Yüce üstadın, büyük şairin yarım asır geriye doğru bende uyandırdığı hatıralar ve uzun yıllardanberi onun, çok kıymetli yadigârları bu günlerde hep masamın üstünde duruyor. Eski kâğıt dosyalarımı karıştıyorum, Abdülhak Hâmid yazılı zarfın içinde onun büyük düşüncelerini, büyük felsefesini, ölçüsüz mahviyetini gösteren mektubları buluyorum. İki tanesini geçenlerde Ulus’ta Abdülhak Hâmid’in çok sevdiği Serveti- fünün’da neşrettim. Bugün aziz okuyuculara Hâmid’in tam otuz üç yıllık bir mektubunu sunuyorum.
Hâmid o zaman Londra'da Osmanlı Sefareti Müsteşarı idi. Fakat onun mektub kâğıdının başında Türk Sefareti başlığı vardı. Öyle bir yılda ki, imparatorluğun adı Osmanlı, sefaretler, Osmanlı sefareti idi. Sefir bile Türk değildi. Türklük, pek seyrek ağza alınır bir kelime idi. Yüce şair; milletine, diline olan bağlılığından dolayı hususî mektub kâğıdının başına - Türk Sefareti - levhasını yaldızla bastırmıştı.
34 yıl evvel yazdığı mektub, müslümanlığın fazilet ve ahlâk kısımlarını göstermek için yazılmıştı ve İngiltere’de müslüman olan çok zengin bir ihtiyar lordun cenazesine gittiğini anlatıyordu. Bu mektubu şimdi bir daha okudum. Gözümün önünde büyük şairin ne kadar derin feylesof olduğu tekrar parladı ve onun hususî hayatını düşünmeğe daldım.
1912 yılının başlangıcındayız, Abdülhak Hâmid’i, Osmanlı Hariciye Nazırı Noradunkyan, Brüksel Elçiliğin’den azletmiş, Hâmid yüreğinde yeni parlayan aşkıyle, yani Bayan Lüsyen’le Viyana’ya gelmişti. Ben Viyana’dan geçiyordum, İstanbul’a dönüyordum. O tarihde Beyoğlu Belediye Reisi idim. Hâmid’in Viyana’da Astorya Oteli’nde bulunduğunu duyunca ziyaretine gitmiştim. Birçok konuştuk, seviştik ve öpüştük. Ayrılıp İstanbul’a geldim. Arası çok geçmedi Hâmid’den bir mektub aldım; bana yazıyordu ki:
« Lüsyen’le İstanbul’a geleceğim, Beyoğlu’nda bir otelde oturmak lüzumu vardır; fakat bilirsin ki biz türkleri ecnebî, kadınla Beyoğlu otellerine almazlar. Bu müsaade sade yabancılara verilmiştir. Beyoğlu belediye reisisin, bana çare bul ve bizi bir otele yerleştir.»
Bu satırları okuyan gençler gülerler, yahut inanmazlar; fakat 1912 de Beyoğlu böyle idi. Bir Türk kendi karısı ile Beyoğlu’nda bir otele giremezdi ve bir Türk kadını otel ve gazinoda bulunamazdı. Bir Türkün yanında ecnebî kadın bulunursa otelciler yine kabul etmezlerdi.
Tepebaşı’nın karşısında otel Kontinantal’ın sahibi fransızla Belediye riyaseti odasında anlaştık. Hâmid’le Lüsyen’e oda hazırlattım ve onları geldikleri gün Romanya vapuru’ndan Galata rıhtımı’na aldırdım otele yerleştirdim. İki yıl daha geçti. Hâmid’le Lüsyen’in nikâhları Bebek’de kiracı olduğu evde yapıldı.
Hâmid’i Viyana’da gördüğüm 1912 den, öldüğü 1937 ye kadar geçen yirmi beş sene onun aşk ateşiyle dolu hayatının en mes’ut devreleri sayılır.
(.....)

Turkish Embassy
Londra, 8 Kânunusani 1904
Azizim İhsan Bey
Lordlar meclisi azayı kadimesinden Lord Stanley of Oldorlay'in geçenlerde vefat ettiğini evrakı havadisde görmüşsünüzdür. Bu zat; bendeniz de hazır olduğum halde Londra’ya şimendiferle beş saat mesafede bulunan ikametgâhının civarında sefareti seniye imamı marifetiyle tedfin edildi. İngiltere’de müteassıb bir aile-i nasraniyeden neşet eden Lord Stanley, daha bizler doğmadan evvel ihtida etmiş ve bir hıristiyan memleketinde din-i mübinimizin ve hukuk-u İslâmiye’nin müdafii olmuştu.
Anadan doğma müslümanlarla; Islâmiyetin fazailini idrak ettikden sonra şeref-i İslâmiyete nail olan bir müslüman beyninde; azim fark vardır. Hususile o şerefe nailiyet, dediğim gibi bir memleketi îsevîyede vaki olursa Lort Stanley in ne büyük bir müslüman olduğu tezahür eder.
Âba ve ecdadının, bütün ailesi efradının, medfun bulundukları mahale gayet uzak bir küçük ağaçlığın içinde tehiye olunan mezarı, hayatı âsudesinin bir yadigârı manidarıdır. Bu yolda gömülmeği vasiyet eden merhum, bir hıristiyan muhitinde yegâne müslüman, vatanında garib veya hanesinde mihman ve mazharı servetüsaman iken gayet sade olan tarzı - maişetile ibret bahşi zükûrunisvan idi. Sayesinde nice nice aileler taayyüş ediyor, fakat kendisi bir fakir gibi yaşıyordu.
Kesretiatayasına mebni olmalı, bu büyük müslümana rahibler perestiş ederlerdi. Dilsiri maidesi olan bu taifeden cenazesinde hiç bir ferd bulunmaması bir rivayette kendi vasiyeti iktizasından ve bir rivayette merhumun müslim bulunmasından imiş. Rivayetlerin her ikisi de sahih olsa gerektir. Nihayetsiz meşcer ve mer’alara, müteaddit çiftlik ve köylere ve mevakıimuhtelifede azim, cesim ve kadim ikametgâhlara malik olan bu insanı kâmil, bu sahib- i fazl u irfan, tabirin daha münakkahi ile büyük müslüman, mefruşatı bir seccadeden ibaret olan üst katta bir odada imrar-i hayat ederdi.
Şimdi mezarı da odası gibi sade, belki de manevî bir seccadedir. Merhum diyanet sahibi olduğu için ağdiye ve eşrübeimemnua ekl ü istimalinden gayet mütevekkî yaşamış olduğu gibi ihtidası tarihinden sonra resmini dahi aldırmamış olduğundan kendisinin şimdi naziri gibi tasviri de bulunamıyor.
Biraderiniz Abdülhak Hâmid
AHMET İHSAN TOKGÖZ
Ülkü, Mayıs 1937, S. 191-193

ŞİİRLERİ