::::: SİYASET :::::



HİTLER VE ESİRLER


Hitler üç esir yakalamış, İngiliz, Fransız ve bir Yahudi."Size soru soracağım, bilirseniz sizi bırakacağım" demiş.

Önce İngiliz'e sormuş:

"Titanik kaç yılında battı?"

İngiliz hemen cevap vermiş"1912"diye.

Hitler göndermiş İngiliz'i.

Sonra Fransız'a sormuş:

"Titanik'te kaç kişi öldü?"

Fransız cevap vermiş:

"1050".

"Tamam, sen de gidebilirsin"diye özgür bırakmış Fransızı da.

Ve son olarak Yahudi'ye dönmüş;

"Say lan ölenlerin isimlerini!"




AVRUPA BİRLİĞİNE GİRİYORUZ!


Avrupa Birligi Dışişleri Bakanlarının bir araya geldiği Meis Adası'nda, Verhaugen, bakanlara bir öneri sunar:

- "Sayın bakanlar, son aday ülkeler olan Romanya,Bulgaristan ve Türkiye Dışişleri Bakanlarına birer soru yöneltelim ve soruların cevaplarını bilen bakanların ülkelerini gelecek sene AB'ye alalım, ne dersiniz?"

Öneri kabul edilir ve Verhaugen ilk sorusunu Romanya Dışişleri Bakanı'na yöneltir:

- Sayın Bakan, Amerikalılar ilk atom bombasını kaç yılında kullandı lütfen söyler misiniz?

- 1945 yılında.

Romanya alkışlarla Birliğe kabul edilir ve ikinci soru Bulgaristan Dışişleri Bakanı'na yöneltilir:

- Sayın Bakan ilk atom bombası nereye atıldı, lütfen söyler misiniz?

- Hiroşima'ya atıldı.

Bulgaristan alkışlarla birliğe kabul edilir ve üçüncü soru Türkiye Dışişleri Bakanına yöneltilir.

- Siz de lütfen Hiroşima'da kaç kişi öldü, ölenlerin isimlerini ve adreslerini söyler misiniz?

Gönderen: Nergis Uysal Demet




İNEKLER VE SİSTEMLER


SOSYALİZM: İki ineğiniz varsa, birini komsuya verirsiniz.

KOMÜNİZM: İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır size süt verir. FAŞİZM: İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır size süt satar.

NAZİZM: İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır sizi kurşuna dizer.

TEOKRASİ: İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, siz süt duasına çıkarsınız.

BÜROKRASİ: İki ineğiniz varsa, devlet ikisini de alır, birini öldürür, sütü satar, kovayı da devirir.

DEMOKRASİ: İki ineğiniz varsa, ikisi de greve girer.




İNEKLER VE TÜRKİYE SENARYOLARI


SENARYO 1:

İki ineğiniz varsa ikisini de satar, parayı repoya yatırırsınız. Gelen faizle de supermarketten pastorize süt alırsınız...

SENARYO 2:

Devlet memurusunuzdur, haliyle ineğiniz yoktur... Hep inek alma hayaliyle çalışırsınız. Emekli ikramiyenizle, parasını repoya yatırmak üzere ineklerini satan birinin ineklerinden ancak birisini satın alabilirsiniz. İnek bir ay sonra ölür...

SENARYO 3:

Devlet memurusunuzdur, haliyle ineğiniz yoktur... Hep inek alma hayaliyle çalışırsınız. Emekli ikramiyenizle, parasını repoya yatırmak üzere ineklerini satan birinin ineklerinden ancak birisini alabilirsiniz. Siz ineğin sütünü satarak bi inek daha almak için yırtınırken, parasını ona katlayan reposever, süt çiftliği kurar. Ve ineğinizi yarı fiyatına satın almak ister. Siz satmazsınız. İneğinizi bir bacağından vurdurur. İneğinizden sosis yapar...

SENARYO 4:

Devlet memurusunuzdur, haliyle ineğiniz yoktur... Hep inek alma hayaliyle çalışırsınız. Emekli ikramiyenizle, parasını repoya yatırmak üzere ineklerini satan birinin ineklerinden ancak birisini satın alabilirsiniz. Siz ineğin sütünü satarak bi inek daha almak için yırtınırken, parasını ona katlayan reposever, süt çiftliği kurar. İneğinizi yarı fiyatına satın almak ister. Siz satmazsınız. İneğinizi bir bacağından vurdurur. Reha Muhtar sizi ve topal ineğinizi 3 gün birer saat haber yapar. Siz gazinolarda Kahtalı Mıçı ile şarkı söyler, köşe olur, kazandığınız paralarla inek alırsınız, topal inek de reposeverin boğasına kaçar...




HANGİSİ DOĞRU?


Önce dikkatlice bir okuyun bakalım:

GEORGE BUSH:

Türkiye bizim her zaman dostumuz
olan bir ülkedir. Hep onurlu ve bizimle eşit
olmak istemiştir, bunu biliyoruz. Çıkarlarımız
her şey demek değil. Dünya barışının sürekliliği
için Türkiye'yi de diğer yoksul ülkeleri de
dostça selamlıyoruz. Bu yolda tüm birikimimizi
kullanmak zorundayız. Türkiye bizim kö-
tü ve iyi günde müttefiğimizdir, bir nevi ai-
lemizdir.

SÜLEYMAN DEMİREL:

Koltuğumda biraz daha oturmak için
kimseden istekte bulunmam. Demokrasi için
ne gerekirse yaparım çünkü hırstan
arınmak zorundayız. Çağdaş uygarlık yolunda
coşmuş bir insanım. Bensiz bir Türkiye
de pekala güzel yönetilebilir. Bunun aksini
düşünemiyorum. Kendim için bir şey
istiyorsam namerdim. Tersi olsaydı derdim ki;
istiyorum, evet sürem uzatılsın!!

DEVLET BAHÇELİ:

Bizim amacımız bu yoksul halkın
şikayetlerini dinlemek ve çözmektir.Asla
şovenizm duygularını kabartmak
davası gütmeyiz. Kardeş kavgasını körüklemek
ve bu yolda kadrolaşmayı sağlamak-
tan kaçınırız. Hedefimiz umut aşılamak-
tır. Bize faşist diyerek saldıranların
haksızlık ettiklerini düşünüyoruz. Onların siyasal
hayatı bitecek.

BÜLENT ECEVİT:

Benim solcu bir politikacı olduğuma
kuşku duyulamaz. Yolumdan döndüğüme
hala inananlar varsa, onların akıllarına
hayret ederim. Her kesimden sabit fikirlilere
şaşarım. Aslolan her zaman ve her konuda
halkın isteğidir. Sağcılarin kıblesi ise hep
Amerika Birleşik Devletleri'dir. Ben de
halkım için varım ve tüm hizmetlerimle
onların bir memuru olmaktan
kıvançlıyım.

MESUT YILMAZ: Benim dürüst parti lideri imajım
herşeyden önemlidir. Ben başka liderler gibi
halkı kandırmak amacıyla tasarlanmış
oyunlara girmem. Bu benim icin sakınılacak
bir görünümdür. Ekonomiyle ve borsayla
görevim gerektiği kadar ilgiliyim. Halkımla
içli dışlıyım ve bu ilişkilerim sayesinde
toplumda değerli bir yerim var. Sanılmasın ki
yakın çevremi ihya ederim...

Şimdi de ilk satırdan başlayarak birer satır atlayarak okuyun.

Sizce hangisi daha akla yakın?




ZEKİ (!) BAŞKAN


5 yolcusu ile seyahat eden uçak düşmek üzereymiş ve maalesef uçakta sadece 4 paraşüt varmış.

1. yolcu; “Ben Shaquille O'Neill, NBA'in en kıymetli oyuncusuyum. Bana birşey olursa LA Lakers zor duruma düşer, benim yaşamam lazım”, demiş ve 1. paraşütü alıp atlamış.

2. yolcu ; “Ben Hillary Clinton, NY senatörü ve belki de geleceğin ilk Amerika kadın Başkan adayıyım, benim de yaşamam lazım” demiş ve 2. paraşütü alıp atlamış.

3. yolcu ; “Ben George W. Bush. Amerika Başkanıyım. Dünya üzerinde politik sorumluluklarım, bombalayacağım yerler var daha. Aynı zamanda Amerika tarihinin gelmiş geçmiş en zeki başkanının ölmesine izin vermezsiniz” deyip, paraşütü alıp atlamış.

Uçaktaki 4. yolcu olan Papa, son yolcu olan 10 yaşındaki çocuğun gözlerinin içine bakıp, “Evlat, ben yaşlı bir adamım, yaşayacağımı yaşadım, bu son paraşütü alıp atlamak senin hakkındır” deyince, çocuk Papa'ya bakarak ;

“Gerek yok amca geriye 2 paraşüt kaldı, şu Amerika’nın en zeki başkanı benim okul çantamı alıp atladı da...”demiş.




ÇÖZÜM


ABD devlet Başkanı ile bizim başkan ilk buluşmalarında birbirlerine hava atarlar. ABD başkanı bizimkine:

"Bizde öyle bir teknoloji var ki, ölüyü diriltiriz" der.

Bizimki altta kalmaz ve karşılık olarak:

"Bizde öyle bir teknoloji var ki, partimizin bütün üyelerine 100 metreyi 3 saniyede koşmayı öğretiyoruz" der.

Türkiye'ye döndüğünde bizim başkanı bir düşüncedir alır. Danışmanlarını çağırtır, attığı palavrayı anlatır ve ekler:

"Haftaya ABD başkanı buraya geliyor. Yalanımız ortaya çıkacak, acaba ne yapsak?" diye sorar. Danışmanlarından biri hemen yanıtlar:

"Onlara ölüyü nasıl dirilttiğini sordunuz mu?"

"Hayır sormadık"

"O halde hiç korkmayın başkanım, alın ABD başkanını Anıtkabir'e götürün. Atatürk'ü diriltmesini isteyin. Diriltemezse o rezil olur. Yok eğer diriltirse, siz zaten kaçacak delik arar, 100 metreyi 3 saniyede koşarsınızz!!!"

Gönderen: Nebahat Akgül




DİPLOMASİ


Adamın biri Afrika’da safariye çıkarken yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek; bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş. Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor. “Şimdi başım dertte” diye düşünmüş minik köpek.

Etrafına bakmış, yerde kemik parçaları görmüş. Hemen arkasını leoaparın geldiği yöne dönerek kemikleri yemeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş. Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmaya başlamış:

– Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mıdır?

Bunu duyan leopar bir anlık duraksamanın ardından en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış. “Tam zamanında kurtuldum, yoksa bu köpeğe yem olacaktım” diye düşünmüş.

Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş. Bildiklerini kullanarak leopardan kurtulacağını düşünmüş. Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna “Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” demiş.

Ancak, minik köpek sırtında maymunla yaklaşan leoparı görünce neler olduğunu anlamış. Ne yapacağını düşünürken kaçmaya teşebbüs etmemiş. Bunun yerine arkasını leopar ve maymunun geldiği yöne dönerek kemikleri yemeye devam etmiş ve kendi kendine şöyle demiş:

– Bu aptal maymunda nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok.

Kıssadan hisse:

Diplomasi böyle bir şey işte. Yapabiliyorsan; hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile yen!




AĞLAMA DUVARI


Kudüs'e atanan bir Amerikalı gazeteci, Ağlama Duvarı’nın önünden gelip geçerken, bir Musevi’nin her gün duvarın önünde diz çöküp dua ettiğini fark etmiş. Haftalarca aynı manzarayı görünce dayanamamış ve sonunda adamla bir röportaj yapmaya karar vermiş. Adamdan izin aldıktan sonra teybini açmış ve konuşmaya başlamış:

- İsminiz?

- David. Polonya Yahudisi’yim. 65 yaşındayım. Smalla'da bir manav dükkânım var. Evliyim. İki çocuğum Tel Aviv’de bir çiçek serasında çalışıyorlar.

- Sizi her gün burada, Ağlama Duvarı’nda, dua ederken görüyorum.

- Evet, her sabah dükkânımı açmadan önce buraya gelir, dünya barışı ve ulusların kardeşliği için dua ederim. Öğle tatilinde yine gelir; bu kez yeryüzündeki acıların ortadan kalkması ve bütün insanların refaha kavuşması için dilekte bulunurum. Akşam da eve dönmeden önce yine uğrar; bu kez iyi ve dürüst insanların esenliği için dua ederim. Cumartesi günlerimin tamamını da burada geçiririm, aynı şeyler için dua ederek.

- Çok güzel. Ne kadardır sürüyor bu?

- İsrail kurulup da buraya göç ettiğimden bu yana... Yani 40 yıldan fazla oldu.

Gazeteci etkilenmiştir. Duygulu bir ses tonuyla sorar:

- 40 yıldır burada dua ediyorsunuz. Bunca yıl sonra nasıl bir duygu var içinizde? Nasıl hissediyorsunuz?

Yaşlı Musevi; ümitsiz, bitkin ve üzgün bir ifadeyle duvara bakar ve kırgın bir ifadeyle cevap verir:

- Bilmiyorum. Sanki duvara konuşuyormuşum gibi bir duygu var içimde.




İZAHLI MİZAH


Muhalefet liderinin seçim başarısızlığı üzerine akla gelen bir Arnavut fıkrası:

Arnavut'un tuttuğu at, yarışta en arkaya düşmüş... Arnavut bakmış bakmış:

- Be hey mübarek, demiş, katmış önüne öteki hayvanları nasıl da koşturuyo bre!




ŞAYET


ABD li bir tiyatro yazarı, eserinin gala gecesine İngiliz devlet adamı Churchill'ide davet eder ve şu notu ekler:

-Davetiyelerden biri sizin için, diğeri de dostunuz için, şayet varsa!

Churchill'in yazara cevabı şöyle olur:

- Eserinizin ilk temsiline gelemeyeceğim. İkincisine gelmeye çalışırım. Şayet oynarsa!




HAYVANİSTANDA HAKARET DAVASI


Hayvanistanın orta boy ülkelerinden birinde hayvanlardan biri ülkenin başkanına "Et kafalı!" demiş. Hayvancağızı derhal yakalayıp, “Başkanın manevî şahsiyetine hakaretten” hakimin önüne çıkartıvermişler.

Hakim dosyayı inceledikten sonra kararı okumuş:

- Başkanımızın manevi şahsına hakaretten 2 yıl

Devlet sırrını ifşa etmekten 20 yıl

Toplam 22 yıl ağır hapis demiş.

Zavallı hayvancağız, şaşkın ve çaresiz yargıtaya başvurmuş. Yargıtay cezayı derhal 2 yıla indirmiş. Gerekçeli karar okunduğunda ise herkes sevinçten uçuyormuş. Çünkü başkanın “Et Kafalı” oluşu çoktaan devlet sırrı olmaktan çıkmışmış.

Kıssadan Hisse: Fabl’lar insanlara ders vermek, gözünü açmak amacıyla yazılan hikayelerdir.



İLMİ SİYASET


Eski günlerin birinde, çok meşhur bir hoca varmış. Bilgisiyle, tecrübesiyle, yetiştirdiği kişiler ile ülkede onu bilmeyen yokmuş. Yükselmek, büyük adam olmak isteyen herkes muhakkak bu meşhur hocaya gelip ondan ders alırmış. Onun ilminden yararlanırmış.

Devlet adamı olup büyük mevkilere gelmek isteyen bir genç köy delikanlısı bu hocanın ismini duymuş. Onun ilmninden faydalanmak, ondan ders alabilmek için köyünü terk etmiş. Düşmüş yollara. Aylar sonra hocaya ulaşmış.

'Hocam ne olur beni kabul edin. Beni yetiştirin' demiş. Hoca:

'İlmi diyanet mi, yoksa ilmi siyaset mi öğrenmek istersin' diye sormuş. Genç köylü: 'Bana ilmi diyanet öğretin hocam' demiş. Eğitim başlamış...

Aylar geçmiş. Genç köylü ilmi diyanet konusunda iyice yetişmiş, pişmiş. Hocası :

'Artık tamamsın. Şimdi de ilmi siyaset öğrenmek istermisin?' diye sormuş. Köylü:

'Hocam, ilmi diyanet bana yeter. Ben köyüme dönmek istiyorum' demiş.

Genç köyüne dönmüş. Akrabaları kendisini büyük bir ilgiyle karşılamış. Diyanet konusunda çok derin bilgi sahibi olduğu için, köyün camiine gidip hocanın vaazlerini dinlemek istemiş. Camiye gitmiş. Hocayı dinlemiş. Duyduklarına inanamamış. Hocanın söylediklerinden hiç memnun olmamış. Tam tersine, hocanın söylediği yanlış, uydurma şeyler nedeniyle sinirlenmiş. Bir ara kendini tutamayıp cemaatin içinden yüksek sesle bağırmaya başlamış:

'Söylediklerinin hepsi yanlış. Uydurma. Ne biçim hocasın. İnsanları kandırıyorsun' . İşte bu sözler üzerine camide bir sessizlik olmuş. Herkes dönüp bu cümlenin geldiği yere bakmış. Hoca da gence dönüp kaşlarını çatmış. İtibarı zedelenmesin diye bu sesi susturmak için hoca cemaate dönüp bağırmış:

'Ey cemaat, işte size bahsettiğim münafıklardan bir tanesi de burada, aramızda. Allaha inanmayan, camiye hakaret eden, hocaya baş kaldıran cehennemlik bir kafir içimizde oturuyor. Tutun onu. Gereken dersi verin. Atın dışarı' demiş...

Cemaat genci yakalamış. Tekme tokat ve küfürlerle caminin dışına atmışlar. Her yeri yara bere içinde kalan genç inliye inliye evine dönmüş.

Aradan birkaç hafta geçtikten sonra genç köylü karar vermiş. Meşhur hocaya geri gidip 'ilmi siyaset' öğrenmek gerektiğine inanmış. Yeniden yollara düşmüş. Meşhur hocaya ulaşmış:

'Hocam, ben geri geldim. Şimdi bana ilmi siyaset öğretmenizi istiyorum' demiş.

Aylar geçmiş. Gencin ilmi siyaset eğitimi tamamlanmış. Genç, hocasının elini öpüp köyüne geri dönmüş. Hemen eskiden dayak yediği camiye gitmiş. Aynı hoca duruyormuş. Eski tas, eski hamam. Aynı hoca yine kutsal kitabımızda olmayan uydurma şeyler söylüyor, cemaati yanıltan, kandıran ifadeler kullanıyormuş.

İlmi diyanet'ten sonra ilmi siyaset eğitimini de almış olan genç köylü, cemaat içinde ayağa kalkmış. Hoca kaşlarını yine çatıp gence bakmış. Cemaat kafalarını çevirip ayaktaki gence dönmüş. Sessizlik olmuş. Genç köylü yüksek sesle cemaate seslenmiş:

'Ey cemaat. Bu Hoca efedi çok doğru söylüyor. Bu Hoca efendi ne mübarek bir hocadır. Ne yüce bir hocadır. Ey cemaat, her kim ki bu hoca efendinin bir kılını kopara ve ala, o kişi hiç şüphe yoktur ki cennetin kapısını aralaya... '

İşte bu sözlerden sonra cemaat bir anda ayağa kalkıp, hoca efendinin üstüne çullanmış. Hocadan bir kıl koparmak isteyen onlarca insanın altında kalan hoca, bir daha o köyde hocalık yapamayacak hale gelmiş. Genç köylü de böylece ilmi siyasetin ne kadar güçlü bir silah olduğunu anlamış.




ARKADAŞINIZA GÖNDEREBİLİRSİNİZ :





ŞİİR PARKI