HER YER KARANLIK

Yıllarca evvel, Hafız Burhan’ın plâklarıyla yurd semâsını dolduran bu ses, yeniden moda oldu. Modaya radyolar ve hoparlörler de iştirak ettiği için, “Mağrip mi yoksa makber mi yâ Rab!,, feryadı, yine gökleri dolduruyor.

İçinde “makber,, kelimesi geçtiği için midir, bilmem, Abdülhak Hâmid’in bu tanınmış manzumesini dinleyicilerine okumaya hazırlanan ses sanatkârlarımız:

— Sevgili dinleyiciler! Şimdi de size Abdülhak Hâmid’in “Makber,, ini okuyacağım!.

Demekte ısrar ve ittifak ediyorlar ve bu hatâları, her defasında, alkışlarla karşılanıyor!. Halbuki okudukları mısralar, Hâmid’in “Makber„ inde değil, “Tarık,, tiyatrosundadır ve Makber’le ne söz ne de ses 'bakımından hiç bir münâsebeti yoktur. Bu manzume yazıldığı zaman, Fatma Hanım henüz ölmemişti.



Bizzat Hâmid’in söylediğine göre, şaire bu manzumeyi ilham eden, gençliğinde Paris’te hayranlıkla seyrettiği bir "Romeo ve Juliet" operasıdır. Çünkü meşhur balkon sahnesinden sonra, bu târihî aşk dramının en tesirli sahnesi, mezarlık vak’asıdır:

“Juliet’i sevmediği insanla evlenmekten kurtarmak isteyen rahip Laurence, ona uyutucu bir ilâç verir. Güzel kızı, öldü diye mezara gömerler. Rahip gece olunca kızı mezardan çıkaracak ve iki sevgiliyi kavuşturacaktır. Fakat papazın hiylesini vaktinde haber alamıyan Romeo, Juliet’i sahiden öldü sanarak, kızın kabrinde intihar eder. Az sonra uyanan Juliet, sevdiği erkeği ölmüş görünce, Romeo’nun hançerini kendi göğsüne saplayarak, büyük ve ebedî visale ulaşır.,,

İşte bu sahne Paris’te temsil edilirken, mezarlıkta her yer karanlık bırakılmış, yalnız Juliet’in kabri bir meşale ile aydınlanmıştır. Bu sebepledir ki Hâmid’in manzumesi: “Her yer karanlık, pür-nûr o mevki,, mısraıyle başlar.

Tarık tiyatrosundaki mezarlık sahnesi de, biraz, böyledir: “Henüz 18 yaşında, güzel bir İspanyol kızı, bir Arap mücâhidiyle sevişir. Arap savaşçısı, bir muharebede vurularak İslâm mezarlığına gömülür. Bu sefer, hâin bir İspanyol papazı, aynı kıza, ya kendisine, yahut elindeki hançere teslim olmasını teklif eder. Kız, papazın elinden hançeri kaparak Müslüman mezarlığına koşar, sevdiği kahramanın mezarı başında:

Her yer karanlık, pür-nûr o mevki!..
Mağrib mi yoksa, makber mi yâ Rab?
Yâ hâbgâh-ı dilber mi Yâ Rab;
Rü’yâ değil bu, ayniyle vâki!..

Mısralarıyle başlayan meşhur "Aşk mersiyesi,, ni söyler ve küçük hançeri tâ kalbine batırarak orada intihar eder.

Bu sahne Tarık dramına âdeta eklenmiş bir sahnedir, fakat esere bir tenevvü verir. Sözlerinin hayli kapalı olması ise, tiyatro tekniği bakımından bir kusurdur.



Bu manzumeye mutlaka bir ad vermek lâzımsa, onu Hâmid’in büyük “Makber,,i ile karıştırmadan, "Her yer karanlık mersiyesi,, diye isimlendirmek doğrudur. Bizim mûsikîmizde “güfte,,leri, ilk kelimeleriyle isimlendirmek ananesi bunu yadırgatmaz. Ses sanatkâlarımız da durmaksızın Hâmid gibi büyük bir şairimizin bir eserini ötekine karıştırarak yaptıkları “hatâ ilânları,, ndan kurtulurlar. Bizzat Hâmid, aynı manzumeyi “Mersiye-i Mahabbet,, diye isimlendirmiştir.



Hâmid’in öteki şiirlerine nisbetle pek parlak bir parça olmadığı halde, sırf bestelendiği için büyük şöhret kazanan bu manzumenin diğer bir talihi de Namık Kemal tarafından düzeltilmiş olmasıdır. 0 kadar ki Kemal, 84 mısra tutarındaki bu uzun manzumenin bir çok mısralarını "Hâmidâne ihmal,, den kurtarmıştır. Tarık Tiyatrosunu Hâmid, 1876 da Paris'te yazmış, sonra 1879 da eserin içindeki bu şiiri bir mektupla Namık Kemal’e göndererek, işaretlediği bir çok mısralar hakkında Kemal’in fikrini sormuştur. Kemal 5 temmuz 1879 da Hâmid’e gönderdiği cevabî mektubunda, manzume hakkında şöyle sözler söylemektedir:

... Şiirin güzel; husûsiyle hayâli fevkalâde güzel; mâmâfih muâhazeye lâyık yerleri var. O yerler yalnız senin işâret ettiğin yerler değil; aklıma geleni birer birer söylüyorum.

... Dördüncü mısradaki "meşhur vâki" yerine "ayniyle vâki" desen daha güzel olurdu.

“Ebr-i seher mi inmiş türâbe,, tasavvuru, bu kadar hasret-i hayalât içinde bulunduğum halde, sahihen bana da gıpta-resân oldu; fakat “ inmiş,, yerine “düşmüş,, denilse... ne dersin? Ben dâima yazdığım şeylerde şiddet taraftarı olduğumdan o hayâl, âlem-i ilhamdan benim fikrime nâzil olsaydı, inmiş yerine düşmüş ile ifâde ederdim.

... “Bir haclegâhe döndüyse türben,, mısraını neden şâyân-ı muâhaze görmüşsün? Ta’accüb ederim; fakat onun altındaki “Aç koynunu aç, menkûhanım ben,, mısra’ında benim itikadımca “ menkûha,, yerine “maşûka,, demek iktizâ eder.

... “Huri kucâğı, gılman ocağı,, yerine “Allah ocağı,, derdim. “Her neyse aç aç„ yerine “Aç koynunu aç„ denilse ne olur?

... “Sevb-i siyahım aksiyle rûşen,, mısraı, tasavvuru, yalnız sen, ben fikirde olanlara ifâde edebilir. “Sevb-i siyahım,, yerine “mâtem libâsım,, kullanılsa daha vâzıh olmıyacağı mukarrer ise de, daha münasib olmaz mı?

... “Gök mü yarılmış yâ Rab nedir bu
Ezhâr pür-nûr, envâr hoş-bû„

beyti için ne söyliyeyim? Var ol Hâmid! Bu kadar vahşi, bu kadar fevkalâde tasavvurları semâvât-ı ilhamın tabakatını yarar da mı meydana çıkarırsın? Bu sehl-i mümteni’ de değil; çünkü mümteni fakat sehl addolunmasına imkân yok..



Bu şekilde, şiirin daha bir çok mısralarını kâh beğenen, kâh düzelten Namık Kemal’in bu tashihleri, Hâmid tarafından çok müsâid karşılanmış ve “Tarık,, intişâr ettiği zaman manzumenin bir kısım mısraları Kemal’in düzelttiği şekilde neşrolunmuştur.

Namık Kemal’in, daha bir çok güzel fikirlerini ihtivâ eden bu mühim mektubun bütünü, önce “Mecmuâ-i Ebüzziyâ,, da neşrolunmuş, (Sayı; 13-14. 1898) en yeni olarak da Fevziye Abdullah Tansel’in "Hususî mektuplarına göre Namık Kemal ve Abdülhak Hâmid,, isimli değerli etüdünde incelenmiştir (1949).



Bizim mûsikî dünyâmız bu bakımlardan da hayli (alaturka) dır. “Bu tâbiri, alaturka, hâlis Türk demek olmadığı için kullanıyorum... Şairlerimizin şiirlerini alır, ekseriyâ şiiri anlamamış seslerle besteler; yine ekseriyâ şairinin ismini bile söylemeğe lüzum görmeden tegannî ederler. Bâzan bu besteler, sırf sözlerindeki güzellik yüzünden sevilip şöhret buldukları halde getirdikleri kazançtan şairlerinin ve vârislerinin telif hakkını akıllarına bile getirmezler.. Üstelik her bakımdan ziyan ettikleri şiirlerin, kimin, hangi şiiri olduğunu öğrenmeğe dahi lüzum görmeyerek, böyle yanlış tanıtırlar. Sonra bu memlekette sanata kıymet verilmiyor diye gazellerindeki "aman" lar sayısınca feryad ederler.

Halbuki, uzaktan örnek gösterdikleri Batı dünyâsında hâdise bunun aksidir. Bestelenen her eser, bütün teferruatiyle, lejandlarıyle bilinir; eserdeki sanatın rûhuna ruh katan bir mûsikiyle bestelenir; ve sokak çalgıcılarına varıncaya kadar şiirlerin, bütün eserlerin telif hakkına derin saygı gösterilir ki, onun için o ülkelerde sanatın hâlâ yüce ve yüksek bir payesi vardır. Bizim sanat dünyâmızda ise, işte adını dahi bilemiyoruz: Her yer karanlık..

19.9.1953

NİHAD SAMİ BANARLI
Taha Toros Arşivi, 001580724010

Her Yer Karanlık :
Güfte: Abdülhak Hâmit Tarhan
Beste: Mehmet Baha
Makam: Rast
Yorum: Hamiyet Yüceses



ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI