HÜSEYIN HAYDAR
KARA ŞARKlLAR

Genç kuşağın yeni şairlerinden Hüseyin Haydar'ın 1981'de yayımlanan ve Akademi Kitabevi Şiir Birincilik Ödülü'nü kazanan ilk yapıtı Acı Türkücü'de - kente oranla - köy ortamı ağır basıyordu. Trabzon'un Araklı ilçesine bağlı Yeşilce köyünde 1956'da doğdu, orada büyüdüğü, "derin meşe içlerini, kaygan dere taşlarını, mavi ağaç yosunlarını" bir türlü unutamadığı bilinirse, bunu yadırgamamak gerekir.

Nitekim, 1983'te basılan ikinci yapıtında, Kara Şarkılar'da da aynı durumla karşılaşıyoruz. Burada da kırsal kesimiyle doğa önemli bir yer tutuyor. Demek ki Haydar çok seviyor doğayı. Üstelik, dizelerinde sık sık bu sevgiyi yansıtmakla kalmıyor; duygu ve düşüncelerini de çoğunlukla onun aracılığıyla dile getiriyor.

Bu özellik Acı Türkücü'de de vardı. Hem de geniş ölçüde. O kadar ki, daha kitabın ilk şiirinde şair yüreğini duyarlılıkla doğaya adamaktan kendini alamıyordu:

Adadım yüreğimi
Yağmurların yeşile döndüğü yere
Limon çiçeklerine incir kuşlarına
Erik sürgünlerinin ışıltısına
( ... )
(Adanış)

DOĞA

Haydar Kara Şarkılar'da da aynı tutumu sürdürüyor. Sevgilisini bile doğaya özgü öğelerle tanıtıyor: Gövdesini "yosunlar zambaklar denizi" gibi görüyor: Göğüslerini "iki yeşil nar" tanesine, gözlerini "meşe yıldızı"na, saçlarını "dere çiçeklerinden iki örgü"ye, tüm varlığını ise "beşli fındık öbeği"ne ve "yağmur kuşu"na benzetiyor:

Şiirle girerim gövdene
Yosunlar zambaklar denizine
İki yeşil nar gelir ellerime
Kıpırdayan körpe yapraklar altında
...
İki yeşil erik oynaşır durur
lşık saçan iki meşe yıldızı
( ... )
(Şiirle Girerim)

Deniz, nehir, dere, yağmur, bulut, su, köpük, balık, yol, ışık, soğuk, ak, kara, karanlık, gece, akşam, gök, yıldız, toprak, taş, yosun, çiçek, dal, ağaç, meşe, erik, fındık, yeşil sözcükleri ile 3,9,11,12 gibi sayı sıfatıarını bolca kullanan Haydar yalnızca sevgilisini değil, kendisini ve davranışlarını da çokluk doğayla anlatıyor:

( ... )
Küçük bir balık gibi geçerim
Göğsünün kabaran dalgalanndan
( ... )

Doğaya aşırı bağlılık şiirlerde şu sonuçları doğuruyor:

- İçeriğin somutlaşmasına yardım ediyor. (Doğanın aracılığıyla belirtilen en soyut düşünceler, duygular ve imgeler bile bir somutluk, gerçeklik kazanıyorlar.)

- Canlı, renkli tasvirlere yol açıyor.

- Değişik, alımlı, şaşırtıcı imgelere temellik ediyor.

Özellikle benzetmelerde bu sonuçlar daha belirgin ve etkin bir duruma varıyor. Aşağıdaki örneklerde oldugu gibi:

Sıtmalı bir köpek gibi titriyor gece (S. 77)
( ... )
Yangın yüklü bir yağmurum (S. 28)
( ... ) Bıçaklanmış bir bulutum
Ak sargılar sarmaz beni (S. 29)
Ölüler ak bir sabahtır şimdi (S. 19)
( ... )
Yağmur kuşu diyorum sana (S. 40)
( ... )
Geçerim yüklü bir gemi gibi
Karnının çekilen sularından (S. 91)
( ... )
Dilim bir ölü gibi ağzımın içinde (S. 77)

Doğaya yaslanma başarılı tasvirleri beslediği gibi, yer yer resim tadında parçalar da yaratıyor. Ögrencilik yıllarında resim yaptığı, sergiye katıldığı bilinen şairin bu yeteneği söz konusu parçalarda iyice su yüzüne çıkıyor, çekici bireşimler oluşturuyor "Sevda Sayıklamaları" şiirinin üçüncü bölümü buna güzel bir örnektir:

Bir masada oturmuşuz
Yeşil mermer bir masada

Aramızdan geçer gece

Mermerin çatlağından
Sular köpüre köpüre

Aramızdan geçer gece

Mermerin tam ortasından
Kıvrılarak akar bir ırmak

Bir masada oturmuşuz
( ... )

Sekiz heceli kısa dizelerden oluşan bu yalın anlatımlı parçada da görüldüğü üzere, Haydar doğaya güzelliklerini hayranlıkla seyredilenn 'soyut' bir varlık olarak bakmıyor. Onu insan ve yaşamla birlikte ele alıyor. Onun gözünde doğa bağımsız ve cansız bir kartpostal görünümü değil, insanı bütünleyen ve yaşamı deyimleyen bir 'canlı' yaratıktır. "Kırgın Ozanı" avutan bir yuvadır.

AŞK

Doğanın yanı sıra kitapta ağırlığı duyulan bir tem de aşk. "Sevda Uykuları" adıyla genişçe bir bölüm oluşturan aşk şiirleri de doğa temiyle iç içe sunuluyor. Nedeni ve gelişimi açıklanmamakla birlikte, bunun acılı, umutsuz bir aşk olduğu seziliyor.

Uykulu kumrum benim
Suskun Ağustos kuşum
( ... )
Umutsuz deniz kızım
Sevda kuyularında

Öleyim bırak şimdi!
(Düşkızına Üç Şiir, II)

Önce de değindiğim üzere, Haydar sevgilisi gibi sevgisini de çoğunca doğanın ögeleriyle ve duyarlıkla örülen, içeriğe bağlı, çekici, özgür (orjinal) imgelerle dışa vuruyor:

İnce bir susun sen, geceleri ışırsın

Ben sana vurgun bir kara taşım

Kıvrılarak akarsın
Gözlerimden akar yüzün
Karışır uçan yıldız kümelerine
( ... )
(Düşkızına Üç Şiir, I)

ACI

Doğa ve aşktan sonra, hatta onlardan da çok Kara Şarkılar'da ağır basan bir öge de 'acı'dır. Şiirlerin çoğunda onun izleri, serpintileri var. Kitabın adı bile onunla yoğrulmuş. Şair de ürünlerini sunarken buna parmak basıyor:

( ... )
Ezinçler ezgisi bu şiirler
Acılar ve yokoluş türküleri
Kanımdan süzülen seslerdir
( ... )
(Adanış, II)

Haydar bu şiirin ilk bölümünde de "yağmurlar ülkesinin yaralı bir ozanı" diye tanıtıyor kendini. Bir başka şiirinde ise "kanında çıralar yandığından" sürekli acı ezgiler söyleyeceğini açıklıyor:

( ... )
Hiçbir şey susturamaz beni
Çalacağım en acı ezgileri
( .. .)
(Kanımda Çıralar)

Öbür parçalarda da üzünçlü, ezinçli lirik bir 'hava' seçiliyor. Bazı örneklerde bu hava nerdeyse ölümü, intiharı düşünmeye kadar uzanıyor:

( ... )
Kara şarkılı ölüş zerdalisi satıyor ozan
lssız sabahlarda
Kara şarkılı kendi ölüş zerdalisini satıyor
Yapayalnız akşamlarda
( ... )
(Ozanın Kendi Kanından)

Şair niçin böylesine mutsuz, karamsar ve umarsızdır? Yoksulluktan mı, yalnızlıktan mı, hastalıktan mı, sömürüden mi, baskıdan mı, ihanetten mi, karşılık görmeyen aşktan mı, yoksa bambaşka bir nedenden mi? Bilemiyoruz. T.S. Ellot'ın deyimiyle, acının gerçeklikteki "nesnel karşılığını" bulamıyoruz.

Gerçi bazı şiirlerde küçük ipuçlarıyla karşılaşıyoruz, ama bunlar bütünü, bireysel / toplumsal ilişkileri, ana kaynakları bulmaya yetmiyor. Bundan ötürü, doğanın sağladığı somutlaşma daralıyor, sözü edilen üzünçlü hava gereğince belirginleşemiyor, inandırıcı olamıyor. Dolayısıyla, ikide bir önümüze çıkan acı da çoğun boşlukta kalıyor.

Ancak konusunu yabancı ülkelerden alan birkaç şiiri bunun dışında tutmak gerekiyor. Dizelerden taşan kişisel acı bu şiirlerde evrensel boyutlara ulaşıyor. Ayrıca, Haydar'ın öbür ürünlerinde yeterince belirmeyen toplumcu / inancı yanını da ortaya çıkarıyor. Örneğin, "Yol Kapalı" başlıklı şiirde kardeş Filistin halkının büyük çilesi paylaşılıyor:

( ... )
Dilim bir ölü gibi ağzımın içinde
Sesim kısılıyor, utanıyorum
Yalnızca bir türkü söylediğime ...

Yol Kapalı Filistin'e

"Kesin Sessizlik" şiirinde nükleer silahların insanlığa getireceği korkunç yıkımın kaygıları yansıtılıyor, barışın zorunluluğu vurgulanıyor:

( ... )
Nötron çağı ve nükleer silahlar
bana onlardan
Söz etmeyin!
( ... )

"Federiko Garcia Lorca"da ise büyük İspanyol şairinin faşistlerce öldürülüşünün yarattığı üzüntü başarıyla dile getiriliyor. bu üzüntü öyle derin ki doğa bile ona dayanamıyor:

( ... )
Kurşuna dizdiler seni
Yeşil bir tepenin altında
Boynunu büktü de
Orada bir çiçek gözyaşı döktü
Sessiz sessiz ağladı da bir yaşlı selvi
Konuşamadı çıldırdı sonunda
( ... )

Gelgelelim, bu açık ama kısıtlı örneklerin dışındaki şiirlerde acının kaynakları ile bağlantıları gölgede kalıyor.

YAPI

Şiirlerin kuruluşu da bunu pekiştiriyor: Şiirlerde çoğunlukla 'belirli' bir konu, olay, kişi, yer, süreç görülmüyor. Ancak bunların kırıntılarına ya da beslediği izlenimlere, duygulara ilişkin belirtilere rastlanıyor.

Öte yandan, Kara Şarkılar yapılarıyla Batıdan çok Doğu şiirine yaklaşıyorlar. Çünkü, koşuk birimleri (ikilikler, üçlükler, dörtlükler vb.) genellikle belli bir özü açıp geliştirerek bir sonuca götürmüyor; ufak değiştirmelerle onu tekrarlamaya yöneliyor. Birbirini bütünleyip geliştiren parçalar değil, birbirine eklenen tespih taneleri, nakış motifleri gibi. Bir bireşim değil, bir yığışım yani.

Bundan dolayı, bazı şiirlerden birkaç dizeyi ya da birini çıkarınca ne bir şey eksiliyor, ne de düzen bozuluyor. "Sevda Sayıklamaları" ile "Acıdandır Afidem" ve "Düşkızına Üç Şiir" buna örnek gösterilebilir. İçinde artık / eksik bir yan bulanmamakla birlikte, "Osman Kaptan"da bir çeşit yığışım şiiri sayılabilir. Bir gazeli andırıyor. Fakat öbür ürünlerin çoğu yapıca Divan'dan çok halk şiir geleneğine yakın düşüyorlar. Gerçi örneklerde Halk edebiyatının koşuk türleri, kalıpları, ölçüleri yok, ama onlardan esintiler var.

Özellikle ses, dil ve hava Halk şiirini çağrıştırıyor. Dizelerde Doğu Karadeniz halk türkülerinin ezgilerini duymamak olanaksız. Öyleyken, Haydar'ın Halk şiiri geleneğini aynıyla izlediğini söylemek güç. Çünkü o, söz konusu gelenekten ilerici bir görüş ve çağdaş bir tutumla özgürce yararlanmaya çalışıyor, onu tekrarlayıp sürdürmeyi düşünmüyor.

Nitekim Halk koşuğunun temel birimi olan dörtlüklere az yer veriyor. Daha çok yedi, sekiz heceli kısa dörtlüklere az yer veriyor. Daha çok yedi, sekiz heceli kısa dizeleriyle ikililiklere, üçlüklere başvuruyor.

Öte yandan, yanık halk havalarının sesini değerlendirme eğilimine karşın, onu 'olduğu gibi' yansıtmaktan da kaçınıyor. Elden geldiğince ona yeni sesler katmaya, çok sesli, senfonik bir düzen oluşturmaya uğraşıyor. Bunun için şiirsel öze yatkın yumuşak, tatlı, çağrışımlı sesler, sözcükler bulmaya özen gösteriyor. Göze batan uyaklar yerine yarım uyakları yeğ tutuyor.

Hatta, uyakları rastlantıya bırakıp iç ses uyumlarına önem veriyor. Bir örnek:

Dokuz deniz geçtim geldim
Açacak mısın kopını

Kuş ötmeden çıkar giderim
Yaramı saracak mısın
( ... )
(Gece Konuğu)

Bu parçada sıkça geçen dkzngmtsr/ouaıei sesleriyle belirli bir uyum sağlanmış, sert sessizlere oranla yumuşak sessizlere daha çok yer verilmiştir.

Seslerin uyuşumu anlatımın oluşumuyla bağdaşıyor: Sesler gibi sözcüklerin kullanımında da şiirsel öze yaraşırlık öne alınıyor. İçeriğin açık, yalın ve yoğun biçimde - akıcı bir deyişle - ortaya konması amaçlanıyor. Bunun için sesler kadar sözcük ve dize tekrarlarından da yararlanılıyor. Ayrıca, içeriğe uygun ses ve sözcükler seçilirken şiirin bütünü de göz önünde tutuluyor.

Haydar şiirindeki özlü, uyumlu, duru deyişi halk diliyle besliyor. Fakat, bunu yaparken, "yöreselliğin hamlığında, denenmişliğinde, duyulmamışlığında insanı kolaya iten ve şiiri sığlaştıran bir tuzak bulunduğunu" unutmuyor. Yerel ağızların 'anlaşılmayı zorlaştıracak' söyleyişleri ile sözcüklerine de tutsak olmuyor. Gerektiğinde yeni sözcüklere de kucak açan temiz ve anlaşılır Türkçeden yana çıkıyor.

SONUÇ

Kara Şarkılar bazı yanlarıyla Acı Türkücü'yü sürdürüyor, ama bazı yanlarıyla da aşıyor: İlk yapıtta bulunan acemiliklerin çoğundan kurtuluyor; dil ve deyişçe daha bir arınıp güzelleşiyor; duyarlıkça daha bir yoğunlaşıyor; sınırlı da olsa, evrensel konulara açılıyor. Üçüncü yapıtta bu açılışın genişleyeceğini ve eleştirdiğim noktaların silineceğini ya da azalacağını umuyorum. Haydar'ın yeteneğine, araştırıcı çabasına duyduğum inanç, umudumu güçlendiriyor.

(Düşün, Şubat 1985)

ASIM BEZİRCİ
Güle Dil Verenler, S. 125-132

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI