(.....)
B E L G R A T
24 Nisan 1969
Belgrat'ı bu üçüncü görüşüm. 5'de uyandım, hemen de sokağa çııktım. Jedan Smer (bunun bir sokak adı olmadığını, tek yön demek olduğunu sonra öğrendim) baştanbaşa özel arabalar dolu. Gazeteciler bir yana, açık hiçbir yer yok. Ama otobüsler işliyor. Heryerde elektrikler yanıyor. Ama aydınlık saat 5'de Belgrat. Bir tabela: Centar Grada. Büyük süssüz, uzun bir köprüden Tuna'ya bakıyorum. Duru. Hiçbir kımıltı yok.
Uzakta bir gökdelen diklemesine suya düşüyor.
Tuna kıyısında vapurlar, motorlar, kayıklar duruyor. Ama kimse görünmüyor. Köprüden boyuna taşıtlar geçiyor. Belgrat'ın neresindeyim? Bilmiyorum. Yoldan geçen birine istasyonu sordum. Hiçbirşey anlamadı. Üç dilde de anlamadı. İşi işarete döktüm, nafile. Köprüyü bırakıp caddelere sapıyorum. Bir cadde: Vulkanzer. Belgrat'da eski diye birşey yok hemen hemen. Birden Belgrat'ın en eski bir semtinde oturduğumu Ortodoks Katedralini görünce anladım. Bir XIX. yüzyıl semti. Belgrat'ın en güzel sokakları da burada. Khez Cnme Mapkobnha'ya, en güzel bir sokak diye bakıyorum. Böyle birdenbire güzel blr sokakta
olduğuma sevindim. Bir zaman sıkılmam artık.
Hep eski yapılar, eski olabildikleri kadar eski. Ortodoks Katedralinin saati altıya çeyrek var. Yalın bir yapı. Kubbeli, kemerli taştan, blr barok. Beş işçi birinin elinde küçük bir radyo durmuşlar konuşuyorlar, radyo çalıyor. Yazık güzelim sokağı bir cadde kesti. Anlamsız ve hiçbir güzelliği olamayan bir cadde. Küçük, merdivenli ve Tuna'ya
inen bir sokağa saptım. Sokağı iniyorum. Belki
de Sava'ya. Halâ duruk Tuna ve anlamsız. Sıkıldım, otele döndüm.
25 Nisan 1969
Park. Birden önüme çıkan bu parka bayıldım.
Belki ilk kez ben parkı uyandırıyorum. Ağaçlar,
kuşlar, çimenler ve ben. Parkın çeşmesini açtım.
Açık bırakarak da yürüdüm. Suyu mu uyandırdım? Parkda elimde kalem, defter dolaşıyorum. Park bir müzeye çıktı. Voini Müze. Bütün sevincimi yitirdim. İlk sokağa vurdum: Mihaila. Sevincim arttı. Güzel bir sokak Mihaila. Bakıyorum: çokdan uyanmış hali var sokağın. Devimli. Ne
yeni ne eski. Bir adam elimde defter kalemle
dolaşan bana bakıyor. Mihaila'yı Pariska kesiyor.
Saat 6.30 her yer açıldı. Küçük bir meyhaneye girdim bir erik rakısı söyledim. Rakıyı yudumluyorum. Beş kişiyiz, ikisi kadın. Hiçkimse konuşmuyor. Hepimiz düşünüyoruz. Üç işçi daha geldi birer rakı söylediler, bir yudumda da içip gittiler.
Beş zarf aldım, beş mektup yazdım.
Otele bir başka yoldan döneyim dedim önüme pazar çıktı: Zaneni Venac. Bayılırım pazarlara. Dolaşıyorum. İki Deveci elması aldım, sulu ve sarı. Yiyerek pazarı dolaşıyorum. Yapısı oldukça eski bir yapı pazarın ve cıvıl cıvıl.
Öğleden sonra
Vasko Popa ile. Yugoslav şiiri benim için Vasko Popa ile Oskar Davitcyo. Oskar Davitcyo'nun yazık ki pek az şiiri çevrildiği için daha çok Vasko Popa’yı tanıyorum. Yugoslav ozanları içinde en ünlüsü de o. Segers yayınlarından Renda-moi mes chiffons 1959 da çıktı. Yenileyin de Penguin'lerden Selected Poems’leri çıktı. Popa odasına
aldı beni. Bulvara bakan güzel, küçük ve lüks
bir oda. Ufacık pırıl pırıl bir masa. Bunun üstünde mi yazıyorsunuz? diye sordum. Evet, dedi.
Popa, Michaux, Char, Ponge çizgisinde yazan bir ozan. Şiirleri kaba anlamda toplumsal değil. Bir
iç dünya şiiri. Partiyle de ilgili değil. Oskar Davitcyo gibi ozanların partiye bağlanmalarını, siyasal görüşlerinin, şiirlerine vurmasını doğrulamıyor. Kısaca güdümlü şiirden yana değil. Nâzım Hikmet’i Sırpcaye ilk Popa çevirmiş. tanışmışlar da. Makinelerin evreni ilgilendiriyor Popa'yı.
Ama soyut bir evren bu. Şimdi de kentler üstüne bir kitaplık şiir yazmayı düşündüğünü söyledi. Dergilerde yayımlamıyor pek. Bir yayınevinde çalışıyor. Odasına çekilmiş bir ozan, gibi geldiği için - Sürgünlüğü seçmişe benziyorsunuz, dedim. Pek değil, yalnız dışarıyla pek ilgili değilim, o kadar, dedi. Gerçekten de öyle. Şiirin dışında,
başka türlerde hiç bir şey de yazmamış. Yavaş yazan bir ozan Popa. Fransız şiirini iyi biliyor. Betimsel şiire karşı, daha çok bir içkonuşma şiiri Popa'nın şiiri.
26 Nisan 1969
Tito’nun evini, çalıştığı yeri gördüm uzaktan.
Bütün semtte kimseler yoktu. Tito sanki sürgünde yaşıyordu. Salt, nöbetçilere rastladım. Askerî bir karargâhta dolaşıyorum sandım. Yugoslavlar için Tito'nun bir dokunulmazlığı var. Bir o seviliyor. Üsküp’de bu saygıdan sıkıldığım için birine Tito üstüne espiriler yapılıp yapılmadığını sordum. Yapılmıyordu. Bir kilise saygısı gibi bir şey duyuluyor ona : Kutsal bir yapı, bir kitap gibi. Her yerde onun resmi, onun pulu, onun sözü.
Bu da beni Tito'ya karşı çıkmaya götürüyor durup
dururken. Tito sankı ulular arasına karışmış, sokakların, evlerin, günlük yaşamanın dışına atılmış.
Mahallemi dolaşırken bir kahveye rastladım.
Tabelasında bir soru işareti var. İçeriye baktım,
korkunç güzel. Ortodoks katedralinin karşısındaki bu meyhaneyi merak ettim. Bir kitaptan kilisenin papazı kilisenin karşısına meyhane açılamıyacağı gerekçesiyle belediyeye başvurarak tabelasını indirttiğini öğrendim. Adam bu kez tabelasına bir soru işareti (?) koymuş. Bugüne
değin de öyle kalmış. Belgrat'ın en güzel kahvesi kuşkusuz, Soru İşareti Kahvesi. Girip bir erik rakısı, bir kahve içtim.
Uapa Naeapa sokağı : Baştan başa özel araba. Payahnyka sokağı : İki sıra araba. Bir vitrinin önünde durdum. Sonra da girip iki puro. bir kutu çay aldım. Otele döndüm. Holde kızlar bekliyor. Yiyecek gibi de bakıyorlar. Biri içimi çekmedi. Yazık! Yugoslavya açık bir toplum olmaya özeniyor. Kendi kendine yönetim'in koyduğu bir yöntem bu. Beş kişi birleşip bir mağaza, lokanta,
banka, otel açabiliyor. Dışarıyla ticaret yapabiliyor. otomobil, kahve, bar kızı getirtiyor. Devlet
karışmıyor. Onun için oteli işletenler kızları da
otelin kadrosuna katmışa benziyorlar. Turistik
bir anlam. Bu da beni tiksindiriyor.
Oskar Davitçyo otelden beni aldı evine gidiyoruz. Davitçyo Yugoslav Komünist Partisinin iki en büyük organında görevli. Güdümlü bir ozan. Sosyalist bir ülkede Marxisme'in dışında bir şiir yazılmasını anlamadığını söylüyor. Aragon gibi bir partili olduğu için bunu doğal da buluyorum. Yugoslavya'da sansürün olmadığını söylüyor. Yalnız faşizmi, kapitalizmi, ulusculuğu övmek yok, diyor. Sansür salt açıksaçık yayınlara konuluyor. Davitçyo zayıf, sıkıntılı yüzlü, enikonu da esmer. Hep sinirli bir hali de var. Davitçyo daha çok romanlarından kazandığını söylüyor. Bu da yetiyor, diyor. Evi güzel. rahat bir ev. Duvarda çağdaş ressamlardan resimler, Belgrat'ın eski halini gösteren gravürler. Davitçyo
hep önüne bakarak konuşuyor ve hep fularla, deri ceketle dolaşıyor. Ününü gerçeküstücü şiirle yapmış. Şimdiki şiirlerinde Eluard'la Aragon'nun çizgisi seziliyor.
Gece
Büyük bir otelin kaberesi. Salonda striptiz yapılıyor. Üç Çek kızı soyunuyor. Daha çok yabancılar var. İç içe salonlar. Roulet, bakara, langırt salonları. Oldukça büyük paralar dönüyor ortada. Rulet'de bir dolar kaybettim. Geç vakit otele döndüm.
(.....)
İLHAN BERK
Dost Dergisi, Sayı: 67, Mayıs 1970, s. 7-8

ŞİİRLERİ