RUBAİLER - II

Bir şey yapabildinse şu dünyada eğer Bir şey ki hatırlanmağa bir parça değer; Bir ses, bir çizgi, bir şiir, bir büyük aşk; Bunlarmış ölümsüzlüğün esrârı meğer. Kuldan iyi işler diliyorsun Tanrım Sen bizleri rânâ biliyorsun Tanrım Affın gazabından da büyüktür ki suçu Biz işliyoruz, sen siliyorsun, Tanrım. Tanrı'm! Bu ne? Yaprak dökümünden de beter! Gün geçmeyecek mi almadan gamlı haber?... Toptan sıra gelmiş gibi son yolculuğa Dostlar niye birden çekilip gitmedeler? Görkemli, dumanlı dağların ardından Bir atlı gelir döl nala, gelmişse zaman. Sırtındaki harmaniye gizler yüzünü, Her geçtiği an çalar saatler dan, dan!... Vâden, ne zaman, nerde gelir, bilmezsin. En ummadığın yerde gelir, bilmezsin. Hiç bilmeyişin ne mutlu, şükretmelisin; Vaktin daha çok! der de gelir, bilmezsin... Her şey gidiyor yolunda derken, bir gün, Bir devrim olur, Şâh'ı ederler sürgün! Yaşlar, kurular hepsi yanar bir yerde, Seyret kırılan dalları üzgün üzgün! Göz nûrunu işleyen bu ürkek eller, Kazmayla çekiç tutan şu erkek eller; Hem yurdu yapan, hem yaşatan güçlerimiz, Narin ve nasırlı, ey mübarek eller!... Camlar kırılır, mey dökülür, neş'e söner; Virân olası hâne'ye bîçâre döner.. Sâkî, sana geldik, bize bir yol göster, Son faslı devâm ettirecek sahne öner! Mest olmak için şarap gereksinmezken, Gönlüm kadeh oldu, bâde, sâkî hep ben; Defterde hesâbımız temiz, baksınlar, Can borcu hazır, Sâhibi isterse hemen! Bir zorlu geçit var dedi dostlar, bana ne! Güyâ sonu çok korkulu, çok dar, bana ne! Onlarla berâber geçelim isterdim; Zîrâ ne yüküm, ne kamburum var, bana ne!... Bir bir açılan perdelerin ardında, Hiç görmediğin bir yere tam vardın da Kalbinde (Siyah Nokta) yı aydınlatacak Bir nûra ulaştın ezelî yurdunda!.. Kalktım ki yataktan, yeni doğmuş gibiyim; Kalbimde ne korku varsa koğmuş gibiyim. Mevsimde midir, bende midir yoksa bu hâl? Rûhum da, vücûdum da hafif, kuş gibiyim. Kandilli'deyiz, sandalı ettik de siya; Allah'a şükür, usulca çektik kıyıya! Eyvah deme, üç çifte kayık yoksa dahi; Zâten onu kullanan da pek kalmadı ya! Bâzen uyanık, her şeyi güyâ görürüm; Bâzen de uyurmuş gibi rüyâ görürüm. Her sâniye, her dakîka ben, aynı değil, Bir başka gönül gözüyle dünyâ görürüm. Dağlarda zaman olur ki, bir ses kulağa, Bir yankı olup döner uzaktan uzağa; Bir ses ki bizimdir, içimizden duyarız, Ceylan gibi düşmezse gönüller tuzağa!.. İmanını boşla, çık dilersen dinden; Kurtulmanın imkânı mı var kendinden? Şeytan nefsindedir bütün ömrünce, Allah'a sığın o nefsinin şerrinden! Başlangıcı sarpsa bir yolun yılmamalı, Tırmanmayı öğrenmeli, ayrılmamalı! Her tırmanışın olmalıdır bir inişi; Güçlükleri, korkup, daha zor kılmamalı.. Hiç bilmediğin bir yola birden daldın, Çıkmazdı o dar sokak, şaşırdın kaldın. Korkuyla sarıldın kapının tokmağına; Her yerde açılmaz kapı, yanlış çaldın! Gerçek denilen, Zümrüdüanka gibidir; Dillerdeki efsânesi Leylâ gibidir. Bâzen duyulan gökte kanat sesleridir, Bâzen görülen sâdece rüyâ gibidir. Varsan düşünürsün, düşünürsen varsın! Ruhunla da tanrısal nedir, kavrarsın. Kendinde bulunca evren'in benzerini, Kimdir seni yoktan var eden, anlarsın. Dostlar bizi terk etti vefâsızmışlar! Bilmem ki niçin, neden küsüp kızmışlar? Şöhret denilen içkiyi birlikte tadıp Birkaç kadeh içtikti, hemen sızmışlar!.. Güller bile senden daha az nazikken, Bir mavi çelikten daha sertsin bâzen. Hiç kimseyi suçlamam ki... Bir Ustası var, Yapmış seni bir bulutla bir şimşekten! Kuşlar sürü halinde uzaklaşmadalar, Bir menzile varsak diye uğraşmadalar. Bilmem ki ne var şu dağların ardında? Gün battığı yerden uçarak aşmadılar... Hey hey diyerek şu dağdan aşsam diyorum, Aşsam da varıp dost'a ulaşsam diyorum. Ben şimdi doruktayım, iniş ürkütüyor; Bir başka geçit yok ki dolaşsam diyorum... Tanrı'm, şu tabiat ne güzel, rengârenk! Seslerle, ışıklarla güzellikler denk. "Bir bitmiyecek şevk verirken beste” Bir tel koparıp da kesme, sürsün âhenk!.. Bağrında duyarsın, kimi kez, bir yanışı; Bir kor düşürür sevgilerin her anışı. Çarpıntı ve baş dönmesi vermezse, yazık! Altmıştan sonra yılların tırmanışı! Yalnızca senin kokladığın pek nadir Bir ”bû-yı vefâ"dan söz edersin şair! Biz, almıyoruz nedir vefanın kokusu, Gerçek mi, senin hayal gücünden mi gelir Çalkantı kesilmiş, deniz ölgün, zevk yok; Üzgün gidiyor tekne, dümen yok, sevk yok! Çok fırtınalar geçti, liman karşısında, Lâkin bu girişte artık eski şevk yok! Perhiz bize çok güç geliyor, sen güç ver! İsteklere gem vurmak için yol göster Bizlerde bu hırs, bu çaresizlik varken, Mecnun gibi Leylâ! diye ağlatma, yeter! Gençlikte umutlar ve hayaller başka; Toz pembe ufuklar, basılan yer başka. Yaş bastı mı dizlerdeki derman azalır, Gözlerde de pembe gösteren fer, başka! Bir tek yaradan düzenlemişken bile biz, Evrende çelişkiler bulur söyleriz. Gönlünce düzen vereydi her kul yeniden, Her devri olurdu bir cehennemden iz! Küllü nefsin zâikatü'l-mevti III / 185 Âl-i İmran Sen tek yaradan, "Cenab-ı Hak'sın, biliriz. Her canlı için tek dayanaksın, biliriz. Ya Rabbi! gecinden, kolayından dilerim, Her nefse ölüm tattıracaksın, biliriz. Tanrım! neyi istedimse Sen'den, verdin. Dünyadaki nimetleri bir bir serdin. Cennetteki sofranda da ummakta gönül, Elbet bu kulun için de yer gösterdin! Sensin hep elimden tutan ey pirim sen! Sen tutmadığın zaman perişanım ben. Yâ Hazret—i Sultan Hacı Bayram-ı Velî Dünyada ve ahirette yardım senden! Kandilli'de birçok yalı var şahane Bir tanesi bilhassa şu sahilhane. Rıhtımda gezer köpekle bir eski sefir, Kır saçları rüzgârda, yürür rindane! Bahçemde havuz, hamam ve rıhtımda motor; Kandilli'de günler ne kadar hoş geçiyor. Bir öyle emeklilik nasip ettin ki, Tanrım! Sana şükranı edâ etmem zor! Varlıktaki her şey eserindir Tanrım! Sensin yaradan, işleyişinden tanırım. Birdenbire her şey bitiversin, olamaz. Elbet, düzeninde bir amaç var sanırım. Çepçevre ışık, umut ve dostluk yayınız, İnsanları bol bol sevip alkışlayınız. İsterse güzel bir düşü görmüş sayınız Dostlar, bizi rüyadan uyandırmayınız! Yaldızlı nasihatlere boş ver dostum! Sen kendini ömek diye göster dostum. Hiç kimse senin sözünle tartmaz ki seni; "Âyînesi iştir kişinin" der, dostum! Gençlik ne çabuk geçti deyip durmamalı; Yaşlanmadan ürküp, üzülüp korkmamalı! Gençlikte ne yaptınızdı, anlatsanız a! Lâkin gülecek hikâye uydurmamalı. Bir sel suyudur akan zaman geçmez ele; Sen, elde kalan şeyler için şükreyle! Evham ve kuruntuyla ömür sürme hele; Yok faydası korkunun, demişler, ecele! Sen diktin o burçlarda yanan meş'aleyi Aydınlattın o gün bu gündür kaleyi. Bin bir tuzağından geçerek nefsimizin, Aştık sen'in izlerinde son merhaleyi! İnsanda kusurlar, kötülükler çokmuş; Dünyada güven, huzur o yüzden yokmuş! Amenna, her hayır ve şer sen'dendir! Lâkin bizi hep bu hâle şeytan sokmuş! Geçmiş, gelecek bugün falan geçmededir; Hiç farkına varmadan zaman geçmededir. Günler daha gelmeden inan geçmededir, İnsan seçemez oldu zaman geçmededir. Dostluk ve vefa bugün birer boş sözdür; Geçmişten arta kalma bir hoş sözdür. Lâkin yine de sen, kendine saygın varsa, Söz verdiğin an tutmak için koş, sözdür. Uğraşmaya değmeyen ne işler yaptık; Hiç kimse beğenmemiş, ne var, biz yaptık Uslanmadı avare gönül aşkından Sen sanma ki tecrübeyle bir şey kaptık! Gençlik ne çabuk geçti yazık bilmiyorum. Geçmiş diyerek de yaş döküp silmiyorum. Her yaşta ve mevsimde güzellik bularak Artık gelecekten de pek irkilmiyorum. Kumsalda yıkılmış şatolar gibiyim. Rüzgârla sürüklenen gazeller gibiyim. Savrulmada ömrüm tutamam, çırpınırım; Ben bir savaşın hep yenilen galibiyim. Söylenmeyecek söz geliyor hep akla. Tanrım! Dilimi sen kötü sözden sakla! Sen bizleri kıl güvenli, sakin, mutlu; Sevginle bütün kalpleri doldurmakla! Bizden daha önce çok kuşaklar geçti Beyler, paşalar geçti, uşaklar geçti Harman sonu yaklaşmadadır bizlere de Bağlar bozulup bitti, başaklar geçti! Derlerse biraz duman biraz kül bu hayat Benzetme güzeldir, ama oldukça bayat Savrulursa da küller ve dumanlar dostum, Yansın ocağın, sen evi terk etme, dayat! Mor dağların ardında ışıklar soluyor Renkler silinip görüntüler kayboluyor Kervan geceden çıkar o son yolculuğa Ayrılma üzüntüsüyle gözler doluyor!

Fuat Bayramoğlu
( 1912 - 1996 )

Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi





ŞİİR PARKI