Atatürk, bir Türk ulusçusudur. Onun ulusçuluğuna öz veren felsefeyi,
Anadolu'da emperyalizme karşı açtığı savaşın adından çıkarabiliriz: Millî
mücadele, yani ulusal savaş, ulusal kurtuluş savaşı. Kurtuluş savaşı sözlüğünde "Millî" sözcüğü, Türk tarihinde ilk kez, gündelik yaşantının en çok
kullanılan sözcüklerinden biri olur: Misakı millî, kuvayı milliye, millî teşkilat,
irade-i milliye, Hâkimiyet-i milliye, millî ordu, millî eğitim.
Bütün bu birbirinden doğan, birbirinden gelişen, birbirini besleyen millî sözcüğü, kurtuluş
savaşının özünü verir: Ulus olmak, ulus olarak yaşamak için tam bağımsızlık.
Bu savaşa katılanlar, aydınından, subayına, ilçe mudafaai hukukçusundan,
çetecisine değin "millîci” dirler. Eylemin adı bir yerde, millî harekettir, ulusal
hareket. "Atatürk'ün bütün hayat hikâyesi, bütün düşünce savaşı şu kısa ilke
ile özetlenebilir: Ulus olmak” (Necati Cumalı - Ulus olmak, Vatan 25 kasım
1961).
Ulus olmak ne demektir? Soruyu şöyle de sorabiliriz: Atatürkün eyleminden önce bir Türk ulusu yok mudur? Elbette vardır. Ulusal bir tarih,
ulusal bir dil vardır. Vardır ya, ulusçuluk yoktur. Osmanlı İmparatorluğunun
temel dünya görüşü ümmetçiliktir. Türk halkı, bu ümmetin tarihsel özü,
ama bir parçasıdır. İmparatorluğun kapılarını uluslar çağı sarsmıştır. Bir
ulusçuluk akımı çıkmıştır ortaya: Türk dili, Türk tarihi, Türk uygarlığı. Ama,
Osmanlı İmparatorluğu bir ortaçağ devleti olarak kalmıştır: Ortaçağda, yani çağının gerisinde, bütün ulusların bağımsızlık savaşları verdiği bir çağda,
o ortaçağlı yapısını korumak ister, ortaçağ yapısı ile bağımsızlık bağdaşamaz.
Bağımsızlık ulusal devletin ilkesidir. Ulus olmak ne demektir? Sorunun temel
yanıtı şudur: Bağımsız olmak ve çağın içinde yerini almak demektir. Ulus
olmak, bunun için bir bağımsızlık savaşı vermek ve bir devrim yapmak
demektir.
Atatürk'ün bir ulusçu olarak ulus açısına getirdiği temel açı bağımsızlık
açısıdır. Bağımsızlık olmadı mı ulusçuluk gerçekleşemez: Ulusal tarih, ulusal dil
yaşar, ama ulusçuluk gerçekleşemez. Ulusal tarih, ulusal dil yaşar, ama bağım
sızlıktır ulus olmanın gerçek eylemi. Bağımsızlık, bir ulusa tarihsel bildirisini
gerçekleştirmek olanağını verir, bağımsızlık bir eğitimdir: Bilincin, ulusal
bilincin eğitimidir. Atatürk ilkesini koyar: "Ne kadar zengin olursa olsun
bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan kurtulamaz."
Bir bağımsızlık öğretisidir ulus olmak, Atatürk'ün ulus gerçeğinde bunun
için uşaklık, uyduluk, mandalık yoktur. (Ben başka ulusların yardımıyle zenginleşebilirim! Hayır, der Atatürk, ben zenginleşmek adına, bağımsızlığımdan
bir damla veremem! Bir başka ulusun yardımıyle zenginleşmek bir yerde
bağımlı olmak demektir: Gerçek ulusçu, bağımsızlığa hiç bir ortak kabul
edemez.).
Birdenbire soruyor insan burada ya da sorabilir: Ulus gerçeğine koydu
ğumuz bu temel açı, bu bağımsızlık açışı, bütün uluslar arasındaki evrensel
ilgiyi, evrensel ilişkiyi sınırlandırmaz mı? İlle de bağnaz bir bağımsızlık bir
ulusu insanlar dünyasından uzaklaştırmaz mı? Atatürk, öyle yapmıyor, ulus
gerçeğine insancı açıyı da koyuyor. Bakın, uygar insanlık karşısında diyor.
Uygar insanlık karşısında bağımsız olmak. Nedenki, bağımsızlık bir insanlık,
bir uygarlık ilkesidir. Bağımsızlık açımızdaki ödün vermez tutumumuz insan
lığa, ortak uygarlığa saygımızdan doğuyor. Biz, gerçek bağımsız bir ulus
olabilirsek gerçek uygar bir ulus ta olabiliriz.
Şu sözleri hem bağımsız Türkiyenin
hem insancı Türkiyenin önderi söylüyor. (Bir açı bu: Ulus olmak, insancı bir
dünyaya, insancı bir dünyanın kuruluşuna, bağımsız olarak katılmaktır.
Bizi, bağımsızlığımızda bağlıyan insanlıktır. İnsanlığın ortak yazgısı, insanlığın
tarihsel gelişimidir. Şu devlete, bu devlete, şu ulusa, bu ulusa bağlı değiliz
biz, bağımsızlığımız insanlıkla bağlıdır).
Evet, şu sözleri söylüyor Atatürk:
”Ulusları yürütüp yöneten adamlar tabii ilkönce ve her şeyden önce kendi
ulusunun varlık ve mutluluğunun etkeni olmak isterler. Ama aynı zamanda
bütün uluslar için aynı şeyi istemek gerekir”. Atatürk'ün ulus gerçeği insancı bir gerçektir. Bu sözleri, düşünün, 1937 yıllarında söylüyor. Radyoları açıyorsunuz: "Herşeyin üstünde Almanya!". Alman nazizminin savaşçı bayrakları
dalgalanıyor.
Ama bir Polanya gerçeği de var. Polanya diliyle, tarihiyle bir ulus
gerçeği. Hayır, saygısı yok ona ve "Her şeyin üstünde Almanya!". Bir de şu
insancı ses Anadolu'dan: İnsanlık üzerinde değil, insanlığın içinde bağımsız
Türkiye. İnsanlığın mutluluğu içinde: " Ne mutlu Türküm, diyene!”. Bu sözde
ulusal onur, ulusal dil, ulusal tarih ve kurtuluş savaşlarının özü var: Ulus olmak.
İnsanlığın üzerinde değil, insanlığa katılarak ulus olabiliriz, biz. Bağımsızlığı
mızın oranı, başka ulusların bağımsızlığıdır. Adam bangır bangır bağırıyor
radyolardan: ”Herşeyin üstünde Almanya!” . Prusya militarizminin, Alman
burjuvazisinin Alman gençliğine aşıladığı savaş histerisi. Atatürk, bağımsız
bir Türkiye'den, sevgiyle sesleniyor, bilgeler ve ozanlar gibi:
"Fakat bugün
bütün dünya ulusları aşağı yukarı akraba olmuşlardır Ve olmaya çalışmaktadırlar. Bu bakımdan insan bağlı olduğu ulusun varlığını ve mutluluğunu düşündüğü
kadar, bütün dünya uluslarının erincini, güvencini düşünmeli ve kendi ulusunun
mutluluğuna ne kadar değer veriyorsa bütün dünya uluslarının mutluluğuna
yardımcı olmağa elinden geldiği kadar çalışmalıdır".
Bu hem insancı hem barışçı bir sestir. Atatürkün ulus gerçeği barışçı bir
gerçektir. Uygarlık, insanlık ve uluslar barış ortamında çiçeklenebilirler. Ama bu barışı biz, bağımsızlıklar yoluyle kurabiliriz. Barışın güvencesi, evrensel
barışın temeli ulusal bağımsızlıklardır. Roma barışı, Cermen barışı, Amerika
barışı değil, ulusların bağımsızlıklarından doğan insanlık barışı, bir bloklar
barışı değil, bir uluslar barışı, bağımsız uluslar barışı.
Atatürk'ün ulus gerçeği halkçı bir gerçektir. Ulusun gerçek, temel birimi
nedir? Atatürk 1921'de bunu soruyor:
"Ne olduğumuzu bilelim?" Yanıtlıyor:
"Biz hayatını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emek erbabıyız, zavallı bir
halkız! kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmak zorunda olan bir halkız!”.
Biz halkız. Bu halkın tarihsel, toplumsal niteliği nedir? Şimdi halkçı açıdan
soralım bunu: Ulusal tarihimizin; ulusal dilimizin özü nedir? Ulus gerçeğini
halk tarihinin ve halk dilinin içinde, yüzlerce yıl hangi toplumsal kaynak saklamıştır? Atatürk'ün, kurtuluş savaşındaki ulusçu eylemini canıyle, kanıyle,
emeğiyle besleyen kaynak: Anadolu köylüsüdür, bu. Ulusçu olmak demek,
halk tarihini yapan bu ana ulusal kaynağın yanında olmak, köylünün yanında olmak demektir, halkın yanında ve halktan yana olmak demektir.
Kurtuluş
savaşı ulusçuluğunun bu halkçı özü, ulusal devletin ayni zamanda bir halk
devleti olmasını gerektirir. Halkın hayatı, halkın bağımsızlığı. 18 kasım 1920
günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulan Halkçılık programı bir bildiri haline getirilip bütün ulusa duyurulur, halkçı ulusçuluk bu bildiride şu
sözlerle dile getirilir:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın öteden beri karşı
karşıya kaldığı yoksulluk nedenlerini yeni araçlar ve örgütler ile kaldırarak
yerine gönenç ve mutluluk koymayı başlıca amacı sayar”.
Ulusçuluğun amacı,
halkın mutluluğu, özgürlüğü, gönenci dirliğidir. "Millîci”, bir halkçıdır. Halk
için yenilikler, yasalar, haklar, değişimler isteyen insandır. O, ulusun gerçek
tarihsel kaynağına, halka yönelir: Halkın gerçek özgürlüğünü ister. Halkm
mutluluğu için! İşte, bildirisinde halk için istenenler:
"Öyleyse,
toprak, eğitim, adalet, maliye, ekonomi ve vakıflar işlerinde ve diğer çalışmalarda, toplumsal kardeşlik ve yardımlaşmayı egemen kılarak, halkın ihtiyaçlarına göre yenileşmeleri ve kuruluşları gerçekleştirmek" (Halkçılık Bildirisi,
1920).
”Millî'ci”, yani kurtuluş savaşı ulusçusu, yani Atatürk ulusçusu halkçı
olunca, devrimci olmaktadır. Atatürk'te ulus gerçeği devrimci bir gerçektir. İki
anlamda, böyle birinci anlamda, ulus gerçeğinin temel toplumsal birimini,
yani halkı yoksulluktan kurtarmak için yeniliklere, değişimlere ve yeni kuruluşlara giderken devrimci, ikinci anlamda, altı yüz yıllık bir imparatorluğun
ümmetçi, reayacı, uyrukçu, derebeyci, Tanrısal düzeninden halk dili, halk
tarihi açısından ulusal kökü çekip çıkararak halkın özünden, halk kaynağından
bir ulus gerçeğine geçerek devrimci..
Kurtuluş savaşının dayandığı temel,
artık ümmet değildir, ulustur. Ümmet'in orduları, halife ordularıdır ve İngiliz
emperyalizmi ile işbirliği halindedirler ve bağımlılıktan yanadırlar. Devrimci
ulusçuluğun ulusal orduları, ulusal halk ordularıdır. Anadolu halkının ana
kaynağından derlenmişlerdir ve bağımsızlıktan yanadırlar. Ulusçuğun bu iki devrimci ölçüsünü hiç unutmamak gerekir: Ümmet olmaktan ulus olmaya
geçmek, ulus olmaya geçerken Anadolu halkını temel almak.
Atatürk'ün ulus gerçeğinde temel açı halk açısıdır, insan açısıdır, yurttaş
açısıdır, birde. İmparatorluk Tanrısal bir düzendir. Ulus bir insan düzenidir.
Tanrı, bu düzenin siyasal örtüsü değil, insancı bir inancıdır. Atatürk ulusçu
luğunun layik temeli budur. Türk toplumu bir ümmet değildir, bir ulustur.
Ümmeti, Tanrısal güce dayanmış bir egemenler katı yönetir. Ulusu ise, vatandaşlar yönetir.
Burada, Atatürk'ün ulus gerçeğine insancı bir bakışı vardır,
bu bakışta Atatürk gerçekçidir. O, kurtuluş savaşını, yani bağımsız bir
ulus olma savaşını, Tanrısal güçlere dayanarak değil, kanlı canlı, etten kemik
ten, korkan ve atılan dövüşen ve kaçan, seven ve boş veren insan gereciyle vermiştir, bu insan gerecinin kaynağı doğrudan doğruya Anadolu halk insanıdır.
Köylüdür, çiftçidir, çobandır, demircidir, urgancıdır, öğretmendir, memurdur,
aydındır, subaydır.
Ulus, ümmet gibi fizik ötesi bir kavram değil, yaşayan, soluk
alan, yiyen içen, seven sevilen, yorulan, üreten, çalışan bir gerçek kavramdır:
Ulusal tarihi yaratan insanın özü, gücü ve değeridir. Bu gerçekçi ulusçuluk,
ona, yoğurmak istediği insan hamurunun maddesel ve ülküsel niteliklerini vermektedir. Bu nitelikler insan üstü - insan dışı nitelikler değildir. Onuncu yıl
söylevinde Türk ulusunun özelliklerini sayıyor, bunlar insanın dünya ile, gerçek
dünya ile ilişkilerini deyimleyen özelliklerdir:
"Türk ulusunun karakteri yüksektir”. "Türk ulusu çalışkandır”, "Türk ulusu zekidir”, "Türk ulusu ulusal
birlik ve beraberlikte güçlükleri yenmesini bilmiştir”.
Çok önemli bir kavşak noktası: Atatürk'ün ulus gerçeğinde ulus'a, halk'a
inanmak vardır. Bu gerçek ulusçunun, geleceğe kurduğu bir köprüdür. Halkı
hep onurlayan, ulusal onuru bir çiçek yağmuru gibi yurt yaşantısının üzerine
serpen bir inanç. Ulusal tarihi, bu inancın açısından Atatürk, bir egemen sınıf
lar, saltanatlar tarihi olarak görmez, ulusal tarih onun için bir uygarlık tarihidir. Ulusal tarih, halkın tarihidir.
Ulusal tarihi, binlerce yıldan beri, ilhanlar,
hakanlar, padişahlar, beyler yapmamışlardır; ulusal tarihi, halkın uygarlık
katkısı yaratmıştır. Ulusal tarihin, öncesizliğe ve sonrasızlığa varan oluşumun
da, halkın ortak çabası, halkın ortak emeği en büyük etkendir. Ulusal kurtuluş savaşının tarihi de onun için, "ulusça bizi yok etmek isteyen emperyalizme
ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusal bütünü ile savaşl uygun gören”
Anadolu halkının tarihidir.
Burada, Atatürk'ün ulus gerçeğine açtığı çağdaş açıyı da bulmaktayız, Bu çağdaş açı, bir ulusu emper
yalizme ve evrensel kapitalizme ezdirmemek ve ulusun hayat ve haklarına
emperyalizmin ve evrensel kapitalizmin gölgesi düştüğünde, o ulusla birlikte,
gerçek ulusçuluğun eylemine dönmek yani, yeni bir kurtuluş savaşı vermektir.
Türk kurtuluş savaşının terihsel derinlikten görünen halkçı, insancı, devrimci, lâik, gerçekçi, barışçı özelliği sadece, Mustafa Kemal "Millîciliği"nin
değil, çağdaş ulusçuluğun da ilkelerini bir kutsal ateşte pişirmektedir. Atatürk
elbette, herşeyden önce bir ulusçudur. Ama, bu ulusçuluğu pişiren kutsal ateş,
ulus gerçeğinin tek ve gerçek temeli olan bağımsızlıktır.
"Millîci”, herşeyden önce, tarihsel kaynağında ve çağımızda, yani bugün
bir bağımsızlık savaşçısı demektir.
CEYHUN ATUF KANSU
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Kasım 1966, S: 182, S. 112-116

ŞİİRLERİ