YAŞLANMAK ÖZGÜRLÜKTÜR

Yıllarca üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra kendi hayatını yaşama kararını alabilmeyi başarmış biri Hakan Karahan. Hayallerinin peşinden gitmek uğruna toplumun koyduğu değerlere, kurallara, güce, aileye kafa tutan bir Don Kişot. Şimdi kendi hayatının yönetimini ele alan Karahan, sekiz yılda beş roman yazdı, beş sinema filminde hem oyuncu hem de senarist olarak yer aldı. Şimdi de Altın Kitaplar'dan "Nehirde Kayan Yıldızlar" romanını çıkardı.

Kitap "Yaşlılık çok tuhaf. Bir sabah yaşlı kalktım sanki. Yaşlılık emrivaki olarak yapmak zorunda kaldığın, seçmediğin yepyeni bir meslek gibi. Zaten bıkkınlık da, ilgisizlik de, depresyon da bu mesleğin ustaları için ideal haller" cümleleriyle başlıyor. "Ömür bitiyor düşüncesine kapılmamak lazım. Biterse bitsin. Ne yapalım" diyen Karahan, içi acılarla dolu olmayan, sükunet içinde. kendiyle memnun olarak yaşlanmayı diliyor ve yaşlanmanın özgürlük olduğunu söylüyor.

Sibel Ateş Yengin: Bir karakter üzerinden kendinizle, geçmişinizle yüzleşiyorsunuz. Neden böyle bir kitap yazmak istediniz?

Hakan Karahan: Baktım ki yarım asrı devirmişim diğer yarısına doğru gidiyorum. Kurgu roman içinde kimi tamamen bana ait kimi hayali kimi de yarattığım hayatla ilgili meselelerimi bir kahramanın ağzından paylaştım. Değişik sektörlerde değişik hayatlar yaşadım. O sektördeki problemlerle, içkiyle, yaşlılıkta, libidonun elden gitmesiyle, her şeyle ilgili meseleleri kurgu romana yatırayım, ak koyun kara koyun nedir hesap çıkarayını hem de kendi kendimle biraz eğleneyim istedim.

BATARYAMI AŞK VE SİNEMA DOLDURUR

S. A. Y.: Cem karakteri gibi sizin de yazma konusunda tıkandığınız oluyor mu?

H. K.: Bu o karakterin kendi tıkanıklığı, ben böyle hissetmiyorum. Cem karakterinin bana benzer çok yönü var ama benzemeyen hayali tarafları da çok. Daha depresif bir karakter Cem ve daha çok talihsizlikler geliyor başına. Sonuçta çok fazla benden parça var tabii ki. Roman formülünde arkada, ortada, köşede, bucakta ben olmazsam nasıl bir şey türetip yazacağımı bilmiyorum. Ya da diğeri içimden gelmiyor.

S. A. Y.: Yazma yeteneğini kaybetmek ölüm gibi diyorsunuz, hatta ölüm karşısında yaşanılan yas duygusu gibi de aynı zamanda. Yaşlanmayla yazma arasında nasıl bir paralellik var?

H. K.: İkiye ayrılıyor bence ama hangisinin doğru olduğunu bilmiyorum. Bence çoğu yazar en güzel eserlerini en heyecanlı en saf tarafıyla daha ustalaşıp bir torna içerisine girmeden gençken yazıyor. Ustalaşıp daha akıllı, daha bilgili, daha tecrübeli olduklarında hayatla ilgili bazı hoş ve doğru şeyleri ifade edebiliyorlar ama biraz da sıkıcı oluyor. Ham ve gençken sanki daha iyi.

S. A. Y.: Gençken daha mı yaratıcı olunur? Yaşla birlikte yetenek de mi kayboluyor?

H. K.: Üretim açısından bir insanın bataryasını neyle doldurduğuna bağlı. Benim bataryamı seyahat, müzik, başkalarının kitaplarını okumak, sinema ve aşk doldurdu. Bunu almaya gençken değil, yaşlıyken daha müsait olunuyor. Çünkü teslim oluyor ve hepsini süzüp ortaya bir şey çıkarabiliyorsun. Ama yaşlıyken bütün bunları bir araya getirmek, yazmak ve içinde o enerjiyi bulmak daha zor. Onun için bu taraf mı daha iyi öbür taraf mı bilmiyorum. Bir sürü yönetmenin ilk filmlerini daha çok beğenirim. Daha zekisini yapabilir ama daha çarpıcısını yapamaz. Onun için bazı şeyler gençken olsun. Bence yaşlıyken hoş olanı. ayağını uzatıp hatasıyla sevabıyla her şey den keyif almak için bir durup onu özümsemek, hissetmek.

GENÇKEN DAHA HAM OLUYORSUN

S. A. Y.: Bu yaşlarınızı seviyor musunuz?

H. K.: Seviyorum ve kabul ediyorum yaşlanmayı. Yapacak bir şey yok. Bir de kendimden hoşlanarak yaşlanıyorum. Ne enayi ve aptalmışım gençken. Gençken daha ham oluyorsun. Bu yaşlar daha güzel. Hayatımın en güzel dönemi üniversite yıllarıdır gibi saçma bir düşüncem yok. Hayatımın en güzel yıllarını işi bıraktıktan sonra yaşamaya başladım. Eğer aklımı verebilir de yazabilirsem, biraz seyahat, hoş bir şarap, sevdiğin insanlarla hoş sohbetler... Ne kalıyor ki başka geriye. Ondan önce başka bir hırs müessesi halinde insanlar. İlişkileri yürütüyor, yürütmüyor. Şimdi yürütüp yürütmeyecek bir ilişki yok ki. Zaten istemezseniz kimseyi hayatınıza sokmazsınız. Gençken isteseniz de istemeseniz de birilerini hayatınıza sokuyorsunuz, bir şeyler deniyorsunuz. Bence yaşlanmak özgurlüktür. Birisi hakkınızda kötü bir laf etse bile moralimiz bozulurdu. Şimdi bu saatten sonra kim ne derse desin umurunuzda olmuyor. Öyle bir lüksü var yaşlılığın. Hoşuma gidiyor. Onun için yaşlılığın getirdiği bu özgürlüğü kullanmak lazım.

S. A. Y.: Cem karakteri de yalnızlık, bıkkınlık, depresyon ve ilgisizlikle yaşlılığı eşdeğer görüyor, bana da yaşlılık verilmiş bir ceza gibi geliyor...

H. K.: Niye öyle olsun. Bunların hepsiyle beraber insan bir şeyin farkına varıyor, öğreniyor. Hedef hayatta kalmak ve hayatın neden var olduğuyla ilgili bir şeyleri idrak etmek. İlkokuldan üniversiteye kadar böyle bir idrak yok. Ben üniversiteye bile hangi mesleği okuyacağımı bilmeden girdim. En azından şimdi hayatta mühendis ya da doktor olamam diye kendimle ilgili fikrim oluyor.

S. A. Y.: Saat farkına vücut adapte olamayınca jetlag oluyor. Sanırım ruh da vücuda adapte olamıyor, yaşlanan vücuda inat ruh genç kalmayı sürdürüyor. Bu da ruhun jetlag'ı gibi değil mi?

H. K.: Çok doğru ve çok romantik bir yorum bu aslında. Evet, çok benziyor. Bunun üzerine "Evet şöyle ya da hayır böyle" diyecek hiçbir yorumum yok. Çok güzel bir benzetme bu. Keşke ben kullansaydım bunu kitabımda, aklıma gelmedi. Şahane bir laf...

KADINLARA HEP HAKSIZLIK YAPILIYOR

S. A. Y.: Erkeklerle kadınlar daha mı farklı yaşıyor bu yaş meselesini?

H. K.: Farklı yaşıyorlar ama erkek için de travmatik. Farz edin ki erkeğin gücünü artıracak o hapların hiçbiri çıkmadı. Erkek için de travmatik işte.

S. A. Y.: Sanırım kadınlar için daha travmatik. Kitapta da "Biz erkekler 60'larımızda ucundan kıyısından geçer akçeyken kadınların 40'larından itibaren anneanneme benzemeleri hayatın adaletsizliklerinden" diyorsunuz, aslında kadının hiçbir alanda şansı kalmıyor...

H. K.: Yaradılış herhalde... Ama dünyanın her yerinde aynı, mesleklerde bile... Kırk yaşında kadına anne, büyük abla, teyze rolleri düşüyor. Ahı gitmiş vahı kalmış erkeklere 70 yaşında olmalarına rağmen lider erkek rolleri veriliyor. Bence de bu kadınlara yapılmış bir haksızlık. Dünyada sanırım 66 yaşına gelen Meryl Streep yırttı bir tek. Hâlâ bir filmi hoş bir adamın ilgi duyduğu. romantik bir kadın olarak da götürebiliyor. Onun dışında çok az şansları var kadınların sinema sektöründe. Güzelim Sharon Stone bile doğru düzgün rol bulamıyor.

S. A. Y.: Bir de o yaşta adamlar genç kızlarla nasıl bir cinsel hayat yaşayabiliyorsa!

H. K.: Cinselliği sürdürebilmek herhalde kolay değildir. Bunu on sekiz yıl sonra hâlâ hayattaysam sorun bana. Tam gerçeği o zaman bileceğim. Herhalde kolay değildir. Benim merak ettiğim de o yaşta bir genç kızla ne konuşulacağı. Bacak kadar çocukla beynine hitap eden ne konuşacaksın nasıl hoş sohbet bir gece geçireceksin, anlamıyorum. Ne yapacağız "Murat Boz ne hoş çocuk, Justin Timberlake çok güzel dans ediyor, okul da çok zor, hen büyüyünce şunu olmak istiyorum'umu mu konuşacaksın? Ben uyurum masada. Gece başlamadan biter, sıkılırım. Onun için dengi dengine daha hoş.

S. A. Y.: Var olmak bir de yaşamak için bir şeyler yapmak lazım diyorsunuz. siz yaşamak ve yaşamı anlamlı kılmak için neler yapiyorsunuz?

H. K.: Benim hayatımı anlamlı kılan en önemli şeylerden biri çalışmak. Hangi konuda çalışacağını seçmiş biriyim. Orta yaşlarıma kadar şirketlerde çalışmayı seçmiştim. Şansım yaver gitti, yükseldim ki bu da çok çalışmayla oluyor. Daha sonra başka bir hayat istedim. Yazmayı seçtim. Yazı senaryoyu, senaryo sinemayı, sinema yapımcılığı ve oyunculuğu getirdi. Yenı şeyler öğrenebileceğim bu sürü alanlar açıldı bana.

S. A. Y.: "Kimse baskatannin hissettiklerini anlayamaz" diyordu Cem karakteri. Gerçekten birbirimizi anlamak hiç mi mümkün değil? Anladığımızı söylerken acaba bir yandsama mı yaşıyoruz?

H. K.: Kitapta Uğur "Hiç konuşmasaydık sadece baksaydık birbirimize daha iyi anlaşırdık" diyor. Bence birbirimizi anlıyoruz ama hakikaten karşınızdakinin tam olarak ne hissettiğini ne düşündüğünü ne olduğunu bire bir anlamak için ya o insan olmanız ya da o kişiyle bir badireye ortak olmanız lazım. Kitaptaki ve gerçek hayattaki babam kanserden öldü. Kanserli bir babanın o halde ne hissettiğini bilemem. Ancak o kafanın, o gözlerinin arkasından neler geçebildiğini tahmin edebilirim. Onun için hiçbir zaman birbirimizi yüzde yüz anladığımıza inanmıyorum.

S. A. Y.: Romanda Cem'e, "İstemeyle değil, çalışmayla olur her şey" dedirterek "Secret", "Yüreğinin Götürdüğü Yere Git" kitaplarını okuyanlarla da dalga geçiyorsunuz...

H. K.: Bir şey dile, olur! Vasat beyin tekerlemeleri bunlar. Oysa hem dile hem çalış. O zaman olur. Piyango biletini her aldığımda çok şey diliyorum ama daha bana çıkmadı. Dilemekle olmuyor. Hakikaten özgür olmak için o özgürlüğe sahip olacak ekonomik ve beyin özgürlüğünüzü de çalışarak elde etmeniz gerekiyor. Kariyerinizde ilerlemek için eşek gibi çalışmanız lazım. Kimse size o unvanı vermiyor. Oturduğunuz yerden oturduğunuz yerin imkanlarını kaçırmazsınız. Oturduğu yerde kalmak ve hiçbir değişime uğramamak bence ikinci sınıf bir kader anlayışı. Birinci sınıf bir kader ise yola çıkıp o yolun yolcusu olmaktır.

SİBEL ATEŞ YENGİN
Akşam, 5 Şubat 2012

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI