ESKİ İSTANBUL
İşte zamanın karanlığı gece gibi
Geçer, bir gölge komadan.
İşte Tanrı nefesli sahiller,
İşte Bizans, kopmuş Roma’dan,
Sakalları uzamış keşişler sırtında,
Bahar halinde bir yük:
Sur örülmüş kıyılarda yokluğa taraf,
Taşlarla, kıskançlıkla ağır ve büyük.
Eski İstanbul, ruh kadar eski
İnsan daha fazla eskiyemez ki.
Bir boşluk ki göller tadında uzun,
Ya hiçe uzanmış vaktimiz, ya hepe
Yedi meçhul üstüne açılmış,
Yedi tepe.
Haliç, dünya öküzünün boynuzu hiç kımıldamaz,
Kımıldar bir kapalı su.
Geçer, asırlar gövdesine, aydınlık,
Uyumuyanların uykusu.
Eski İstanbul hâtıralardan eski,
Göresin usul usul gez ki.
Tarumar olmuş,
Dara'dan, Sardanapaldan’dan anlar.
Gemilerle, kervanlarla dolmuş, çırılçıplak.
Aşkı kaybedenler, bulanlar.
Devir devir kapılarında durmuş.
Nesilleri Asyanın bu bakış ahu diye.
Sormuş sıcak rüyasını,
Peygamberin orduları, Hu diye.
Eski İstanbul, eski,
Geçmiş günleri kimse söyliyemez ki.
Saz nağmeleri gelir,
din uğruna çarmıha gerileceklerden.
Belki çarmıhsınız, belki sazsınız,
Ölümlerden hangisi gerçek,
Anlıyamazsınız.
Farkedilmez Doğu ve Batı,
Hayaller dolu, cenaze, düşüncelerden,
Ayaklarınızın, ayaklarınızın,
Ayrılışı yerden.
Eski İstanbul, yakın ve eski.
Öyle bir ses ki
Can ile ten susamış, susamış,
Geçmiş de nice güzeller aradan.
Osmanlı Padişahı Sultan Mehmet,
Bir seher, kadırgalarını yürütmüş karadan
Aşk ile döktüğü topları bir bir dizmiş,
Çevirmiş hülyanın her yanını.
Lâle gibi vermiş, bir akşam güneşinde,
Yiğit yeniçeri, canını.
Eski İstanbul, çok eski,
Rüzgâr, şahadete varasın, es ki.
Dil farkı, din farkı iyice azalmış o demlerde,
Bir sis ki bahçeleri, yüzü, cihanı kaplar.
Tekrar güne çıkmış, tekrar hayata, mahzenlerden,
Nur ve hayal olmuş ellerin yazdığı kitaplar
Yürümüş yürümüş hilâlleri Türklerin,
Allahın havalarına, yalnız ve tek.
Serdengeçtilerle, akıncılarla
Burdan başlamış dünyayı sevmek.
Eski İstanbul, hem rahat, hem eski,
Yaşaması öyle tez ki.
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Taha Toros Arşivi, 517326

|