(.....)
5.
Niçin şiir okuruz? Herhalde yokluğunu hissettiğimiz
bir şeyleri tamamlamak, bir zorluğu gidermek ve nihayet bir
doyum sağlamak için. Çünkü insan ne yaparsa hep bunun
gibi "muharrikler" itkisiyle yapar. Açlık "hissedilir",
soğuktan ya da sıcaktan "korunulmak" istenir, cinsel güdü
"doyum noktasına" çevrilir. Bütün memeli hayvanlarda,
belki bütün canlılarda ortaklaşa yaşanılan maceralardır
bunlar. İnsanın beslenme, barınma ve çoğalma yolunda
yapıp ettiklerinin temel sebebini doğrudan doğruya insanın
içinde, insanın güdülerinde yani onun bir "canlı" oluşunda
bulabiliriz. İnsanların canlı olmak ve canlı kalmak için yeyip
içtikleri, giyinip barındıkları, dayanışma ve sevişme
şartlarını yerine getirdikleri düzeydeki bu noktada şiirin de
öteki sanatların da söze konu edilmelerine gerek yoktur,
Eğer insanlar öteki canlılar gibi davranışlarını güdülerinin
peşi sıra yalıncak sürüklemiş olsalardı hiçbir zaman kendi
dışlarında nesnellik kazanmış olan sanattan, soyutlama
düzeyinde bağımsız bir kimlik sahibi olan düşünceden
bahsedemeyecektik. İnsanlar öteki canlılar gibi içinde
bulundukları ortamın gereklerinin kaçınılmaz kıldığı
konumu üstlenmek durumunda olmadıkları için insan olma
vasfına sahip, toplumsal kurumlara, sanatlara, bilime,
felsefeye sahiptirler. İnsanlar da öteki canlılar gibi açlık,
güvenlik ve cinsiyet dolayısıyla bazı etkinliklerde bulunurlar
ama insan dışındaki canlılar kendi dürtüleri ve içgüdüleriyle
yaşama biçimleri arasında mutlak bir uygunluğa, ahenge
sahip oldukları halde insanğlu, yaşama güdüleri ile yaşama
biçimi arasındaki uyumu kendisi kurmak zorundadır. İnsan
için sınırlarını aşamayacağı bir yaşama biçimi yoktur, ama
sınırları aşmak da aşmamak da insanın elindedir.
Beslenme, barınma ve çoğalma için insanın yaptıkları
ile öteki canlıların yaptıkları mahiyetleri itibariyle birbirinden köklü bir biçimde farklıdır. İnsan dışındaki canlılar
yaşamak için ne yapacaklarının bilgisine peşinen sahiptir.
Hayvanlar neyi yemeleri gerektiğini içgüdüleriyle bilirler,
otoburlar zehirli olmayan otları, etoburlar kendilerini
besleyebilecek yaratıkları bir başkasının bilgi aktarmasına
gerek olmaksızın ayırt edebilirler. Kuşların yuva yapmayı
öğrenmeleri için yolu yöntemi yalnızca insana özgü olan
türden bir eğitim görmelerine gerek yoktur. Hayvanların
hepsi erkek-dişi ilişkilerindeki tutumlarını (doğal ortamları
içinde) a priori (!) edinmişlerdir. Bütün bunların
yanıbaşında (isterseniz karşısında) insan "ne yapacağını"
bedeninde hazır bulunan bir teçhizattan çıkaramaz. İnsanın
herhangi bir şeyi bilebilmesi için "bilgi" denilen bir
soyutlukla ilinti kurması gerekir. İnsan bilgiyi "alır".
Aldıklarının yardımıyla türetir de. İnsanın aldığı veya
türettiği bilgi hiçbir zaman bedeninin bir parçası olamaz.
İnsanın bedenine bitişik olan yalnızca "yeti" dediğimiz bir
imkândır.
Doğuştan getirilmeyen bir "bilgi" insanların neyle ve nasıl besleneceklerini, korunacaklarını, üreyeceklerini öğrenmelerinin tek kaynağıdır. İnsan olmak yahut insan kalmak ancak bir bilgi dağarcığıyla yani birtakım soyut uzlaşma alanlarıyla mümkündür. İnsanın bilgisiz yaşayamayışı onun topluluklar halinde yaşamasını zorunlu kıldığı söylenmelidir, ama daha önemli şeyler bunun yanısıra söylenmelidir. "İnsan bilgisiz yaşayamaz." gibi bir cümlenin,
insanın "doğru ve "yanlış"; "iyi" ve "kötü" ayrımı yapmaksızın yaşayamayacağı anlamına geldiği söylenmelidir.
İşte, insanın daha en temel ihtiyaçlarını gidermek için
bile kendi maddi yapısının dışında yer alan bir bilgiye
başvurmak zorunda oluşu; hayatını kararlar vererek
sürdürmek zorunda bulunuşu; hem kendisinden hem de
hemcinslerinden dolayı yüklendiği sorumluluklardan kaçamayışı
düzeyinde şiirden söz açmamız mümkündür.
İnsanın
"iyi"leri ve "kötü"leri sözlü dilin onun üzerinde bıraktığı
etkiyle, sözlü dil dolayısıyla yaratılan dünyayla baglantılıdır.
Kelimeler insanın iç dünyasındaki bütün tınıların başlatıcısıdır. Yalnız, sözlü dilin insan hayatında önemli bir yer
tutmasıyla birlikte şiirin insan hayatında gerekli yerini
aldığını söylemekte acele etmemeli. Şiirin insan hayatında
gerekli bir yere sahip olması için "söz"ün insan hayatında
önemli bir yer tutması yetmez. Belki sözün yerinden edilmiş
olması; insanoğlunun en doğru, en iyi edimlerini öğrenmede
sözlü dilin yüklendiği görevi yerine getiremeyişi şiirin yolunu
açar yahut şiire yaşama alanı kazandırır. Şöyle:
Hayvanın içgüdüsüyle kendisi için doğru ve iyi olanı
bulması gibi, insandan insana sağlıklı ve dolaysız bir yolla
bilgi iletilebiliyorsa ve bu iletme eylemi her iki yanı hoşnut
kılıyor, bildiriyi alan ve veren yapılan işin anlamıyla dolu
dolu iseler insanların şiir okuma (ya da söyleme) çabasına
girişeceklerini, bu çabayı kaçınılmaz sayacaklarını düşünmek
muhaldir. Çünkü her sağlıklı ve dolaysız bildişim şiirin
doğmasını gerektiren pürüzleri ortadan kaldırır. Şiir bize
düzyazının vermediğini sağlar dediğimiz zaman, kullandığımız dilin asıl insanca bildiriyi ulaştırmakla yetersiz kaldığını
itiraf etmiş oluyoruz.
Ne zaman insan karanlık bir yerde sayıklamaya itilmiş,
insan ilişkileri karışık, karıştırıcı, bozucu niteliklere bürünmüş, insanın bir başka insana söyleyeceği söz anlamını
kaybetmiş, insan davranışları yapaylık, içtensizlik yüklü hale
gelmişse, insanlar şiir okumak, şiirle uğraşmak, şiirden
öğrenmek gereğini duymuşlardır. Böyle de olmak zorundadır. Çünkü şiir anlatılmaz bir şeyin aniatılmaya çabalanmasının sonunda, anlatılabilir bir şeyin yeniden anlamlı
kılınması için gösterilen bir çabanın sonunda, yeterince
anlaşılmayan bir şeyin etkili bir anlatıma kavuşturulması uğrunda harcanan çabaların sonunda ortaya çıkar.
Öyleyse dilin bütün önemini muhafaza ederek kullanıldığı
bir ortamda değil, dilin kendi anlatım kolaylığını kaybettiği,
insanların günlük yaşayışlarında kelimelerin anlatım gücüne
ulaşamadıkları, kullanılan dilin gerektirdiği ilişkilere olan
güvenin sarsıldığı bir ortamda şiir, insanların özlediği,
istediği ve işlerine yarayacağına inandığı bir etkinlik olarak
belirir.
Yukarıda da söylemiştim: Bizim şiir okuma isteği
duymamız, yokluğunu hissettiğimiz bir şeyleri tamamlamak,
bir zorluğu gidermek ve nihayet bir doyum sağlamak içindir. Önce yokluğunu hissettiğimiz , tamamlamak istediğimiz
şeyin ne olduğunu anlamaya çalışalım:
Açlık, güvenlik ve cinsiyet dolayısıyla beliren
etkinlikler ve edilginlikler canlı cansız bütün yaratıkları hem
kendi yapılarında, hem de birbirleriyle olan bağlantıları
bakımındaıı bir bütün haline sokmuştur. Bu bütün, her
çağda ve her yerde son derece karmaşık, kendisi hakkında
getirilecek her açıklamayı kısa sürede gülünç kılacak kadar
da çetrefildir.
İnsanoğlunun yaşaması, bir parçası olduğu bu bütüne
sıkı sıkıya bağlıdır ve belki de bütünün her birimine
bağımlıdır. Büyük bütünün ancak belli bir yerinde bulunan
insan kendi yapısı içinde de bir bütündür, üstelik bir parça
ve bir bütün olarak nerede bulunduğunu kavrama
gayretindedir. İşte şiir, insan yaşamasındaki bütünlük
duygusunun dağıldığı, parça ve bütün kavramlarının
birbirine karıştığı, insanın bütün içindeki yerinden saptığı
yörede insanın bir ezgisi, bütüne olan özlemi biçiminde
ortaya çıkar. Yokluğunu hissettiğimiz şey içimizde bulunması
gereken "zımni" bütünlük, bütüne ait olma duygusudur.
Zaten sevmemizin, acımamızın, öfkelenmemizin, böbürlenmemizin,
zavallılaşmamızın, tanrılaşmamızın bu bütünle,
bu bütünü anlamak isteyişimiz veya anlamak istemeyişimizle
bir ilgisi vardır. Şiirin "theme"i ne olursa olsun, şiir
gerçek derinliğini, yüceliğini, değerini insandaki bu "hasret
giderme" duygusunda bulur.
Şiir okumak isteriz, çünkü bütüne, bütünümüze,
bütün içindeki yerimize varma zorluğunu bu insani ve insan
dışı aygıtla yenmek isteriz. Şiir bu anlamda bir "yerine
getirici'', bir silah, bir kalkandır.
İnsanın kendisinin de bir parçası olduğu bütünün
açıklamasına değil, benimsenmesine giden yol üzerinde şiir
vardır. Şiiri bir bütüne ait olduğumuz duygusundan
kalkarak okuruz. İçimizde şiir okuma isteğini taşıyabilmemiz
için bizim şiir kabul edecek bir yanımız olduğunu
varsaymamız gerekir. Bu varsayımın kaynağı ise kendimizin
bir bütün olduğu ve kendi bütüntimüzün de bir bütüne ait
olduğu hususunda sahip olduğumuz duygudur. Sözlü dil,
onu anlama ve kullanmayı öğrenme süreci boyunca bize soyutlamaya
kavuşmuş ifadelerin - kelimelerin, cümlelerin ve
bunların ortaya çıkması için gerekli algıların, mantık işlemlerinin
- bütünü belirten birer işaret olduğunu göstermiş,
bizi insanların dışında da bir anlama sahip ve insanları da
içine alan bir bütünde yer aldığımıza ikna etmiş, hatta bizlerin
ancak bu işaretlerle güvenlik içinde olabileceğimize gizlice
inandırınıştır.
Şiirden (belki söz sanatları başta olmak üzere bütün sanatlardan) aldığımız doyum, işte bu önceden sahip
olduğumuz inancın pekişmesidir. Ne var ki şiirle elde edilen
doyum aynı zamanda bir açlığın başlangıcıdır çünkü her şiir
insanın bütünle arasında bulunan mesafe hakkında sahip
olduğu bilinçlilik durumudur, her şiir insanın bütüne olan
hasretini kamçılar.
(.....)
İSMET ÖZEL
Şiir Kitabı, S. 20-25

ŞİİRLERİ