SEN ÖYLE BAKMA
Sen öyle bakma,
Kırışmış yüzüme, yorgun bedenime,
Ceviz pirinden kapkara olmuş ellerime.
Merak etme bu gövde daha çok yük çeker,
Dehre ile kavak çiperini çok ufaltır bu eller.
Hasret bazen mağlup eder beni,
O zaman
Avuçlarım açılınca semaya, rengim çıprık gibi aklaşır,
Yanık yüzüm dost mekanımda daha da nurlaşır.
Ben alışmışım
Topal Hafız'ın cırtlak ezan sesi ile sabahları uyanmaya,
Salavat getirerek sabah ayazında, buz gibi suda abdesimi alımaya.
Etrafımda,
Ne var sanki erkenden kalkacak diye; söylenecek ne bir gelin var,
Ne de
Soframda hiç sevmediğim türlü türlü kahvaltılıklar.
Yeter bana hafif çiselenmiş bir iki tandır ekmeği,
Bir de hafif göğermiş tulum peyniri.
Bu sene bir külek basmışım, sapsarı tereyağını
Gelinime inat her övün yiyeceğim gahırdaklı pıhpıh pilavını.
İhtiyat o ya
Belki ölürüm, belki derin kış olur diye
Sunguru'lu Münür'e mezarımı bile kazdırdım.
Üç beş tut tahtası , bir haral samanlı gazel hazırladım.
Sandıktaki bohçama,
Lifi, sabunu kefenimle, kafuruyu sardım.
Kırmızı kesede beşi bir yerdem var, onu veresiniz ki gelinime
Hacı babandan kalma zemzemi bolbol serpsin üzerime.
Heveslenme oğul,
Bu sene hiç bir yere getmiyecegim,
Oturup mekanında rahmetli babanı yad edeceğim.
Kokusu her kapı açışımda dolar gibi sanki evin içinde,
Paltosu askıda, goppiği hala iç cebinde,
İmamesiz kehribar tesbihi bile durur misafının üstünde.
Bıldır bu zamandı, pencerenin pervezına dayamıştı başını,
Huma kuşunu dinlerken tek tek dökmüştü gözyaşını,
Derin derin bir nefes çekmişti kacak tütününden,
Az kalsın boğuluyordu,
Sivinkteki kuşlar hep kaçmıştı öksürüğünün sesinden...
Faruk KÜÇÜKTAŞ
| | |