BARIŞ BIÇAKÇI

Bu notların adı, şairin adı. Çünkü onun bir kitabı yok. Otuz kadar kısa şiiriyle, adsız bir kitabın arkasına sığınmış. Belli ki üç genç, üst dost şair ortak bir kitap oluşturmuşlar şürleriyle. Kitabın adı yok demiştik ama üstünde vesikalık bir fotoğraf var. Orta yaşı geçmiş bir adam, sanırım herhangi bir adam. Şairlerin yaşam öyküsü de yok. Haklarında başka bilgi yok. Bir tek şiirler var. Okur olarak etkilenebileceğiniz her yan bilgi alanınız dışına çıkarılmış. Kitabın arkasında bir tümce var:

"Yalnızca 5000 liradır." Ön kapak içinde "Kendi Yayınımız. Ocak 94 Ankara" yazılı. Hüseyin Kıyar, Yavuz Sarıalioğlu, Barış Bıçakçı adları.

Bu çocuklarda, bu şiirlerini çırılçıplak ortaya koyma cesaretini gösteren çocuklarda çok iş var. Barış Bıçakçı'nın şiirleri en arkadakiler. Onları çok sevdim. Bu, her türlü şiddetin egemen olduğu dünyada, gençlerin dilinin medyanın diline ayarlandığı, nerdeyse her sözcüğün şiddet taşıdığı bir ortamda, bu şiirlerin getirdiği yumuşak güzelliğe insanların ne çok ihtiyacı var.

Adı da Barış olan bu adam ve arkadaşları, istiyorum ki bundan sonra da şiirler yazsınlar.

Şiirin adı "Aşk" onunla başlayalım:

Ben, hiç olmasam keman olurdum!
Titrek olurdum, içli olurdum...
Kentin en eski binasında,
tavanarasında,
camlı bir dolapta dururdum.
Senin için senin için.

Dünyadaki yerini seçmiş, biçimini seçmiş, sesini, tavrını seçmiş. Günü beğenmiyor. Geçmişe nostaljik bir yakınlık mı? Hiç değil. O, sevgilisince, eski bir binanın tavanarasında, camlı bir dolapta duran içli keman niteliğiyle kabul edilmesini istiyor. Aşka yakıştırdığı, seçtiği âşık kişiliği bu.

"Sevgilim" adlı ilk şiirde, üstelik artık ben / trenleri değil heykelleri seviyorum da dese, bu bir zorunlu kabullenişin, razı oluşun anlatımı. Çünkü o gitmeyi, ordan oraya gitmeyi hatta rüzgara takılan bir yaprak gibi gitmeyi istiyor. O cam dolapta keman gibi duran, o Eski bir iskemlede, pencerenin önünde/ dizlerime yapışık duruyor ellerim / bütün düğmeleri ilikli beyaz gömleğimin diyerek, bağımlı, bağlı durumunu bildiren biridir ama, bunu isteyen biri olmadığını da öteki şiirlerinden anlıyorum. "Serseri Bir Islık İçin Şarkı'da diyor ki:

Evet anlıyorum, bir yolcu yerde başka, yolda başka!
Örneğin yerde korkak yolda başka.
Yerde yenik, yolda başka.
Yerde ölü, yolda başka..

"Gitmeden Önce" şiirinde ise, ... Beni son gördüğünüzde düşen bir yapraktım. / Gri, uçarı ve kederli, / Her şeyden çok rüzgâra inandım: Söyleyecek başka sözüm yok! / Bir yaprak ancak rüzgârda mutludur. / Yokluğum armağan size ..

Barış'ın rüzgâra inanmasını, rüzgârla mutlu olmasını anlıyorum. Elbette, genç bir insan için özgürlük, yalnız özgürlük gerekiyor. Biraz da serseri yaşama olanağı istiyor. Öyle kendiliğinden bir yaşam. Mehmet Yaşın'ın deyişiyle oradan oraya, oradan oraya.

Usluluk, tutsaklık duygusu veriyor genç ozana. Yokluğum armağan size'deki serzenişi görmemek olası mı? Bunalan kişi çünkü, aranan kişi değil kurtulunmak istenen kişi olabiliyor.

Şiirlerdeki yalınlık, ince eğlenti belki Orhan Veli'den beri var ama sonrakiler bu yalnızlığın ardını oya oya derinleştirdiler. Bir Ülkü Tamer, bir Sunay Akın çıktı. Şiiri yalın, çocuksu anlatımlar içinde, doğadaki, insan duygularındaki lirizmle büyüten. Kıvrak, keyifli. Bir o kadar da içli. Barış'ın şiirleri, bana, ondan öncekilerin güzelliklerini de ansıtıyor.

KIRLARDA SONBAHAR

Uzakların düz çizgisi, kuru otların sesi.
Ah yolculuk, şiddetli genişlik
ve her yöne gidebilirim.
Bunu çok geç anladım, kuşlar geçti yanımdan
bazı mevsimler, çok geç anladım

Önüm arkam ölüm ..

Onu gitmelere, yolculuklara içten itenin ne olduğu açık: Ölüm vardı, ölüm olacak. Her yöne durmadan uçmak, gitmek kuşlara özgüdür. Onlar için doğaldır. Ama şair insandır. İnsan için doğal olan, belli bir yöne yürümektir. Yoksa, her yöne uçmak değil. Ona öyle belletilmiştir. Kuş doğasındakinin insan kültürüne yansıması pek olası değil. Buna karşın toplumsal baskılar, çevre baskıları, hazır kalıpsal düşünceler olmasa, yaşam, insan için de kuşlarınkine benzeyebilir diyor, Banş. Onu kendi başına anlayıncaya kadar zaman geçmiştir. Gecikmiştir. Artık bağlıdır.

Şu altı dizelik şiirdeki anlatıma bakın. İnsanın trajiği ne güzel verilmiş. Doğrusu, kitabın tümünü bu notlar içine almak isterdim. Kitabın tümünü alamayacağım ama, hiç değilse bol örnek vermeliyiın diye düşünüyorum.

FRİŞKA

Artık gidemem buradan, bu şehirden.
Eşyalar ve ben öyle ağırız ki
hiç kıpırdamıyoruz yerimizden.
Önceleri hafifti her şey, ağırlaştırdı zaman.
Geçen zaman.

Her şiirde bir parça daha derinleştirilen izlek aynı. Gerekli olan, istenen, bir yaprak gibi, rüzgâr içinde, gitmek. Kuşlar gibi özgür her yana uçmak. Ama bu bir istek bir düş olarak kalıyor. İnsan ne kuş ne yaprak. Kentlere evlere ve eşyalara bağımlı. Giderek daha daha ..

Bir gün artık düş bile kurulamayacağını anlıyor, özgürlük üstüne. Eşyaların, evlerin, kentlerin kısaca tüm yaşamın insana yüklediği ağırlık onu tutsak ediyor.

BU ŞEHİR BU KAPI ARALIĞI

Burada kalalım, bu kapı aralığında.
Yazlar sıcak ve kurak
kışlarımız göğsümüze işleyecek denli kıvrak!
Burada kalalım, kapı aralığında.
Soğuk havaları önemseme, sessizliği de!

Bağırabiliriz düşerken
ve yükselirken, susabiliriz kabaran bir sevinçle.

Ne denli yeni, özgün imgelerle çalışılmış. Ve ardında ne çok şey var. Şiir budur. Az sözcükle, yalın gibi duran bir anlatımla, ardındaki genişliği ve daha çok derinliği sezdirmek. Kafka gibi, durumuyla, kendiyle ince eğlenti (humor) kara mizah. Kapı aralığı, kalınan kent için düşülen bir mecaz. Kimin aklına gelir, has bir ozandan başka. Ne dışarı ne içeri. Çünkü kararsızlık içindedir özne. Girip yerleşmek istememekte, çıkıp gidememektedir. Üstelik bu kapı aralığında iklim hiç ama hiç elverişli değil. Okullarda ezberletilen iklim koşullanın anımsatan bir dize: Yazlar sıcak ve kurak.

Kışlar mı? Hareketi taşıyan onlar işte. Yaz için yazlar sözünü kullanırken, kış için kışlarımız diyor. Bikez daha mizahı kullanarak. Aslolan kışlardır. Eyledikleri vardır çünkü. Göğsümüze işleyecek denli kıvrak! oldukları için. Soğuk kışlarla, sıcak kurak yazlarla, kentin dayattığı umutsuzluk içinde, havaları da sessizliği de o kadar önemsememeli. Kapı aralığı gibi düşünülen bu kent çünkü, kimsenin elinden, düşmesini ya da yükselmesini almıyor. Üstelik, düşerken bağırılabilir, yükselirken susulabilir. İşte size bağışlanan. Bağırabilmek ve sevinçle susabilmek.

Oysa, düşerken bağırmanın da bir anlamı yok, yükselirken sevinçle susabilmenin de. Üstelik sevinç ile susma nasıl bir araya gelebilir?

Şimdiye değin, her şiirde biraz daha derinleştirilerek çizilen kişilik "itiraf' şiiriyle adlandırılıyor: Dünyaya ayak uyduramamış biri. O biri, öteki "ayak uyduramamışlar"la bir araya gelir. Ayrıksı olmanın verdiği bir kendini beğenmişlik de alttan alta akar bu şiirde.

İTİRAF

Şiirden, heykellerden, aşktan söz ediyoruz
Ve dünyaya ayak uyduramamış biri olarak kendimizden.
"Hiç kimseye benzemiyoruz, hep dışarda kalıyoruz
işte kocaman burnumuz:
mutsuzluğumuz" diyorum, coşkuyla alkışlıyor dostlarım beni
nasıl da çok seviyoruz sözcükleri!
Anlatacak şeyimiz kalmadığında, sonunda sustuğumuzda,
saklanmaya çalışırken ışığa yakalanan
iğrenç bir hayvanın gözlerine benziyor
gözlerimiz, gözleriniz, gözleri...



"Resimler" şiiri, büyüklerin "mutlu olun" sözcüklerinin boş bir masal sözü olduğunu, çocukların bu şiddet, savaş, toplama kampları dünyasında mutlu olamayacağını, çünkü masalların da, ansiklopedilerin de, yazılı geçmişin de mutlu olmayı engellediğini anlatıyor.

Çünkü çocuklar o kendilerine anlatılanla, gösterilenle özdeşleşir. ... Ansiklopedilerde merakla baktığımız resimler: İçine suçluların atıldığı bir iğneli fıçı, / dev kanatlı kuşlara dönüşen dinazorlar, / iki akrebin ölümcül savaşı, toplama kampları,/ havada yanan bir zeplin, okyanusa açılan Titanik / biz ona limandan el sallıyorduk. / Başka biri: olamıyorduk!

Resimlerle özdeşleme, biz ona limandan el sallıyorduk ile belirtilir. Ve sonuç bildirilir: Başka biri: olamıyorduk!



ve denizini kıyıya vurmuş bir dalga gibi önümde..

"Kadın" adlı şiirini böyle bitiriyor Barış. Yıllar önce Behçet Necatigil ile bir konuşmamızı hatırlıyorum. Benim bir dizemi çok beğenmiş tüm ciddiyetiyle şakalaşmıştı. "Bu dizeyi bana verin, şiirlerim sizin olsun". Ben o kadar cömert değilim ama, yukardaki dizeye tutulduğumu da saklayamam.

Bu Barış birazcık ters bir ozan. "Siyah" kavramı "keder" kavramı ile uyumludur biliriz. Onun "Kararan Gümüş Kederi" şiirinde Tam kalbime göre keder!'in ardındaki dize şu: siyah, oyunu terk eder. Bir başka şiirinde de benzer tersliği görüyoruz: durgun bir yaz gününün / aralarına çizdiği masum çizgiyi / hızla uçuruma dönüştürüyor aşk.

"Kararan Gümüş Kederi" adlı şiirde de o tek izlek, çocukluğun, ilk gençliğin gitme, uçma düşleri. Sonra, pencerenin önünde bir koltuk, şimdi ... İçe kapanmak .. ve keder. Neden? diye sormanıza gerek yok. Şiirin dördüncü dizesi bunu açıklıyor:

"Kaçsam, yine de sever mi beni annem" telaşı.

Yazının sonunu bu şiirle bağlamak istiyorum:

KARARAN GÜMÜŞ KEDERİ

Coğrafya tutkusu eskiden, dünya haritası
yük vagonları ve uzun kışkırtıcı cümleleri rayların.
Uçma tasarıları, mühendislik bilgisi, rüzgâr.
"Kaçsam, yine de sever mi beni annem" telâşı.

Bitti; pencerenin önünde bir koltuk şimdi
Ve hızla unutmak, içe kapanmak
Tam kalbime göre bir keder!

Siyah oyunu terk eder.

GÜLTEN AKIN
Şiir Üzerine Notlar

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI