadar, fişmekan Bey'in yanında da bu kadar sene
dalkavuk olarak çalıştım. Bey:
- Olmadı, sen çık demiş. Derken ikinci, üçüncü..... adaylar gelmiş, konuşma hep aynı, cevaplar
hep aynı. Bey, dalkavuğunu bulamayacağını düşünmeye başlamış ki, içeri biri girmiş. Bey:
- Söyle bakalım sen dalkavuk musun?
- Evet efendim.
- Ama sen dalkavuğa hiç benzemiyorsun.
- Hayır, hiç benzemem efendim.
- Dur bakayım, biraz da benziyorsun galiba.
- Evet efendim. Ben biraz da dalkavuğa benzerim. Bey hemen dışarı haber salmış:
- Tamam ben dalkavuğumu buldum.
*******
Kral ördek avında.. Av uşakları çevredeki ördekleri kışkırtıp, kralın
önüne getiriyorlar. Sonunda hazret önünden geçen bir ördeğe ateş ediyor,
heyecanla dalkavuğuna soruyor:
- Nasıl? Vurdum mu? Vurdum mu? Dalkavuk:
- Majesteleri zavallı ördeğin hayatını bağışlamak alicenaplığında bulundular...
*******
Padişahın biri patlıcan yemeğini çok severmiş. Bir gün yemekte
- Şu patlıcan ne güzel sebzedir. demiş. Dalkavuğu hemen:
- Haklısınız Sultanım. Bu patlıcan öyle lezizdir ki, kırk çeşit yemeği olur, tatlısı
olur, turşusu olur, yemeğe doyamazsınız diye methiyeler düzmüş. Derken
birkaç gün sonra yemekte yine patlıcan varmış. Padişah da o gün tersinden
kalkmış
- Ne bu yahu, yine patlıcan, yine patlıcan. Bari bir şeye de benzese diye kükremiş.
Dalkavuk da ele almış:
- Yaa evet Sultanım. Zaten kara kuru bir şey, tadı yok, kekremsi, yemeği yemek
değil, tatlısı tatlı, turşusu turşu. Padişah da:
- Sana da bir şeyler oluyor. Daha iki gün önce patlıcanı öve öve bitiremedin. Bugün de
yerin dibine batırdın deyince, dalkavuk hemen atılmış:
- Aman Sultanım, ben sizin dalkavuğunuzum, patlıcanın değil...
*******
Bir filozof ile bir dalkavuk konuşuyormuş. Filozof ne derse dalkavuk onu tasdik ediyormuş
Nihayet sabrı tükenen filozof haykırmış:
- Birader, hiç olmazsa bir kez olsun dediğime itiraz et de iki kişi olduğumuzu anlayalım...
|
SİGARAYI BIRAKMAK
Sevgili günlük,
Bu sabah Hürriyet'in Kelebek ekinde sigarayı bırakmanın vücuda yaptığı olumlu etkileri
anlatan bir haber okudum. Bu tarz haberlerden oldum olası tiksinmeme rağmen nedense
coşup sigarayı bırakmaya karar verdim. Kararım kesin, sigarayı bırakıyorum. Bu kararımın
vücuduma etkilerini gösteren tabloyu başucuma astım. İçimin zehirden temizlenmesini
tabloya bakarak daha rahat hissedeceğim. Şimdi masanın üzerindeki dolu sigara paketini
buruşturup çöpe sallıyor ve sağlıklı gürbüz bir kişi olma yolundaki ilk adımımı atıyorum.
SEKİZİNCİ SAAT
Sevgili günlük,
Tabloya göre sigarayı bıraktıktan sekiz saat sonra tansiyon ve nabız normale dönüyormuş.
İnanır mısın, bunu hissediyorum sanırım. Tamam, tansiyon ve nabzımın bundan sekiz saat
önceki halinde de anormallik hissetmemiştim, ama normale dönmesi iyi bir şey herhalde.
Coşkumu paylaşmak için Teoman'ı aradım, sigarayı bırakmama "geçici Ubeyd Korbey
sendromu" adını taktı. "Oğlum" dedim, "bak tam sekiz saattir sigara içmiyorum, tansiyonum
ve nabzım cillop gibi oldu".
Bunu söyleyince kendi nabzının ve tansiyonunun da harika olduğunu
söyledi, meğer sekiz saattir uyuyormuş. Yavşak işte, ben ne diyorum o ne diyor. Yalnız laf
aramızda, kafama takıldı gerçekten, demek ki günde sekiz saat uyuyan bir sigara tiryakisinin
tansiyonu ve nabzı da günde bir kere normalleşiyor. E peki, tansiyon ve nabız günde üç kez
normale dönemeyeceğine göre benim kazancım ne bu işten? Demek ki, savaşı erken
bırakmayacaksın. Yoksa Teoman itinden ne farkım kalır? Onun tansiyonu da normal,
benimki de.. Neyse, bakıcaz...
ONUNCU SAAT
Sevgili günlük,
Sigarayı bırakırken başlangıcın çok zor geçtiğini duymuştum. Hiç de değilmiş. Az önce yemek
yedim, iştahım açılmış, yemeklerin tadını daha iyi aldım. Yıllardır ilk kez yemeğin üzerine sigara
içmeyeceğim.
ON BİRİNCİ SAAT
Acaba azaltarak mı bıraksam? Sadece yemeklerden sonra içsem mesela? Yok yok, dayanmam
lazım. Kuruyemişçiye gidip kabak çekirdeği alayım, oyalanırım.
ON ÜÇÜNCÜ SAAT
İki saattir aralıksız kabak çekirdeği yiyorum. Ve bir de yıldıran dejavu: "abi bu çekirdeğe elini
sürünce bırakamıyorsun."
ON DÖRDÜNCÜ SAAT
Kabak çekirdeğini bırakınca yemekten sonrakine benzer bir sigara içme isteği uyandı. Çöpe
attığım sigara paketini ararken telefon çaldı, Teoman'mış. "Sağlığında yeni düzelmeler var mı?"
diye sorup kahkaha attı.
Vay ayı vaaay, sigarayla mücadelemde başarısız olmamı bekliyor
demek ki. Bu beni sinirlendirmekten çok kamçıladı. Ulan Teoman, görüşürüz bakalım. İlk işim
sigara paketinin olduğu çöp torbasını evden atmak
ON YEDİNCİ SAAT
Sevgili günlük,
Kendimden utanıyorum. Az önce kapıdaki çöp torbasını geri almaya karar verdim, kapıcı
götürmüş. Kararsızım, sigarayı bırakanların sinirli olmaya başladığı ve kilo aldığı söyleniyor.
Şişman ve sinirli biri olup Hüseyin'e benzemeyeyim sakın?
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SAAT
Sevgili günlük,
Biliyor musun, sigarayı bıraktıktan 24 saat sonra kalp krizi riski yüzde 25 azalıyormuş. Fena
değil ha, ne dersin? Teoman'ı aradım az önce, sana en fazla 15 gün veriyorum dedi. Kalp krizi
riskinin azalmasından sözettim, güldü. Gül bakalım Teoman efendi, gül.. Gidip kabak çekirdeği
alayım.
İKİNCİ GÜN
Sevgili günlük,
Dün çok kötü geçti. Kuruyemişçiye gidip bir kilo kabak çekirdeği aldım. Gazeteleri çıkmadan
okusaydım keşke, Hıncal Uluç köşesinin yarısını "kabak çekirdeğinin cinsel güce katkıları"na
ayırmış. Allahım, ya kuruyemişçi de okumuşsa yazıyı? Ulan yüz gram al çık, bir kilo niye
alıyorsun? Bundansonra o dükkanın önünden geçemem.
ÜÇÜNCÜ GÜN
Sevgili günlük,
Çok güzel bir gündeyiz. Sigarayı bırakmamın üzerinden 72 saat geçti, yani sinir uçlarım
bugünden itibaren yenilenmeye başlıyor. Daha da güzeli, sevgilim geliyor. Bugün biraz sinirli
gibiyim, kızın yanında arıza yapmasam bari..
DÖRDÜNCÜ GÜN
Sevgili günlük,
Dün ne güzel başlamıştı hatırlarsın, ama korktuğum başıma geldi ve sevgilimle kavga ettim.
Her şey iyi başlamıştı halbuki. Bir ara dışarı çıktık, ben sosisli sandviç almak istedim, hanımefendi
karşı çıktı. Neymiş, yürüyerek yemek yenilmezmiş. Durduk yerde kavga çıktı.
Sonunda
dayanamayıp karşıdaki lokantaya gittim ve patlıcan musakka söyledim. Garson tabağı getirir
getirmez hatunun yanına koştum ve "yürüyerek yemek öyle yenmez böyle yenir" diyerek elimde
tabak yürümeye başladım. Bir yandan da musakkayı yemeye çalışıyorum. Kız kaçmaya başladı,
ben de peşinden koşuyorum. Bir ara ağzımdan köpükler çıktığını farkedince durakladım. Elimdeki
tabağı çöpe atıp eve döndüm. Sevgilimin telesekreterine not bıraktım, umarım arar.
BEŞİNCİ GÜN
Sevgili günlük,
Bu sabah İstikbal'den çek-yat gelecekti, öğlene kadar bekledim, ne gelen var ne giden. Birden sinirlerim
tepeme çıktı, elimde odunla beklemeye başladım. Hayır, niye sözünde durmuyorsun kardeşim? Sabah
dediysen sabah getir. Adamlar saat üçte geldiler, ben odunla kapıya çıkınca tedirgin olup kaçtılar. İstikbal'i
arayıp siparişi iptal ettim, Seray'ı var Mobella'sı var canım, banane yani...
ALTINCI GÜN
Sevgilim aradı, bana çok kızgın olduğunu söyleyip bir çuval zır zır yaptı. zaten ona moralim bozuk,
bir de Teoman gelip karşımda fosur fosur sigara imesin mi? Dumanı suratıma üflediğinde çaktırmamaya
çalışarak içime çekmeye çalıştım. Ulan özlemişim be...
YEDİNCİ GÜN
Kabul etmem gerekir ki bugün çok sinirliydim. Gevşemek için televizyonu açıp belgesel izlemeye
başladım. Discovery Channel'da Timsah Avcısı diye bir lavuk var, 10 dakika dayanamadım herife. Eline
biryılan almış, yılan çıtır çıtır ısırıyor, bu gevrek gevrek gülüyor. Neymiş, yılan zehirsizmiş.Ya arkadaşım,
zehirsiz diye ne bu yani? National Geographic'i açıyorum, zürafalar var, daha iyi. Ama zürafalardan,
Mary ve ailesi diye söz ediliyor. Allah belanızı versin hepinizin. Süt içip uyumaya karar veriyorum, süt
şişesinin üzerine "lütfen çalkalayınız" yazmışlar. Çal-ka-la-mı-yo-rum. Mecbur muyum lan sizin şişenizi
temizlemeye. Para almasını biliyorsunuz eşşoğlueşşekler sizi be!
Akşam arkadaşlarla bira içmeye gittik.
Bu insanlar ne kadar anlayışsız, var ya günlük, aklın oynar. Ulan zaten sigarasız bira içiyorum, beynim
sulanmış, hala üzerime geliyorlar. Masada ideolojik hadise çıktı, dışarı kadar uzadı. Tartışma sorun
değildi de "sigarayı bıraktığından beri kilo aldın lan" deyince dayanamayıp kafa attım Teoman'a.
Yapmasam iyiydi.
SEKİZİNCİ GÜN
Teoman arayıp bir daha benimle görüşmek istemediğini söyledi. Çok umurumdaydı lavuk. Gereken cevabı
verdim zaten. Bu arada, gazetede okudum yine. Sigarayı bırakmanın çeşitli yöntemlerinden bahsediyordu.
Azaltarak bırakma ve marka değiştirerek bırakma maddeleri ilgimi çekti. Acaba? Ama yok yok, bu kadar
dayandım, gerisini getirmek lazım.
DOKUZUNCU GÜN
Sevgili günlük,
Sana ne zamandır sevgili günlük diye seslenmediğimi farkettim. Oysa sen bu dünyada beni anlayan tek
varlıksın, tek dostumsun. Bugün ne oldu biliyormusun, sevgilim beni terketti. Alçak kadın, manyak-
laştığımısöyleyip ayrıldı benden. Bu arada kabak çekirdeğini de abarttım galiba, her tarafımda sivilce
çıktı.
ONUNCU GÜN
Sevgili günlük,
İki gün önce, sigarayı bırakmanın çeşitli yöntemlerinden sözetmiştim. Ben iki yöntemi birleştirip hem
marka değiştirdim hem de azalttım. Günde üç tane yemeklerden sonra Parliament içiyorum. O kadar
zaman sonra ilk içilen sigaranın bir güzel kafası var, şaşırırısın.
ON BİRİNCİ GÜN
Sevgili günlük,
Kendime bir iyilik yapıp sigarayı beşe çıkardım. Ha üç, ha beş. Eskiden günde bir paket içiyordum, şimdi
beş tane içiyorum. Yine kazançlıyım yani...
ON İKİNCİ GÜN
Sevgili günlük,
Bugün gazetede Amerika'da yapılan bir araştırmayla ilgili haber okudum. Habere göre günde 10 taneye
kadar sigaranın çok fazla zararı yokmuş. Üstelik sigaranın markasını değiştirmekten falan da
bahsedilmiyordu. Madem öyle günde 10 tane Camel içebilirim.
ON ÜÇÜNCÜ GÜN
Sevgili günlük,
Sevgilimi ve Teoman'ı arayıp özür diledim. Sevgilim, bir süre daha görüşmek istemediğini söyledi.
Ağzımdan köpükler çıkarken koşturduğum sahneyi unutamıyormuş. Haklı kız, bir şey söyleyemedim.
Teoman aramızda geçen hadiseyi sigaraya yordu, ona göre yavaş yavaş sigara içmeye başlayınca beynim
tekrar faaliyete geçmiş. Neyse barıştık ve yarın akşam buluşmaya karar verdik.
ON DÖRDÜNCÜ GÜN
Sevgili günlük,
Teoman'la ocakbaşına gittik. İçtiğim sigaraları saymadım. Teoman'ın da dediği gibi, sigaranın zararlarını
bilerek içiyorum, kime ne? Sana da soruyorum günlük, sana ne?
ON BEŞİNCİ GÜN
Sevgili günlük,
Püfür püfür içiyorum sigaraları. Bir de, "sigaraya tekrar başlayınca ne olur" tablosu yapmaya başladım.
Sevgilim de bir daha sigarayı bırakmayacağım sözünü verince geri döndü. Elveda günlük, bir daha
işim olmaz seninle...
|
|
|

|