GENÇ WERTHER ÜZERİNE

Avrupa’da klasik edebiyat anlayışında Helen sanat birikimi, Avrupa sanat ve edebiyatının kurucu öğesi olarak görülmekle birlikte, 18. yüzyılın ikinci yarısında bu birikim hem uzak bir tarih hem de yabancı kahramanlar demektir. Bu çağda bilimselleşme ve dünyasallaşma etkinliklerinin yoğunlaşmasının bir türevi olarak Aydınlanma akımı egemen olmaya başlar. Dolayısıyla, Aydınlanma hem Helen sanat ve felsefe birikimini kapsar, hem de 18. yüzyılın ikinci yarısında başat hale gelmeye başlayan ulus-toplum ve ulus-devlet bilincini geliştirir. Ulusal bilinç, benzeşmeyi ve tekleşmeyi öne çıkardığı için, ulus inşasında özdeşleşmeyi kolaylaştıran bir “öz” tarih ve öz tarihi biçimlendiren kahramanları gereksinir.

Aydınlanma ayrıca hak, özgürlük ve eleştirel akıl gibi kavramların ortaya çıkmasını ve edimselleşmesini, bir başka ifadeyle insanın bireyleşmesini de öne çıkarır. Aydınlanma’nın birey kavramını güçlendirmesine karşın, toplumsal koşullar, egemen ahlak ve din anlayışı, bireyselliği baskılar; tekil bireylerin özgür istençleriyle karar almalarını ve uygulamalarını zorlaştır.

Johann Wolfgang Goethe, Berlichengenli Götz adlı tiyatro yapıtını 1773 yılında yayımlar. Goethe, kararlı bir Helen hayranı olmasına karşın, bu tiyatro yapıtını, antikçağda değil, ortaçağda yaşamış gerçek bir kişinin öz-yaşamöyküsünü kurgulayarak oluşturur. 18. yüzyılın ikinci yarısındaki Alman edebiyatında, yakın tarihte yaşamış Alman kahramanları yazınsallaştırma öne çıkan bir eğilimdir. Bu eğilim, Goethe’nin ortaçağda yaşamış bir şövalyeyi anlatılaştırmasını da özendiren bir etmendir. Götz, Alman edebiyatında “ilk ulusal drama” olarak anılır. Bu yapıt, Goethe’nin yazar olarak Almanya’da tanınmasını sağlar.

Goethe’nin Almanya dışında, Avrupa edebiyat çevrelerinde de tanınmasını sağlayan yapıtıysa Genç Werther’in Acıları’dır. Goethe Şubat 1774’te dört hafta içinde mektup biçiminde tasarımladığı ve yazdığı bu romanını yayımladığında henüz yirmi beş yaşındadır. Edebiyat tarihinin en başarılı romanları arasında sayılan Genç Werther’in Acıları, yayımlanmasıyla birlikte yazarını büyük bir üne kavuşturur.

Genç bir yazarın, genç bir insanın aşk acılarını anlatılaştırdığı Genç Werther’in Acıları, Alman edebiyat tarihinde Aydınlanma’nın giderek geliştiği bir ortamda, özellikle da iki yazınsal akımın veya dönemin, yani Klasisizm, Fırtına ve Zorlama akımlarının iç içe geçtiği bir dönemin ürünüdür. Bu olgu, Goethe’nin öz-yaşamöyküsünden izler taşıyan bu romandaki kahramanının fırtınalı iç dünyasını da yansıtır.

1771-1772 yılları arasında geçen olayları öyküleyen Genç Werther’in Acıları adlı romanın başlıca konusu/izleği, kahramanın büyük ölçüde platonik aşkı ve bu aşkın intiharla bitmesidir. Bu izlek, Goethe’ye yabancı değildir; çünkü Goethe’nin tanıdık ve bildik çevresinde evli bir kadına vurulan ve vurulduğu kadına kavuşamadığı için intihar yolunu seçenler vardır. Romanın kadın figürü olan Lotte de Goethe’nin tanıdığı kadınlardan esintiler taşır. Bu bakımdan Goethe’nin Genç Werther’in Acıları’nda gerçek yaşamda olabilen bazı olayları yazınsal bir kurguyla anlatılaştırdığı, dolayısıyla da başarıyla sanatsallaştırdığı söylenebilir.

Romanın başkahramanı Werther başından geçen ve mutsuzlukla sonuçlanan aşktan kaçmak için yaşadığı kentten ayrılır. Bu aşkın üstesinden gelmeye çalışırken, gittiği kentte Lotte’ye âşık olur. Böylece, deyim yerindeyse, yağmurdan kaçarken doluya tutulur. Annelerini yitirdikleri için kendisinden küçük kardeşlerine bakan Lotte, Werther’in trajik yazgısına dönüşür; çünkü Werther’in vurulduğu Lotte, Albert ile nişanlıdır. Werther, Lotte’nin iş gezisinden dönen nişanlısı Albert ile arkadaş olur; onunla çeşitli konular üzerine tartışmalar yapar. Tartıştıkları konular arasında “intihar” da vardır. Bu sırada Lotte’yi cinsel açıdan arzulamakla birlikte, onu idealleştirir.

Goethe, Werther’i duygularının peşinden sürüklenen bir kişilik, Albert’i ise soğukkanlı ve gelenekçi bir figür olarak yazınsallaştırır. Bir konuşma sırasında Lotte, ölüm döşeğinde olan annesine Albert ile evleneceğine söz verdiğini anlatır. Bu bilgiden sarsılan Werther, Albert ile nişanlı olmasına karşın, Lotte’ye karşı beslediği duygulardan kurtulamaz. Werther duygusal kişiliktir; tutkularının peşinden gider. Onun bu özelliği, kimseyle vedalaşmadan kenti terk etmesinde de görülür.

Werther sarayda görevli bir elçinin yanında bir süre çalışır. Bu sırada aristokratik yaşamın sınırlılığını ve sıkıcılığını deneyimler; dışlanmışlık duygusuna kapılır. Böyle bir yaşamla kendisini özdeşleştiremez. İçinde bulunduğu çevre, birlikte olduğu insanlar ve koşullar ile özdeşleşmeme duygusu, Werther’e yaşam boyu eşlik eder. Werther, Lotte ve Albert’in kendisine haber vermeden evlendiklerini öğrenince, saraydaki görevinden hemen ayrılarak doğup büyüdüğü kentte döner.

Daha sonra Lotte’yi düzenli olarak ziyaret etmeye başlar. Kentte dedikoduya yol açan bu ziyaretler sırasında Lotte, hem Werther’in kendisine olan tutkusunu daha da kamçılar, hem de hep arkadaş olarak kalmalarını, Albert’in yokluğunda kendisini görmeye gelmemesi gerektiğini duyumsatır. Fakat her ikisi de Albert’in yokluğunda buluşmayı zevkle sürdürür. Bu buluşmalardan birinde şiir çevirisinden söz eden Werther, tutkusunu bastıramaz; Lotte’yi öperek, platonik ilişkiyi bitirir. Lotte karşı koyar.

Bu olaydan sonra Lotte’nin saygınlığını ve evliliğini tehlikeye sokmak istemeyen Werther, yaşamına son vermeyi kararlaştırır. Lotte’ye son mektubunda onu öbür dünyada yeniden göreceğini yazar ve çalışma masasının başında Albert’ten ödünç aldığı tabancayla kafasına bir kurşun sıkıp yaşamını bitirir.

Çalışma masasında Lessing’in Emilia Galotti adlı trajik yapıtı vardır. İntihar Hıristiyanlıkta lanetlendiği için, törensiz olarak toprağa verilir. Lessing, Aydınlanmacı bir filozof yazardır. Toplumun din ve ahlak anlayışının bireyselliğe, öznelliğe olanak vermeyen bağnazlığını eleştirmesi açısından Goethe’ye öncülük eder.

(.....)

ONUR BİLGE KULA
Genç Werther'in Acıları, S. 11-15

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI