Server Tanilli'nin "Çağdaşımız Victor Hugo Bir Dahinin Portresi" adlı yapıtı Adam Yayınları tarafından yayımlandı. 19. yüzyıl Fransız edebiyatının bu ünlü dahisinin yaşamı tüm dünyaya örnek oluşturacak nitelikte. Tanilli'nin bu önemli yapıtını değerlendirdik sizler için.
Hugo (1802 - 1885), "Ode"larından (bestelenmek amacıyla yazılan küçük lirikler) birinde, şöyle diyor: "J'errai, je parcourus la terre avant la vie." (Doğmadan önce gezip dolaştım dünyayı). Önce kralcıydı, sonra katolik oldu, en sonunda özgürlükçü.
Kralcı şair Victor Hugo, her türlü yürekli deyişten yoksundur. Özgürlükçü Hugo, gerçek bir savaşımcı oldu, yürekli bir şair olarak tüm gençlere örnek gösterildi. Özgürlükçü Hugo, döneminin, atılımcı bir yazın akımı olan romantik okulun başına geçti. 1820'den başlayarak, şiiri, tiyatroyu, romanı, eleştiriyi denedi ve yazının çileli yollarını taçlarla döşedi.
1830'da, romantizm, gerçek bir utkuya ulaşmıştır. Denebilir ki, romantizmin utkusu, Victor Hugo'nun utkusudur. "Legitimiste"likten (meşruti krallık, anayasal hükümdarlık) özgürlükçülüğe, özgürlükçülükten demokrasiye varan Hugo, insanlığın kurtuluşu için savaşım vermiş, bütün Avrupa'nın en soylu "yazar ve şairi" ününe kavuşmuştur. Öyle ki, öldüğünde, cenaze törenine, tüm uluslardan temsilciler katılmıştır.
O, evrenin güzelliklerini, aşkın soyluluğunu ve insanlığın sefaletlerini derinden duyumsamış, "yüzyılın efsanesi" sanını almıştır. Ona karşı çıkanlar da oldu, ama hiçbir eleştirmen, yapıtlarının etkililiğini ve beşeriliğini yadsıyamadı.
Victor Hugo, yazınımızda Batılılaşma başladığı sıralarda tanınmıştır. Tanzimat'la birlikte başlayan çeviri, Batı yazınının türlerini kazandırmak amacına yönelikti. Bilindiği gibi, ilk çeviri, Fenelon'dan, Yusuf Kâmil Paşa'nın çevirdiği Telemak'tır. İkinci çevrilen yapıt, Victor Hugo'nun Sefiller'idir (Les Miserables). "Miserable" sözcüğü, Fransızca bir sıfattır. "Mutsuz, acınacak durum, zavallı, yoksul, değersiz, bayağı, alçak, sefil" gibi anlamlar içermektedir.
1862'de, Münif Paşa, Ceridei Havâdis'de, romanı özetleyerek "Mağdurin Hikâyesi" adıyla tefrika etmiştir. Yapıtı, daha sonra, Şemsettin Sami (1850-1904), 1880 yılında "Sefiller" adıyla çevirmiştir. Yazınımızda, bundan sonra, hep bu adla anılmıştır. Münif Paşa'nın (1828-1910) çevirisi, ağdalı bir dille yapılmıştır, ama Şemsettin Sami'nin çevirisi, halkın konuşma diliyledir. Yapıtın son ve eksiksiz çevirisi, Cenap Karakaya tarafından yapılmış ve Sosyal Yayınlar'ca yayımlanmıştır (1982).
Kısacası, Victor Hugo, yazınımızda ilk tanınan Batı yazarlarındandır. Buna karşın, Hugo hakkında, ciddi bir çalışmaya rastlamak olanaksızdır. Sanırım, ilk ciddi araştırma, yine bir çeviridir. Eğitim tarihimizin büyük eğitimcisi Hasan Âli Yücel'in başlattığı klasik yayınlar arasında Andre Bellessort'un Victor Hugo adlı araştırmasıdır bu. Araştırmayı, Sabiha Rifat çevirmiştir (1959). Bu geniş araştırmadan başka ciddi bir araştırma yok elimizde.
Üniversitelerimizde, Fransız Dili ve Edebiyatı Enstitülerince, ciddi birkaç deneme yapılmıştır. Ancak, Hugo'yu, tüm yönleriyle araştıran oylumlu bir yapıta rastlamadık. Şimdi, elimizde, her yönüyle araştırılmış bir Victor Hugo var.(*) Server Tanilli'nin "Çağdaşımız Victor Hugo" adlı yapıtı, Hugo'nun 1789 Fransız Devrimi'yle koşut yaşamını içeriyor.
B. Le Breton'la B. Benoit Levy, Hugo'yu "La Legende des Siecles" (Yüzyılın Efsanesi) diye tanımlamışlardı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, o, hukuka bağlı kralcılıktan özgürlükçülüğe, özgürlükçülükten demokratlığa yükselmiş, giderek emekçilere eğilim gösteren fırtınalı bir siyasal yaşam geçirmiştir. Şair, romancı, oyun yazarı olarak romantizmin en büyük temsilcisi sayılmıştır.
Güçlü bir istence sahip olan Hugo, zaman zaman aşka bağımlı olan ruhunun coşkularını yansıtan, zaman zaman evrenin büyüleyici güzelliklerine kapılan, her zaman insanlığın acılarını şiddetle duyumsayan, acıma ve isyan duygularıyla dolu, insanlığın geleceğine coşkuyla güvenen, din, tarih ve ahlak konularında kendine özgü düşünceler taşıyan, arınmış gerçekliği bulmak için savaşan bir şiirin sahibi olduğundan, böyle tanımlanmış olmalı.
Hugo, ekinsel varlığını besleyen bu kişisel öğeleri, tüm evrensel sesleri yansıtan şiirinde bütünleştirmiştir. Onun şiiri, insanlığın tüm acılarını yansıtan bir orkestra gibidir. Erişilmez imgelemler, eğretilemeler, iç ve dış yapı uyumu, ezgisel etki, beşeri coşkuyu en ekonomik biçimde yansıtan sözcük dokusu, onun şiir dehasını yansıtır. XIX. yüzyıl Avrupalısının, özellikle Fransız yurttaşının tüm duygularını ardı ardına yansıtmıştır. Yüzyılın sürekli değişimine, bilgece uyum sağlarken, tüm Avrupa'yı saran özgürlük ateşinin tutuşturucusu olmuştur. Özgürlükçülüğü, bir insancıllık olarak algılamıştır.
Server Tanilli, araştırmasında, onun toplumsal değişimle birlikte yükselen savaşımını ve sanatını inceliyor. Tanilli'nin araştırmasının önemi burada. Halkçılığa, insancılığa yükselen bir yaşamın destanını belgeliyor Tanilli. Victor Hugo'nun yurduna duyduğu aşkı, yoksullara yakınlığını, emekçilere ilgisini, doğa karşısında duyduğu coşkuyu, sonsuzluk karşısında ruhunun derinliklerinde doğan imgelemin zenginliğini, tutkulu aşkını, aile ocağının güçlülüğünü, insanlığın geleceğine yönelik olumlu umutlarını, Tanilli, derin felsefî ve tarihsel bilgisiyle anlatıyor. Çağdaşımız Victor Hugo'nun, Türk devrimcisine yapacağı katkı, gerçekten büyük olacaktır.
Kralcı Victor Hugo
Victor Hugo, yazının dünyasına bir kralcı olarak girmiştir. "Odes et Poesies Diverses" (Değişik şiirler ve lirikler) adlı seçkinin içinde, Hugo'nun XVIII. Louis için yazılmış bir şiiri de vardır. Louis, bu şiiri çok beğenmiş ve yanına "şahane" (imperial) diye yazmıştır.
Ak saçlı Kral davran, vakit dar,
Bir Bourbon atalarının koynuna dönmek üzere
Koş gel yaşlılığının umudu oğluna,
Senin ellerin kapıyacak onun gözlerini
diye sesleniyordu XVIII. Louis'ye. Kral, bu şiirden çok etkilenmiş olmalı ki, ona, kendi ödeneğinden, yılda bin Frank geçimlik bağladı.
Hugo, halkın içinden çıkmıştır. Server Tanilli'yi etkileyen her olgu, halka yöneliktir. Sanırım, Hugo'yu da, bunun için seçmiştir. Hugo, "Küçük bir esnafın avlusunda başladı günlerim." (Dans une humble roture ont commence leur cours.) diyor. Yoksulluklar içinde geçen yaşamların tanığıydı yani.
Yirmi yaşına geldiğinde, şiirle ilgilenenlerin dikkatini çekmişti. Şiirinde, aşk ve halkın özgürlüğü vardı. Fransız Akademisi'nin açtığı bir yarışmada dereceye girmiş, Toulouse'da bulunan ve her yıl şiir yarışmaları düzenleyen "Jeux Floraux Akademisi"nde üyeliğe seçilmişti. Şiirin yanında, öyküyle de uğraşıyordu. Yazının hiçbir dalı, ona yabancı gelmiyordu.
Kardeşi Abel'le birlikte, "Le Conservatour Litteraire" (Koruyucu Yazın) adlı bir dergi kurmuştu. Bu dergide yayımlanan "Bug Targal" adlı öyküsü, Chateaubriand'ın dikkatini çekmiş, onu Londra Büyük Elçiliği'ne almak istemişti. Hugo için, Chateaubriand (1768-1848), erişilmez bir ustaydı. Defterlerinden birine, onun hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle belirtiyor: "Ya Cheteaubriand olurum ya hiçbir şey!"
Hugo'nun babası, bir doğramacının oğludur. 1793'te, yirmi yaşındayken, Vendee'de, kralcı bir ayaklanmayı bastırdığından, daha sonraki yıllarda Napoleon Bonaparte tarafından "general" yapılmıştır. General babasının görevi gereği, çocuk yaşta İtalya'yı ve İspanya'yı görmüştür. Onun şiirinde, bu çocukluğun büyük etkileri vardır.
İhtilalci babasına, son derece düşkündür. Bir şiirinde, "Küçükken, bir büyük adamı gördüm, babamı." (J'ai vu quelqu'un de grand, mon pere). Kaynağında, Hugo'da aile sevgisi üst düzeydedir. Annesini de çok sever. "Contemplations" (Temaşalar), annesini anımsayınca, " Te vous baise, au, pieds froids de ma mere endormie" (Sizi öperim, merhume anamın soğuk ayakları) diye yazıyor.
Beş yaşındayken, annesiyle birlikte, İtalya'ya, dokuz yaşındayken İspanya'ya gitmiştir. Fransız orduları, Avrupa'nın tüm ülkelerini ele geçirdikçe, general babası da, birliğinin başında oralara gitmiştir. General, uzun süre kalmak zorunda olduğu yerlere, ailesini çağırmıştır. Bu geziler, Hugo'nun üzerinde derin izler bırakmıştır.
Romantizmin başlıca öğelerinden olan "yabancı ve sıcak ülkeler doğasını işlemek" ilkesi, Hugo'da, bu Akdeniz ülkelerinin doğası olarak gerçekleşmiştir.
Oysa, Chateaubriand'ın yapıtları, yeni dünyaya yöneliktir. Atala ile Rene adlı romanları, Amerika kıtasında geçen olayları anlatır. Amerikan yerlilerine özgü izlenimler, özellikle Rene'de zengin betimlemelerle anlatılır. Chateaubriand'ın "Voyage en Amerique" (Amerika'ya Gezi) adlı yapıtıyla, bir Kızılderili destanı olan "Les Natçez" (Naçezler), romantiklerin yabancı doğaya duşkünlüklerinin örnekleridir.
Bernardin de Saint Pierre (1737-1814), bir doğa düşkünüdür. Sadece "Etudes de La Nature" (Doğa Araştırmaları) adlı yapıtından söz etmek, Saint Pierre'in doğa düşkünlüğünü belirtmeye yeter. Onun, tüm Batı yazınına örnek olmuş ünlü romanı "Paul et Virginie" (Pol ve Virjini), sıcak ülkelerin doğasına özgü betimlemelerle, okuru büyüler. Madagaskar adasının tüm bitki örtüsünü görürsünüz bu romanda.
Büyülü İspanya
Hugo, Akdeniz'in ötesinde sıcak ülkelere açılmamıştır. Ama, İtalya'yla İspanya'dan derin izler taşır. "Ruy Blas" adlı ünlü şiiri, bu izlenimlerin ürünüdür. 1811 de, babası İspanya'dadır. Ailesini Madrit'e çağırır. İspanya'ya giderken, uzaktan Fontarable koyunu görür. Bu koyu anlatırken, Fransızca'nın uyak kullanımındaki zenginliği sezer. Tevrat'ta adı geçen kör adam Tobie, ona seçkin bir ruhsal imge yakalamasını sağlar:
Ölü gözlerini açan balık, yaşlı Tobie'nin,
Oynuyor derin sularında Fontarable'nin
(Le poisson qui rouvrit l'oeil mort du vieux Tobie
Se joue au fond du golfe ou dort Fontarabie)
Denebilir ki, romantizmin temel öğelerinden olan yabancı ülkeler doğasının coşkusunu, İspanya ile duyumsamıştır. İnsanı tüm yaşamınca esrikleştiren, büyülü İspanya kaynaklarını her zaman düşlemiştir.
Romantizmin değişmez tezi olan "her şeyin üstünde aşk" ilkesini, yaşayarak öğrenmiştir. Fırtınalı aşklara açıktır yüreği. Sekiz yaşındayken Latince öğrenmeye başlar. Tacitus'u, bu yaşta okuduğunu yazıyor. Juvenalis'i okuduğunda on yaşındaymış. Vergilius'tan, aşkın en büyük insani duygu olduğunu öğrenmişti. Sanırım, seven insanın duyarlığını, aşkın bir erdem olduğunu, Hugo, romantik okulun bir öğesi olarak değil, kendi altyapısının sonucu geliştirmiştir.
"Les feuilles d'automne" (Güz Yaprakları) adlı şiirindeki şu dizeler, aşkı nasıl algıladığını gösteriyor:
Ey düşlem, güç ve incelik çağı,
Bir giysinin geçmesini beklemek akşamları,
Öpmek atılan bir eldiveni!
Ummak yaşamdan, yaşamı, aşkı, gücü ve ünü,
Onurlu, yüce arınmışlığı ve her türlü temizliği!
"Güz Yaprakları"nda, nişanlısına yazdığı mektupları, "Ey benim sevda, erdem ve gençlik mektuplarım" diye niteliyor. Bu mektupların birinde, romantik yazının insancıl öğesinin aşkla aynı ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Nişanlısına, "Keşke, benim huyumu bilseydin! Keşke, geçenlerde, benimle nasıl alay ettiklerini kulaklarınla işitseydin. 'Karını, sana ihanet ederken yakalarsan, onu öldürmez misin?' dediler. 'Onu öldüreceğime kendimi öldürürüm' dedim" diye yazıyor.
Bu, Hugo'nun yaşama saygısının gereğidir. Onun, her türlü öldürüme karşı olduğu biliniyor. Meclis'te, idam cezasının kaldırılması için verdiği ateşli söylevler, Fransız Parlamentosu'nun tutanaklarında, bugün bile, seçkin bir yer tutar.
Yazarlık ve şairlik
Hugo, yazarlığı ve şairliği, insan zekâsının en yüksek derecesi olarak kabul eder. Ona göre, esine (ilham) bağlı kalınamaz. Esin denen başına buyruk sultanı, şaire boyun eğen bir köle yapmak gerekir. 1828'de, "Odes et Ballades" yayımladığında, tüm eleştirmenler, yazdığı her konuda derin araştırmalara girişmiş bir ustayla karşı karşıya olduklarını yazmışlardır.
Şairin görevi, "toplumu ilgilendiren olayları ele almak"tır. O, Lamartine (1790-1869) ve Vigny (1797-1863) gibi, salt aşkın, Tanrı'nın ve acı'nın şairi olmadı. Toplumsal olanla yakından ilgilendi. Namık Kemal (1840-1888), "Sanat toplum içindir" savını, Hugo'dan almıştır. Celâleddin'in Önsöz'ü, tümüyle Cromwell'in Önsöz'ünden esinlenilerek yazılmıştır.
Hugo, romantizmi özgürlükten başka bir şey olarak kabul etmez. Ona göre, romantizm, yazında liberalcilikten başka bir şey değildir. "Sanatta özgürlük, toplumda özgürlük! İşte, doğru düşünmeyi öğrenmiş insanların aynı hızla yönelmeleri gereken ülkü" diyor.
Fransa'nın değişen yapısı
Kralcılıktan bu aşamaya gelen Hugo, Fransız Devrimi'nin zikzakları karşısında yolunu şaşırmıyor. Server Tanilli, Hugo'nun bu kişiliği karşısında, herkesin saygı duyması gerektiğini biliyor. 1789 Devrimi, yeni umutlar yeşertmişti. Burjuva sınıfı, yoksul köylüyle ve emeği sömürülen işçiyle bağlaşık olarak hareket etmiş, Fransa'nın yapısını değiştirmişti.
Ne ki, burjuva sınıfı, siyasal iktidarı ele geçirince, köylüleri ve işçi sınıfını terk etmişti. Ekonomik eşitliği tümüyle unutmuş, salt hak eşitliğine dayanan bir Yurttaşlar ve İnsan Hakları Bildirisi yayımlamıştı. 1830'e gelindiğinde, topraksız köylü, Paris'e akın etmeye başlamış, büyük kentlerde, işsiz köylüler yığılmıştı.
Kral X. Charles, işçi sınıfının isteklerini karşılayamaz. Yeni seçilmiş Meclis'te özgürlükçü kıpırdanışlar vardır. Özgürlükleri susturmak için Meclis'i kapatır, basın yasasını ortadan kaldırır. Ancak, ayaklanmalar durmaz. İşçilerle güvenlik güçleri çarpışmaya başlarlar. 1830 Devrimi patlar. 31 Temmuz 1830'da, Louis Philippe, Cumhuriyetçileri dışlayarak kral olur. Philippe, kral olarak ilan edildiği gün, eski soylu sınıfın sürüp gelen egemenliğine kesin darbeler vurulmaya başlanır.
Anayasal krallık dönemi başlamıştır. Siyasal özgürlükler, hoşgörü ile karşılanır. Ancak, kısa sürede, yeni devrimin, işçi sınıfına karşı davranışları görülür. 1834'te, Transnonaien Sokağı'ndaki işçi kıyımı, Fransa'nın en kanlı günlerinden biri olarak anılır. Bu gidiş, Fransa'yı 1848 Devrimi'ne götürür. Victor Hugo, bu gelişme sürecinde, giderek toplumcu görüşler kazanır.
Hugo, salt, bireyin acılarını dile getiremez. O, ezilen tüm savunmasız ulusların hizmetine sunar şiirini. Yunan, İtalyan ve Leh halklannın çektiği acıları, İrlandalının haçının üzerindeki kanı, ruhunun tüm derinliklerinde duyar.
Başlangıçta, tüm Avrupa halklarını ezip geçen ve "eşitlik tanrıya aykırıdır' diyen Napoleon Bonaparte'a hayrandı. Napoleon ki, herkesi eşit yapmanın adalete aykırı olduğunu, sonra efendilere hizmet edecek kimsenin bulunamayacağını ileri sürüyordu. Hugo, özgürlükleri kısıtlayan, giderek yasaklayan bu kahramanına saygısını geri çekmiştir.
Madam de Staeel'in (1766-1817) sürgünü ve düşünceleri de, bu tutumunda etkili olmuştur. Cumhuriyetçi olmasına yol açtı bu gelişmeler. Server Tanilli, onun bu gelişimini, verdiği yapıtlarla evrensel özgürlüğe katkısını göz önüne alıyor. O Hugo ki, yaşamı ve toplumu yenileyen tek kurumun sanat olduğunu ileri sürmüştür.
Server Tanilli, ekinsel derinliğiyle, Hugo'nun tüm yapıtlarını okumuş, onun hakkında yazılanları irdelemiş, özgürlüğe ve kardeşliğe adanmış bir yaşamı yüceltmiştir. Server Tanilli'yi ilgilendiren Hugo, evrensel değerleri yücelttiği gibi, insancıl yeni değerler yaratan Hugo'dur da, Hugo için özgürlük, bireysel bir istem değildir. Halkların gereksinimidir özgürlük.
Hugo, Fransız dilinin tüm zenginliğini kullanmış, bu zengin dile yeni katkılarda bulunmuştur. Fransız dizesinin tüm ölçülerini, koşuğun tüm biçimlerini denemiştir. XIX. yüzydın kuramcı eleştirmeni Sainte Beuve, 1832'de, Hugo için şöyle yazıyordu: "Biz, önünde eğilen bir kamış gibiyiz, esintiniz, bizi devirmeye yeter."
Toplumcu Hugo
3 Haziran 1841'de, Fransız Akademisi'ne üye olarak seçildi. O gün, Hugo'nun yapacağı konuşmayı dinlemek için, Paris'in kalburüstü baylarıyla bayanları, Akademi salonunu doldurdular. Hugo, sözlerine Napoleon'u överek başladı. Akademi'ye seçilirken, siyasal amaçlarını da belirtiyordu. Hugo, toplumsalcı değildi, ama toplumcuydıı. Toplumun sorunları için vardı yazarlar. Lucrece Borgia'nın önsözünde, tiyatroyu bir toplum kürsüsü olarak tanımlıyor. Hugo, her yazınsal yapıtı, toplumsal bir eylem olarak görüyordu.
1830 Devrimi'nden 1848 Devrimi'ne yol alırken, Hugo'nun sözcük ekonomisinde, önemli değişiklikler görülür. "Halk" kavramı, yerini "ulus" kavramına bırakmıştır. Hugo, Akademi konuşmasında, siyasal iletisini vermiştir. 1845'te, Philippe, onu ayan üyeliğine atar. Bu görevini, 1848 e değin sürdürmüştür. 1848'de, seçim yoluyla gelir Parlamento'ya. O yıl Fransa yeni bir devrime gebedir.
1845-1847 yılları arasında, Fransa, tarıma bağlı ağır bir ekonomik bunalım geçirmiştir. Tarım ürünlerinin ederleri yükselmiş, kentlerde ekmek bulunamaz olmuştu. Kentlerin kenar mahallelerinde yaşayan işçiler, ağır bir yoksullukla karşı karşıya kalmışlardır. 1848 Şubat'ında, köktenciler ve demokratlar, toplantı özgürlüğünün kısıtlanmasını kınamak için şölenler düzenlediler.
Louis Philippe, paralı oy yoluyla, kendisine uygun bir meclis oluşturmak istiyordu. Bu durumu önlemek amacıyla, Armand Marrot, gazetesinde, halkı gösteriye çağırdı. 22 Şubat'ta, gençlik ve işçiler eylem birliği yaparak reform istediler. Kral, istekleri değerlendireceğine, göstericilerin üzerine orduyu gönderdi. Ordu ile halk karşı karşıya geldi. Direnişçiler utkuya kavuştu. Kral, tahtını bırakıp kaçtı. Cumhuriyet ilan edildi.
25 Mart'ta, bir "Kurucu Meclis" kurııldu. Fransa'da, burjuva demokratik devrimi tamamlanmıştır. İşsizler için ulusal atelyeler oluşturuldu, "çalışanlar için bir hükümet kurulu" kuruldu. "Kardeşlik" kavramı, tüm ülkede yaygınlaştı.
Kurucu Meclis, 23 Nisan 1848'de, seçime karar verdi. Sol siyasa adamları, köylerdeki durumu gözeterek seçimi geriye bırakmak istediler, ama başaramadılar. Seçimlerde, yeni mecliste, sadece 24 isçi vardı. Soylularla burjuvalar egemendi Meclise. 23 Haziran'da, atelyelerin kapatılması üzerine, halk "ya ekmek, ya kurşun!" haykırışlarıyla sokaklara döküldü. Hükümet, bu ayaklanmayı kanlı biçimde bastırdı. General Cavaignac'a diktatörlük yetkisi verildi.
10 aralık 1848'de, yeniden seçime gidildi. Louis Bonaparte, başkan seçildi. Hugo da Meclis'tedir. Yeni Meclis'in, ilk iş olarak, eğitimi, yeniden Kilise'ye vermesi, Hugo'yu solculara yaklaştırır. 9 Temmuz 1849'da, Hugo söz alır ve yoksulluklar üzerine bir konuşma yapar. Burjuva milletvekillerinin gözlerine bakarak "Zamanımızın ve tüm zamanların gerçekliklerinin bir bölümü, sosyalizmin temelinde var" der.
Ne ki, romantik tavrını koymayı da unutmaz: "Sosyalizmin düşleri, İncil'in hükümlerinin yaşama geçirilmesiyle boğulur." Düzen Partisi'nin milletvekili olmasına karşın, partisinin laiklik ve ulusalcılık siyasalarına karşı çıkar. 1850'de, ilköğretimin zorunlu olması için savaşır. 1851 'de, Olay adlı gazetenin sahipleri olan iki oğlu, idamın kaldırılması konusunda yazılar yayımladıklarından tutuklanırlar.
21 Aralık 1851'de, Napoleon taç giyer. Bu törenden yararlanılarak Başkan'ın karşıtları tutuklanırlar. Ordu, bir darbe yapmak istemiştir. Sokaklarda barikatlar kurulmuştur. Hugo, halkı destekler. Kral, onun da tutuklanmasını buyurur. Hugo, bu emri duyunca, Belçika'ya kaçar. 12 Aralık'ta Brüksel'dedir.
Fransa, yeni bir Bonapartizmi yaşamaktadır. Başkan, sınıflar arasında, kimi zaman oyunlarla, kimi zaman baskıyla, kimi zaman öldürümle denge sağlayıp yeni düzeni oturtmaya çalışır. Kaynağında, burjuva karşı devrimi yapılmıştır. Almanya'da Bismark, Rusya'da Stolipin, Napoleon'u izlerler. Bismark, yeni silahlar üreterek Fransa'ya üstünlük sağlamıştır. Almanya ile yapılan savaş, Sedan yenilgisiyle son bulmuştur. Alman orduları, Paris'e girmişlerdir.
Paris Komünü, bu gelişmeler karşısında, 8 Şubat 1871'de, yapılan seçimlerin sonucunu beğenmez, iktidara karşı içsavaş başlatır. 72 gün sürmüştür bu savaş. Hugo, bu olaylar üzerine ülkesine döner. On dört yaşındaki oğlunu yitirmiştir, acılıdır. Bu arada, "Komün, kötü savunulan iyi bir iştir" diyerek komüne sahip çıkar.
Yenilgi üzerine, Komüncülerden kimileri Belçika'ya kaçarlar. Belçika hükümeti, sığınmacıları kabul etmeyeceğini bildirir. Hugo, bu kararı protesto eder. Hükümete karşı bir demeç verir: "Yasadışı sayılan bir insanın evime girmeye hakkı vardır. Evime gelip bir komün kaçağını almak isteyenler, beni alacaklardır."
Belçika hükümeti, Hugo'yu sınırdışı eder. Önce Lüksemburg'a sonra İngiltere'ye geçer. Komüncülerin bağışlanması için etkili bir savaşım verir. Ama, yenilgiye uğramıştır.
Gündüzle gecenin savaşı
22 Mayıs 1885'te öldüğünde, Avrupa'nın bütün hükümetleri adına resmi temsilcileri, cenaze törenine geldiler. Fransız gazeteleri, ölüm haberini manşetten verdiler. "Hugo öldü, gündüzle gecenin savaşı bitmiştir" diye atılan başlık, Victor Hugo'nun yazar ve şair olarak etkisini gösterdiği gibi, toplumsal sorunların önündeki savaşımını da kapsıyordu.
Tanilli, "Ulusu kutsallaştıran Hugo"yu, toplumsal gelişme yasalarına göre sürekli devrim koşusu yapan Hugo'yu, bu büyük araştırmasıyla selamlıyor.
Ve Sefiller... Yayımlandığında, "Toplumcu roman" türünün en soylu örneği olarak nitelenmişti. Hugo, yapıtını bitirdiğinde, "Dante, şiirle bir cenennem yarattı, ben, gerçekle bir cehennem yapmaya çalıştım" demiştir. Sefiller, hem sevilmiş, hem övülmüş, hem de yerilmiştir.
Dindarlar, Hıristiyan ahlakının konuş biçimini saygıyla karşılamışlardır. Özverilerle günahlar bağışlanır, sızlanmadan acı çekilir acının erdemi somutlanır. Bu duygulardan her gün biraz daha uzaklaşan Hıristiyan gençleri için, çok önemli bir roman olarak algılanmıştır. Ne ki, Lamartine gibi, Jacoben düşüncelere sahip yazın adamları, Sefiller'i, "namussuzların destanı" olarak tanımlamışlardır.
Kilise çevresi, romanı sevmiştir. Jean Valjean'ın serüveni, yazgılarının kurbanı olan kimselere, hapiste ve hapisten sonra, gerekli yardımın yapılmasının toplumsal bir görev olduğunu kiliseye kabul ettirdi. Kuşkusuz, Javert'in başarısızlığı ve intiharı da, devlet kurumuna saygı duyanlan çok rahatsız etti. Ama bir gerçek var, Sefiller'de, XIX. yüzyıl Fransız toplumunun tüm kesitleri yer almıştır.
Herkese şunu iletmiştir Hugo: Toplumu yeni baştan kurmak gerekiyor. Bu iletiyi hâlâ geçerli gördüğü için mi, Server Tanilli gibi saygıdeğer bir hukukçu, sabırlı bir toplum tarihçisi, çağdaş bir düşünür, Sefiller'i, bir destan olarak niteliyor?
Bir bakıma, "Sefiller gibi bir anıt olmasa, XIX. yüzyıl Fransa'sı anlaşılamaz" diyenler, Server Tanilli'nin araştırmasını okuduklarında, haklı çıkacaklardır.
(*) Server Tanilli, Çağdaşımız Victor Hugo, Bir Dâhi'nin Portresi, Adam Yayınları, 2002 Eylül, İstanbul.
VECİHİ TİMUROĞLU
Cumhuriyet Kitap, Sayı 663, 31 Ekim 2002

ŞİİRLERİ