CEYHUN ATUF KANSU

Dünya kardeşliğinin, sevgisinin ozanı. Halkın mutluluğu için yazan ozan. Uykuda olmadığı her saati çocuklarla, insanların dertleriyle, hastalıklarıyla geçiren, onlara umut, sağlık vermeye çabalayan ozan. Bürokrat kökeninde geliştirecek olsaydı kendine çok şey sağlayacak bir hayatı elinin tersiyle itip, Anadolu halkına yıllarca yararlı olmuş ozan. Vermiş - almış. Kendini geliştirmiş, şiirini geliştirmiş.

Kişisel çabalamalara burun kıvıranlar çok. Onlarca, büyük kentlerde oturup ahkâm kesmek yerine, gidip Anadolu'da yitmek saçmadır. Halkçı, devrimci, toplumcu onlardır. Halkı bilmeseler de, alışverişleri olmasa da. Bir gün ne yapar yapar, akıllarındakini gerçekleştirir egemen olurlar. Beklesin halk. Onlar için iyi duygulara, düşüncelere sahip olmak yetmez mi?

Hadi gittiniz Anadolu'ya. Hadi var gücünüzle çabaladınız. O sizin akılsızlığınız. Ama bir de halk için şiirler yazıp, onları yüceltmeye, övmeye filân giriştiniz mi yandınız. Popülist'siniz. Halk nedir yani. Gelişigüzel bir kalabalık. Değerli olan Aydın'dır. Sırası geldiğinde, o öncülük edecek, evelallah, çekip çıkaracaklar bataktan. Ama nedense, dik bir yokuşun başındalar. Biraz tırmanıp, düşüyorlar. Tekrar tırmanıyor yine düşüyorlar. Yalnızlık ve yabancılaşma asıl kendilerinin. Halk ile birlik olan ne yalnızdır; ne umutsuz.

BAĞBOZUMU SOFRASI:

Gönlüm Hürriyetindir'de:

İlk sıcak somunumu bir dilenciye verdim / Yıldız ışıklarını bütün gökle bölüştüm / Ruhumu bir seccade gibi işledim serdim / Uçurtması çalınan çocuk için dögüştüm/... diyor.

Altın Halka'da bütün insanlan birleşmeye çağırıyor. Bir de bağbozumu sofrası'na. Doğaya vurgun, hayata vurgun. Erik ağacına, buğday tarlasına, köylü kızlara yazılmış şiirler. Halk şiir geleneğinin batılı eğitimden geçmiş örnekleri. 1940 başlarında genç bir ozan için ya bana atılmaz şiirler.

YANIK HAVA:

"Şimali Şarkiye Doğru" şiiriyle başlar. Kansu artık düş gören, hayal kuran değildir. Yirmi dokuz yaşındadır ve kararlıdır:

Şimali Şarkiye gidiyorum. / Lincoln' ün mavi askeri gibi. / Düşüncemi hayatla birleştirmeye / Hayatımı vatandaşlıkla birleştirmeye.

Bu kararla Ankara'ya veda eder. Geçmişi anar. Atatürk'ün bütün urbalarından soyunması, halkın arasına katılması vardır ya. Halktır ya denizlerin en güzeli aşkla katılır o da. ''Üşüyen yıldız" gibi, yalnızlığın atlas yorganı altında üşüdüğünü duyar o da. Geçirmiştir aşkları, aşkların mevsimini, küçük kahvelerde, hanlarda, arabalarda ısınır. Yerlileşir hemşerileri arasında. 1948'de "Zile'ye Düştü Yolum" şiirini Külebi'ye sunar. Ona der ki:

Anadolu eski Anadolu değildir. Orta Çağ'daki düzeni tutturamamış bir Anadolu'yu netmeli. Halk neşesini yitirmiş, çalışmanın altın başağı yok olmuş. Çağın istediği bir hayatı, bir yeni, bir canlı türkü'yü nasıl bulmalı?

Köylerde çocukların dalakları büyür. Renkleri kesilir. Ali ölür 1,5 yaşında. Bir köyden ardarda 23 çocuk ölür kızamıktan. Kahrolur ozan. Ama içlerinde, vurulmuş bir yaban ördeğinin yarası da olsa, yeşil ekinler gibi büyüyenler umuttur. Yurdun geleceğinin umudu. Ozan, masallardan, düşlerden yardım umar. Keloğlan'ın sihirli elmasının bulunmasını bekler. Ne yapar, ne eder, bütün gücüyle dayanır, çocuklarına destek olur. Kendi gibi, çocuklan sevenleri, köy öğretmenlerini de anar. Der ki sonuçta:

Ah halk dediğimiz mübarek toprak / Sana kök salmalı bütün varlığımız / Gecelerden sabahlara büyüyen yaprak / gibi senden şeklâlmalı bahtiyarlığımız.

1955'de Haziran Defteri yayımlanır. Dağınık, gevşek şiir dokusu sıklaşmamış, çok söz daha arınmamış ama heyecan durulmuş, yerini bilgelik almıştır. Şiir öyküden kurtulamasa da anlatım iyice berraklaşmıştır. Dizesiz, kolay yazılmış şiirler. Ama iyi ki yazılmışlar. İyi, güzel, namuslu olanın, vazgeçilmez dirimin, çocukların, anaların şiirleri. Dünyayı değiştirmeyi kendine iş edinmiş bir doktor - ozan'ın şiirleri. İyi ki yazılmışlar. Yazan elleri durmasın.

BAĞIMSIZLIK GÜLÜ:

1965' de basıldığı zaman toplumcu şiir adına bir kazanç oldu, şiirlerin bir bölüğü Haziran Defteri ve Yanık Hava'dakileri sürdürüyordu. Ötekilerse, hem biçim, hem de özde yenileşmeyi gösteriyordu. Ozan, saptadıklarını anlatmakla kalmamıştı. Dertlerin, yoksullukların, ezikliklerin çaresi vardı. Bu çare insanın elindeydi.

Kitap, "zalimliğe, geriliğe, karanlığa yuh, el değmedik topraklara, işlenmedik madenlere, özgürlükleri yok eden şaha, ona özgürlüklerini verenlere yuh." diyordu. Güzellemeler, ağıtlar, koçaklamalar duru bir dünya görüşünün ışığında yazılıyorlardı.

Lâmbayı yaktım geceden / Soldu mu yüzün inceden / Taze toprağını eşerler şimdi / Atını yaparlar meşeden./ (Ağıtlama)

Artık halkın gelenekçi şiir düzeni, ozanınkine iyice yedirilmişti. Yepyeni bir güzellik doğmuştu. Şiir örgüsü sıklaşmış, çok söz arınmıştı.

Köy evinin direğinde örümcek / İsmail'in gözlerine inecek / İsmail'in bir kırmızı entarisi entarisi / Börtü böcek kırmızısı sarısı./ Nasıl da sessiz yatar garip kuzusu / Aman doktor beyim çaresizim vay. /

Artık İsmail doğanın bir parçası diye anlatılmıyordu. Bağbozumu Sofrası'nda başlayan anlayış tersine dönmüş, doğa İsmail'i iyi anlatmak için araç olarak kullanılıyordu. Yurttan dünyaya açılış da artık bu açıdan idi. Franko'ya, Lumumba'ya, Cezayir'e, Karaderilinin horlandığı Amerika'ya bakan gözler, Atatürk Devrimcisinin, bağımsızlık ozanının gözleriydi.

Bayraktı Mustafa Kemal, 1921'de bozkırlar ortasında bağımsızlık imecesi kurmuş Mustafa Kemal. Gerçi, kentlerin üstünde, "satılık adamların pis dişleriyle kemirdiği gökyüzünde'' umutsuzluk bulutları vardı. 1960'lann acıları vardı. Ama:

Yerden alıp o gülü / Hangi gülü? / Bir topçu neferinin / Sakaryalı yaz toprağında / Sıcak kan gülü /... / Yerine koymak, kutsamak o gülü / Hangi yerine / Mustafa Kemal'in bahçesine. / Bir ulusun suladığı, besledigi / Yediveren bağımsızlık gülü. /

Ozana göre, yapılması gereken şey buydu.

BUĞDAY, KADlN, GÜL VE GÖKYÜZÜ:

Kansu, başından beri bütünlüğe önem veren bir ozan. Bu bütünlük kaygısı sonuncu kitapta daha bir elde tutulmuş. Şiirler biribirleriyle ilintili. Kitabın özeti çıkarılabilir. Zorlamaya, yapmacıklığa düşmeden birbirinden ayrı zamanlarda yazılmış şiirlerin birbirilerini bütünlemesi, yani şiire adından başlaması güç bir iş. Usta işi.

Dağlarca'da çokça gördüğümüzü Kansu da yapmış. Çeşitli ülkelerin halkları, o halklar için savaşanlar doğal ve toplumsal düzeni içinde anlatılmış, bir ansiklopedik şiir çıkmış ortaya. Yine de şiir ezilmemiş diri kalmış. Neden?

1. Ozan artık biçimin iyi ustasıdır da ondan.

2. Güzel benzetmeler yapmış, sık sık ilginç isim ve sıfat tamlamalarına başvurmuş, ondan.

3. Konusunu iyi biliyor da.

4. Daha önemlisi, konusuna toplumcu bir açıdan baktığı halde didaktik değil, lirik bir anlatımı yeğlemiş de ondan.

Oyuncağıdır yel çocuğun / Pirinç başakları sallarken / Bulanık sıcağı tarlanın/ Vurur ananın yanık göğsüne / Ananın göğsü pişmiş toprak / Yüz avuç, yüz avucu da beylere / Konaklarda bülbül dinleyen beylere / Toprağa yatırdığım sen gölek kuşum / Bekle, südümü bile çalmışlar kanımdan. (Pirinç Bebeği)

"Çince" de, "Japon Feneri" de dokunsan kırılacak sırça şiirler. Hindistan'ı parya, Kuzey Asya'yı kırgız atlısı ile anlatmış. Macar demircisi Mikloş, hem nalbanttır, hem keman çalar. Budin günlerinin, Petöfi'nin, bağımsız buğdayın ovalara saldığı koçak Macar atlarını nallar. Yazın ay ışığının ezdiği Ağustos harmanlarında keman çalar Mikloş, sevgilisine. Bülbül de dinler. Sonra, salar atını halk andının yeşeren çayırına, bütün Macar yiğitleriyle birlikte özgürlük için ölür Mikloş.

Polonez'de Vistül, yüzyıllar boyu at nallarıyla ezilmiş diri buğdayların yeşil kanıdır, öyle akar. Sevişme orda da yaşamın simgesidir. Ama savaşlar gelir ansızın. Polonya düşer. Şarkılar dayanır yine de, çocuklar ağız mızıkalarıyla. Ölüm bir direnmedir.

Finlandiya, ozanlar, orman köyleri, Sielman, Viborg Kalesi demektir. Almanya ise, Bavyera birası, özgür aşk, Robert Koh, bir de dinsel hoşgörü.

İsveç, Tristan ve İzolde'nin birbirini çağırdıkları yer. Başaklar var, kardeş kavgası yok. Ormanlarında geyiklerin en güzeli uyur, uyanır.

Hiçbiri okunmadan geçilemez.

Kutsal tepeden iniyor halk, ezilenler/ Düğünleri, törenleri sofraları ayrı./ Birleştiriyorlar düğünlerini, törenlerini, sofralarını/ Beyzadelerin düğünlerine, törenlerine, sofralarına karşı/ ...

Tedirgindir Afrika, Afrika'da Cezayir. Fransa, ozanların Fransa'sında yıllar sonra devrim yasası bozulmaktadır.

Anadolu ise: Muş ovası ile, yaz gelini ile, bir top gelincikle, Pir Sultan'la simgelenir.

Tanrı bir güldür açar insanda / Tanrı bir dildir söyler insanda / Bir eldir uzanır seher vaktinde. / Tutar sımsıcak insan elini / Bir el bir ele, bir el bütün ellere / Dünyayı insanın bahçesi yapmaya / İnsanı dünyanın türküsü yapmaya / Tanrı bir eldir uzanır kuşluk vakti / Birleşmeye .. Ellerimizle, insan ellerimizle. / (Pir Sultan Abdal)

Bu dünya işte bizim'dir. Görülüyor ki ozan dönüp bağbozumu sofrasına varmış. Ama bu varış bir kısır döngü varışı değil, diyalektik bir varıştır.

YARALAR

İlk yaram diken yarası,
Çakır dikeni yeşildir aldanılır,
Kavgalarda, gezintilerde, çocuk keşiflerinde
Ah, yaralandım diyebilirsiniz.
Bütün dikenleri bağışlıyorum.

Sonra sonra açılan boşluklardan
Sevdiğiniz, dost olduğunuz, bel bağladığınız
Birinin kayıp gittiğini hatırlarsınız
Sessizce.. Ah yaralandım diyebilirsiniz,
Bütün ölenleri bağışlıyorum.

Başıboş gezdiğiniz bahar günlerinde
Kalp ağrısı, kalp yarası dedikleri
İlk aşkınızın acısı başlar,
Ah, yaralandım diyebilirsiniz.
Bütün kadınları bağışlıyorum.

Sonra gezip göreceksiniz, öğreneceksiniz,
Hele Paşalı'dan Fakılı'ya o sonsuz ekenekte
Kökünü tarla faresinin kemirdiği buğdaya,
Buğdaya benzeyeceksiniz..
Bir acı bir acı ki kemirecek kalbinizi kökünden,
Gezdikçe, gördükçe, öğrendikçe,
Bütün acılardan gayrı, üstün ve ağır,
O acıyı çekeceksiniz ömrünüzce.
Buğday misali köksüz kemirilmiş,
Yerlere serili, başlarınız düşmüş
Yatacaksınız aynı toprağın üstünde,
Kıraç yorgan bin yılları örtmüş..

Bu acıda ne çocukluk ne ölüm ne aşk,
Yalnızca tek şey gizli: Günahlarımız.
Çekeceğiz gördükçe, gezdikçe, öğrendikçe,
Bağışlayamayız hiç bir zaman kendimizi.

(Yanık Hava'dan, 1950)

SAKYA MUNI

Seni ayırmışlarsa gel bana işte elim,
Seni kovmuşlarsa gel bana işte evim
İşte evim, sen konuğumsun bir de gökyüzü çağrılı
Bir gizli çayırlık orada çevresi yaban gülü
Orda benim tapınağım: Güller, kuşlar ve insanlar
Sessizce söyle ezildiğini kardeş kulağıma
Ellerini getir ellerimin içine koy
Buyur ediyorum seni tapınağıma
Sus yalnız, ses etme, bir olduk sus!

(Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü'nden)

GÜLTEN AKIN
Şiir Üzerine Notlar, S. 39-44

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI