FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL’İN ARDINDAN

«Şâir! Sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın!..»

Ölümün acımasız rüzgârı sanat ağacımızın bir yaprağını daha düşürdü. Faruk Nafiz’imizi kaybettik.

«Başka san’at bilmeyiz, karşımızda dururken
Yazılmamış bir destan gibi Anadolu’muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun...Ayrılıyor yolumuz!»

diyen güçlü ses sustu. Evet, her birimiz için bilinmez bir zamana kadar şimdilik yollarımız ayrıldı! Genç öldü. Yaşı yetmişbeşti ama, dipdiri bir ruhu, taptaze bir hayat görüşü vardı. Yaş gününde kendisini kutladığımda o elden hiç bırakmadığı şakacı haliyle: «Aman sus demişti, aramızda kalsın!»

Heyecan, sevgi aydınlıklarla doluydu içi. Tam bir şair gibi. Kendinize bir soru sorun cevabını verin demiştim. Yarı sitem, yarı şakayla: «— Aman efendim, ne zor soru bu?» demişti. Israr edince kırmamıştı beni; cevabı da içinde olan şöyle bir soru sormuştu kendi kendine: «— Ey gönül ne zaman uslanacaksın!»

Nice yıllar daha uslanmasaydı, o sanat dehası her an başka bir ilham, başka bir renk, başka bir nurla parlasaydı: Ne olur!

Kendisini bir röportaj sebebiyle tanımak mutluluğuna ermiştim. O röportajı çok severim. Çünkü, kısa ama özlü dostluğumuzun sebebi olmuştu. Geçen hafta bir kart almıştım kendisinden, içten, nazik deyişlerle dolu. «Dinlenmek için çıktığım Akdeniz gezisinden selâmlar, sevgiler» diyordu.

Son zamanlarda onu sık sık yakalayan hastalığı o güçlü gövdesiyle yendi diye sevinmiş, döner dönmez onu arar, görüşürüz diye düşünmüştüm. Kısmet olmadı. Ölüm haberini televizyonda işittiğim zaman yüreğime bir bıçak saplandı, tıkandım kaldım. Sinsi bir baş ağrısıyla bütün gece uyuyamadım. Hayatı toz pembe gördüğüm öğrencilik yıllarımda acının böyle binbir yüzü olduğunu bilmezdim. İlk önce annemin ölümüyle öğrendim. Sonra, Faruk Nafiz. Benim efendi, tonton, gün yüzlü şairim!

«Kızım» derdi bana. Moral yükseltici sözlerle çalışmalarımı över, dostluğumuzdan duyduğu memnuniyeti her fırsatta belirtirdi. En son olarak birlikte bir yayınevi açmayı kararlaştırmıştık. Hatta uygun bir yer bile araştırıyorduk. Onun da aklına gelmemişti bu ani gidiş, bu apansız yolculuk..

«Düştüğüm yollar gibi sonsuzdur benim tasam,
Bekleyenim olsa da razıyım kavuşmasam...»

Hey gönül şairi, bekleyenin olmaz mıydı senin? Ailen, dostların ve ben Bekleyenlerinin çokluğu acaba o altın mısralarında olduğu gibi ruhunu avutuyor mu? Gerçekten, razı olur muydun buna? İçinde nasıl bir sızı vardı ki :

«Silmek istersem içimden ne zaman bir sızıyı
Açıyor koynunu kardeş gibi karşımda kıyı.»

mısralarında belirttiğin gibi denize yakın olmak, Akdeniz dalgalarının üstünde uyumak mı istedin? Denizle Konuşan Adam ne kederin vardı ki, bunu dağıtıp geriye dönemedin? Faruk Nafiz gitti ha?

«Tanrı'm, nasıl kesildi köpüren, taşan sular?
Dağlar mı yassılaştı? Ovalar mı delindi?
Neden çoşkun suların sesi gittikçe dindi?»

Ne kadar soğukkanlı olmaya çalışırsak çalışalım yaşamak bir masal, ölüm bir trajedi. İnsan, birşeylerle avunmak istiyor. Bir şairi o sonsuz yolculuğa uğurlarken acıyla dolup taşan yüreğimiz ister istemez bu avunuşu onun mısralarında arıyor. Buluyor da.. O ince, o aydınlık gönül, teselliyi bir dua kadar etkili sunuyor; böylelikle sanki kendini de güçlü ve umutlu kılmak istiyor:

«Yolcu, keder çekme ki bu diyâra düşenin
Yolunda otlar biter, mezarında çiçekler!»

«Adı destanlara geçmiş her eser sâhibine
Niçin ağlar ve yanarlar ölümünden sonra?»

«Bana ilhamım bahşet ki, İlâhi, bir gün
Seni bulsun sana takdime değer incilerim.
Ben, ne sultanlara şâir, ne de şâirlere şah;
Tanrılar Tanrısı’nın şâiri olmak dilerim.»

Tanrının Şairi.. Seninle son olarak röportaj yapan biri olmak istemezdim. O güzelim iyimserliğinle : «Yerin altında devam etmesidir bence ölüm, — Yerin üstünde görüp geçtiğimiz rüyanın.» deyişine rağmen böyle gerçeğe katlanmak çok zor! Üzgünüm. Ardından senin için birçok şeyler yazılacak, övgüler yapılacak. Lâyıksın. Tatlı tatlı «kızım» deyişlerin kulaklarımda çınlıyor. Niçin sen de kızını yetim bıraktın?

Huzurunda saygıyla eğilir, son söz olarak sana yine senin mısralarınla seslenebilirim içimden geçenlerin ifadesi olarak :

«Yaratır hilkat o fanileri, san’at yaşatır,
Şi're girmişler için yoktur ölüm dünyada!»

SABAHAT EMİR
Hisar, Aralık 1973
Taha Toros Arşivi, 001514456006

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI