Çözümleme:
Şiir metnine yatay bakınca bir köprü görüyoruz. Dörtlükler köprünün gövdesi, ikilikler de altından suların aktığı kemerleri (gözleri).
Şiir, dört dörtlük ve dört de ikilikten (nakarat) oluşuyor. Dörtlükler (10-4-6-10) hece ölçüsüyle yazılmış, ikilikler de 7 heceli (heptasyllabe).
Noktalama yok, suyun akışı gibi.
Şiir metni, değişik anlamlar verilebilecek soyut bir metin (équivoque). Eylemler dilek kipinde kullanılmış (subjonctif). Bir duyguyu ya da bir düşünceyi benimsetme (imposer) amacı yok. Daha çok bir düşünceye dalma (méditation) var. Şair, yitik sevgilisini, köprüden gelip geçtikleri günleri, orada durup Seine nehrini seyre daldıkları zamanları düşünüyor. Bunları ona Mirabeau Köprüsü düşündürtüyor (anımsatıyor). Ama "aşklarımız" diyerek herkesin kendi aşkını düşlemesine de bir pencere açıyor. Ayrıca "köprü" birleştirici bir öge olarak kullanılıyor ve geçen zaman karşısındaki çaresizliğin tek avuntusu, tek dayanağı olarak betimleniyor…
Şiirdeki temel eğretileme (methaphore), eylemsizlik ve geçen zaman arasındaki karşıtlık (bakışımsızlık) üzerine kurulmuş. Köprünün duruşu ile şairin eylemsizliği / yalnızlığı; köprünün altından suların akışı ile hayatın / zamanın akışı özdeşleştirilmiş.
Su, aynı zamanda lirizmi sağlamak için, zamandan kaçışın bir elemanı olarak da kullanılmış ve Seine’de simgeleşmiş. Zamandan kaçışla yitik sevgili arasında da bir koşutluk var.
Şiirde suyun akışı ile sağlanan senfonik bir müzik (musicalité) duyuluyor. Bunu teknik olarak tamamlayan ögeler de şunlar:
- Dörtlüklerin (quatrains) ardından ikiliklerin (distique) gelmesi.
- Noktalamanın olmayışı.
- Dize sonlarındaki dişil uyakların (rime féminine) ve dize ortalarındaki yarım uyakların ("ou", "eu") yarattığı hafiflik (légérité).
- "s" ve "v" sesleriyle sağlanan aliterasyon (allitération) (13-14-2021. dizeler).
- Anaforlar (anaphore): "amour", "ni".
Duyumsama
Bu şiir beni önce çocukluğuma götürdü. Darende’ye Tohma Çayı üzerindeki Nadir Köprüsü’ne gittim. Sonra Adana’da Seyhan üzerindeki Taşköprü’nün üstünde buldum kendimi. Adana’da Sakarya İlkokulu’nda okurken onunla çok beraber olduk. Beni unuttuğunu sanmıyorum… Sonra Demirköprü geldi gözümün önüne. Sonra ülkemin diğer köprüleri: Malabadi, Şahruh, Dargeçit… Sonra yeryüzünün diğer köprüleri. Savaşlarda yıkılan, yeniden yapılan köprüler: Mostar… Köprüler köprülere köprü oldu. Tek bir köprüye dönüştü: Zaman…
Son çıkardığım derginin adını Köprü koymak istemiştim de, bir tutucu gazetenin bu adla bir dergisi olduğunu öğrenince hevesim kursağımda kalmıştı.
Edebiyat bir köprüdür.
İnsanla insan arasında, doğayla insan arasında, kültürler arasında, halklar – ülkeler arasında, dünyayla evren, evrenle insan arasında, ve hepsinden önemlisi, insanın kendisi ile içindeki insan arasında…
Eğer, edebiyatın – sanatın bir işlevi olacaksa, olmalıysa; bu, köprü kurmaktan başka ne olabilir!...
İnsanın insana yabancılaştığı, daha da kötüsü insanın kendine yabancılaştığı, her geçen gün doğadan daha da çok uzaklaştığı, çeşitli bahanelerle halkların birbirine düşürüldüğü, ülkelerin pervasızca işgal edilerek kadın – çocuk demeden yüz binlerin katledildiği, insanlığın ortak kalıtı müzelerin bile yağmalandığı, bin yıllık, on bin yıllık köprülerin yıkıldığı bu barbar çağda…
Değerlendirme:
Şiir çevirisinde, özgün metnin teknik yapısını çevrilen dilde de birebir kurabilmek elbette ki olanaksız gibi bir şeydir. Ölçü ve uyakların değişmesi olağandır. Ancak şiirin yazıldığı dilde, okurda yaratılan etkiyi çevrilen dilde de yaratabilmek için diğer ögelerin (anlam özdeşliği, eğeretileme, müzikalite) sağlanması önemlidir. Çok zorunlu olmadıkça özgün metne bağlılıktan ayrılınmamalıdır.
Biz de değerlendirmemizi bu bağlamda yapalım:
Cemal Süreya çevirisi
İlk dörtlükte, 1. dizede özgün metne bağlı kalınırken ikinci dizede "aşklarımız" "aşkımız"a dönüşmüş. Oysa şair (Apollinaire) "nos amours" diyor, yani "aşklarımız". "Aşkımız" deseydi "notre amour" olurdu.
Üçüncü dizede de özgün metindeki anlamdan sapılmış. Burada anımsama değil anımsatma var: "Faut-il qu’il m’en souvienne". Şaire köprü (il) anımsatıyor…
ine üçüncü dörtlüğün son dizesinde, "zorlu, yaman, yeğin" anlamlarına gelen "violent" karşılığı olarak "depdeli" sözcüğü kullanılmış. Bence karşılamıyor. Bu, Türkçede yeri olan bir sözcük değil. Çok deli yerine "depdeli" dendiğini duymadım. Çok deli yerine ya da deli’yi pekiştirmek için "zırdeli" denir. Ki o da buraya hiç uygun değil…
Özgün metindeki temel eğretilemeye bağlı kalındığı, ancak, dize sonlarındaki uyak düzenini sağlamak için sözcük seçimi ve söz diziminin zorlandığı görülüyor. Bu da şiirdeki müziğin duyulmasını / duyumsanmasını engelleyen önemli bir etken.
Necati Cumalı’nın çevirisi
Necati Cumalı, ilk dizede Seine’e sesleniyor. Oysa şair özgün metinde Seine’e seslenmiyor, Seine’i anlatıyor… "Aşk" burada, özgün metindeki gibi çoğul, ama, köprünün şaire anımsatması yok.
İkinci dörtlüğün ikinci dizesi (Durmadan aksın dursun)’nin Necati Cumalı gibi usta bir şairin dizesi olduğuna insan inanmakta zorlanıyor…
Cumalı’da da özgün metindeki müziği duymak zor.
Tahsin Saraç’ın çevirisi
Saraç, hem Fransızcacı hem de ozan. En iyi çeviri ondan beklenir; ancak, onda da umduğumuzu bulamıyoruz.
"Seine akar Mirabeau köprüsünden" diyor. "Altından" sözcüğünü dizeden atmış. Oysa Türkçede su köprüden akmaz, köprünün altından akar. Örneğin "köprülerin altından çok sular aktı" denir, "köprülerden çok sular aktı" denmez. Köprüden akış, köprünün üstündeki kalabalık için kullanılır…
Saraç’ta da uyak düzenini sağlamak ve öz Türkçe sözcükler kullanmak için (aşk=sevi) zorlama var. Müzik tamamen yok olmuş. İkilikler kakafoniye dönüşmüş…
Ahmet Necdet’in çevirisi
İlk dörtlüğün ikinci dizesindeki "bizim" sözcüğü fazlalık.
Onda da köprünün şaire anımsatması yok…
Ancak çeviriler içinde en başarılısı, en rahat okunanı onunkisi…
Esin Aydın’ın çevirisi
Esin Aydın, ilk dörtlüğün ilk dizesini değiştirmiş. Bu dizeye şiirin özgün biçiminde olmayan "bir" sözcüğünü eklemiş. Türkçe kulağa hoş geliyor; ama, burada anlam bozulmasına yol açıyor. "Bir nehir akar, Seine derler adına" gibi bir dize kursaydı, olabilirdi; ama, "Bir Seine akar" denince, sanki başka Seine’ler de varmış çağrışımı yapıyor. Burada özne belli olduğu için "bir" fazlalık.
Esin Aydın’ın çevirisinin geri kalanı Cemal Süreya’nın çevirisi ile hemen hemen aynı. Dizelerde yapılan değişiklikler yer yer anlam bozulmasına ve kakafoniye neden olmuş:
Olur mu durasın şimdi anımsamadan = Olur mu anımsamadan
Sevincin geldiğini ancak acının ardından = Sevincin geldiğini acının ardından
Yüz yüze duralım böyle elin elimde kalsın = Yüz yüze duralım ellerin ellerimde olsun
Ve aksın dursun = Aksın dursun
Sonsuz bakışlar dalgalar yorgun argın = Sonsuz bakışlar dalgalar onca yorgun
Köprüsü altında kollarımızın = Köprüsü altında kollarımızın
Aşklar akıp gidiyor şu akarsu gibi = Aşklar akıp gidiyor bu akan su gibi
Akıp gidiyor aşklar = Geçip gidiyor aşklar
Hayat öyle durgun öyle yavaş ki = Hayat öylesine ağır öylesine yavaş ki
Ve umut nasıl zorlu nasıl depdeli = Ve umut da bir o kadar depdeli
A. Kadir Paksoy’un çevirisi
Paksoy’un çevirisi de Ahmet Necdet’in çevirisine yakın. Zaten kendisi de söylüyor, Ahmet Necdet’in çevirisini iyi bulduğunu. Herkesi eleştirirken ona fazla toz kondurmamış. Madem ki bu kadar tutmuş A. Necdet’in çevirisini, neden yeni bir çeviri denemesine girişmiş, anlamak zor. "Bakın işte, ben de Fransızca biliyorum, ben de varım bu işte" demek istiyor galiba…
Ama kendisini tanıdığım kadarıyla eleştiriye açık biri, kendisine eleştirinizi gönderebilirsiniz. E posta adresi: a.kadir.paksoy@gmail.com
Sonuç
Şiir çevirisi işi, netameli bir iştir. Çevirenin hem kendi şiirini yazması, hem de başkası olması demektir. Bu yüzden tuzaklarla doludur. Çeviren, özgün bir metin ortaya çıkarmak isterken özgün metne yabancılaşabilir, özgün metne bağlı kalmak isterken de yapaylaşıp yavanlaşabilir.
Kısaca, çeviri şiir, iki dil arasında bir köprü kurmak demektir. Ancak, köprü kurayım derken, İstanbul Boğazı’nda olduğu gibi, çevreyi mahvedebilirsiniz...
A. KADİR PAKSOY
Yeni Turunç Kültür-Sanat Dergisi,
Haziran-Eylül 2012, Sayı: 5-6

ŞİİRLERİ